Gözde Aktürk tarafından kaleme alınan “Tanpınar’ın Kadın Kahramanları“, KalemKahveKlavye’de iki bölüm halinde yayınlandı.
1.BÖLÜM
“NEREDE OLURSAN OL, BULUNDUĞUN YER CENNETİMİZDİR”
NURAN
Gerek romanları ve öyküleri gerek şiirlerinde olsun, Tanpınar’da kadın motifi incelenmeye değer boyuttadır. Kadını ve ona duyulan aşkı, âşığın iç dünyasının zengin unsurlarının betimlemeleriyle, bu denli ince duyuşlarla anlatabilmiş romancı nadirdir. Yazar, kadını anlatırken aşkın kendisini de yüceltmiş olur bir yandan. Âşık olmak da bir sanattır, her yiğidin harcı değildir. Aşk, son derece ulvi bir duygudur, âşık olunan kadın kadar. Bu yazıda yazarın kadına, dolayısıyla aşka yaklaşımı eserlerinde yer alan –Nuran merkezde olmak üzere- göze çarpan başlıca kadın kahramanları incelenecektir.
Tanpınar’da kadın, erkekle aynı hamurdan yoğrulmuş olmasına şaşırılan, yüce bir mahlûktur; son derece idealize edilir. Bunda Tanpınar’ın güzelliğe ve estetiğe olan ilgisinin etkisi büyüktür kuşkusuz. Hayatta güzel olanı arayan yazar, eserlerinde de bunu görmek ister. “Güzeli daima sevdiğimi, onu insan kaderinin tek iyi tarafı olarak gördüğümü söyleyeyim.”(1) der. Mehmet Kaplan’a göre Tanpınar aksiyon adamı değildir; sükûnete, temaşa merakına ve hülyaya meyillidir; onda her şeyi yakalayan “estetik bir göz” vardır. Dünyaya bu gözle bakan yazar tahmin edileceği üzere göz zevkini kolay kolay tatmin edemez.(2) Huzur’da Mümtaz’ın gözü de tıpkı Tanpınar gibi tabiata dair her şeyi temaşa etmekten haz alan bir uzuvdur. Mümtaz da Nuran’ı ilk kez gördüğü vapur güvertesinde uzun uzun izler. (3) Eserlerinde kadının muhteşem kuğu beyazlığı; musiki, mehtap, İstanbul ve boğaz ile harmanlanan bir güzelliktir. Kadın, âşığa, aşkın tarifini yeniden yaptırır; sevgilinin bulunduğu her yer cennet haline gelir. (4)Bu kadınlar “Bir taraftan erkek kahramanların pasiflikleri karşısında cesur, dinamik bir tavır sergilerler, diğer taraftan kader karşısında teslimiyetin ve sabrın birer sembolü gibidirler.” (5) Tanpınar, kahramanı Mümtaz gibi, kadını musikiden ve boğazdan ayrı düşünemez.
Kadın, geçmiş zamanların sanatıyla, musikisiyle yoğrulmuş ve kimliğini bulmuş tapılası bir varlık, başlı başına bir sanat eseridir. Tanpınar’da kadın hem fiziksel hem de yaratılış olarak adeta kusursuz bir profil çizer. Âşık olan, bu aşkla yanar kavrulur; hayatın, dünyanın, sanatın, düşüncenin merkezinde bu kadınlar vardır. Onlardan bağımsız bir gerçeklik düşünemez olurlar.
“DÜŞÜNCE, SANAT, YAŞAMA AŞKI, HEPSİ SENDE TOPLANDI. HEPSİ SENİN HÜVİYETİNLE BİRLEŞTİ. SENİN DIŞINDA DÜŞÜNEMEMEK HASTALIĞINA MÜPTELAYIM.”
Tanpınar’da kadın dendiğinde ilk akla gelen Huzur’un Nuran’ıdır kuşkusuz. Bir kadına duyulan aşkın nasıl hem azap verici hem de mutlu edici bir şey olduğunu çarpıcı bir şekilde aktarır Huzur. Nuran, romanın odak noktası, Mümtaz’ın büyük aşkıdır. Hayatı, dünyayı, sanatı, insanları, yaşadıkları kenti çok başka türlü algılayabilmesini sağlar Nuran. Geniş omuzlu, güzel boyunlu, vakur bir kadın olarak çizer profilini yazar. Biraz şüpheci, düzgün düşünceli bir kadındır. Boğaziçi’nde büyümüştür, asaleti her halinden bellidir. Zaten Mümtaz için kadın güzelliğinin iki şartı vardır: İstanbullu olmak ve Boğaziçi’nde yetişmek.(6) Onda bu zevki şekillendiren Nuran’dır. Hassas bir yapıya sahip dursa da Mümtaz gibi sırılsıklam duygusal olmaktan uzaktır, daha güçlü ve gerçekçi bir mizacı vardır.
Romanın kahramanlarından Adile de der zaten, “Ah Mümtaz bilsen, ne hissiz kadındır o.” Gülüşüyle çok etkilemiştir Mümtaz’ı, sözlerden ziyade tebessümü ve bakışlarıyla konuşan bir kadındır. Alaturka musikiyi, gazeli hem sever hem de icra eder, onun sayesinde Mümtaz da musikiyle tanışıp derinine iner. Nuran’ın musikiye vakıf olması ondaki derinliği, hayata dair ince duyuşlarını artırır, daha hayran olunası bir kadın yapar onu. “Erkek ve kadının birbirini bütünleyen bu ayırıcı vasıflarının dışında erkek kişilerle kadınları birleştiren bir özellik musikiye, özellikle klasik Türk ve Batı musikisine duyulan ilgidir.”(7) Mahur Beste, Nuran’ın dedesi Talat Bey’e ait olmasının da etkisiyle Mümtaz ile Nuran arasında özel bir bağ oluşturur.
Nefesleri, halk türkülerini bilir; Boğaziçi kıyılarında yetişmiş eski bir ailenin çocuğu olmasına, narin ve şehirli olmasına rağmen. Aşiret kızı, Kütahyalı bir gelin gibi de çıkabilir sevdiği adamın karşısına, sürprizli kadındır. Kendisine âşık erkeği şaşırtır Nuran; musikiye, varoluşa kafa yorarken birden bahçedeki güllerinden ya da tavuk yetiştirmek istemesinden bahsedebilir. Gülleri öyle sever ki, ”Elbisem çok eski olsun… Fakat bahçemde en iyi güller yetişsin.” der. Şehirlidir fakat geleneksel, taşralı gibi bir tarafı da vardır; Mümtaz’ın bile tam olarak sebebini kestiremediği, anlam veremediği fakat büyüsüne kapıldığı için bundan zevk duyduğu. Eski zamanlara ait bir duygu, bir hava vardır Nuran’da, Mümtaz’ı derinden etkileyen. Pek çok kadının yüzeyde kaldığı, basit meseleleri derinlemesine sorun ettiği, güzelliği ve dış görünüşüyle aklını oynatma derecesine geldiği bir dünyada Nuran, bu tip sığlıkların çok ötesinde olmasıyla, çok daha ulvi meselelere kafa yormasıyla, “yüzeydekini” aşmış kişiliğiyle büyüler Mümtaz’ı belki.
Romanda öncelikle Nuran’ın Mümtaz’dan ayrılalı birkaç ay olmuş zaman dilimini okuruz. Ayrıldıktan sonra Nuran, Mümtaz’ın gözünde efsanevi bir varlık haline gelmiştir. Nuran’layken gördüğü dünya ile Nuran’dan sonraki büsbütün farklıdır. Onunlayken Boğaz’ı, musikiyi, tarihi, tertemiz, ışıl ışıl bir sahnede görürken, Nuran’la ayrılmalarından sonra Mümtaz’a her şey korkunç görünür. Nuran’dan ayrılan Mümtaz’ın dünyası-mekân- artık haraptır. Baktığı ve gördüğü daima iğrençtir, bu da gerçekliğin intikamıdır. (8) Mümtaz’a göre Nuran hayatın öz kaynağı, tüm gerçeklerin annesidir. Kâinatın sırrıdır. Bütün geçmiş zamanları açan altın anahtardır. “(…) Huzur’da Nuran, Mümtaz için geçmiş zamanın kapılarını aralayan esrarengiz, eşine az rastlanır bir kadındır. Onun sayesinde sık sık tarihi, dini ve masalımsı bir atmosferin hakim olduğu zamanlara gideriz.” (9) Dış güzelliğin yanı sıra tarih, musiki ve Boğaziçi ile harmanlanmış hayran olunası bir simgedir adeta. Nuran, salt güzellikten ibaret bir kadın değildir, onun şahsında kadın denen varlığın nasıl tapılası bir varlık olduğu vurgulanır. Tanpınar’ın, dolayısıyla Mümtaz’ın, muhayyilesindeki ideal kadının temsili hali olarak addedilebilir. Tanpınar’da kadın dendiğinde, bu tanımdan yola çıkarak zihinde asil duruşlu bir silüet belirir. Âşığın hayatını anlamlı kılan yegâne varlıktır. Kadının fiziki güzelliğinden ziyade vakur ve güçlü duruşu, içinde yetiştiği ortamın etkisiyle sahip olduğu asalet bu kadın figürünü âşık olunası yapar. Tanpınar, şahsiyetsiz, içi boş ve avam güzelliklere değer vermediğini, pek çok romanında yer verdiği kadın karakterlerle vurgular; Huzur’da Emma, Aydaki Kadın’da Zümrüt Hanım, Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nde Pakize… Hatta Aydaki Kadın’ın odak noktası, erkekte iz bırakan, etkileyici kadınlardan olan Leyla bile Nuran söz konusu olduğunda, belki pervasızlığı yüzünden, birkaç adım geride kalır. Nuran’ın aksine, Leyla, içkiyi fazla kaçırınca herkesin içinde oynayarak, dans ederek kendisini rezil edebilir ve bundan çok da pişmanlık, rahatsızlık duymayabilir. Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nde(10) ise tüm kadın karakterler eleştirilir fakat bunda romanın, iki kültür arasına sıkışıp kalmış toplumun kimliksizliğini hedef alan eleştirel yapısının rolü vardır. Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nde kadınlar Amerikan filmleri furyasında büyümüş, oradaki artistlere benzemeye çalışan içi boş kuklalardır. Pakize yalnız Hollywood filmleri için, hatta bu filmlerin içinde yaşayan bir kadındır. (11)
Nuran reel bir kadın figüründen ziyade anlamı Mümtaz’ın dünyasında çoğalan bir simge olmuştur. (12) Mecnun’un Leyla’nın kendisinden vazgeçmesi gibi, bir zaman sonra Mümtaz’da, Nuran’ın şahsından çok ona olan aşkı ve iç dünyasındaki temsili Nuran sembolü öne geçmiştir. Başka bir deyişle Nuran’ın anlamı Nuran’ın kendisini aşar. Bütün duygu ve düşünce dünyasını kaplar Mümtaz’ın; benliğini büsbütün sarıp sarmalar. Öyle ki Mümtaz der: “Düşünce, sanat, yaşama aşkı, hepsi sende toplandı. Hepsi senin hüviyetinle birleşti. Senin dışında düşünememek hastalığına müptelayım.” Ufkunu açan bir varlıktır Nuran Mümtaz’ın; Mümtaz fikirlerini onunla derinleştirmiş, kâinat onun varlığıyla anlam kazanmıştır. Etrafta gördüğü, duyduğu, yaşadığı her şeyde Nuran’ın gölgesi, gözleri, zihni vardır. Ondan bağımsız olarak göremez tabiatı Mümtaz. Nuran’ın aşkı Mümtaz için bir nevi dindir. (13) Tanpınar’a göre aşk, insanda ruh ve bedenin sentez oluşturduğu ilahi bir tecrübe, bir ayindir. (14) Nuran’ın vücudu Mümtaz’ın düşüncesinin evi olur. Onun gözleriyle görür dünyayı, onun zihniyle düşünür. Kâinatı, tabiatı, musikiyi, tarihi hep Nuran’la bütünleştirerek yorumlar. Tıpkı bunlar gibi Nuran da Mümtaz’ı beslemiş, geliştirmiş; belli bir anlayışa ve olgunluğa ulaşmasını sağlamıştır. Yani Tanpınar’ın kadını bu noktada pasif değil, faal bir güzelliktir de aynı zamanda. Yerinde oturan ve insanları büyüleyen değil, hayatındaki erkeği bir adım öteye taşıyan bir varlıktır. Değerini oluşturan etkenlerden biri de budur.
Mümtaz’ın onu bekleyişleri, azapları bile tatlıdır. Nuran’la aşk dolu doludur; tensel hazzın çok üstünde, ulvi bir şeydir; çünkü her şeyden evvel Nuran iyi bir arkadaştır, konuşulabilecek, anlayışlı, güzel şeylerden tat almasını bilen. İnce ruhludur, naziktir; daha ilk konuşmada Mümtaz onun İstanbullu olduğunu anlar, Boğaz’da yetiştiğini öğrenince de taşlar yerine oturur. Nuran’ın asil güzelliği ortamdaki diğer kadınları rahatsız eder; bunlardan biri de, Nuran’ın eski eşi Fahir’in sevgilisi Emma’dır. Seyisle bile yatabilen bir kadın olan Emma, Nuran’a baktığında kendi bayağılığının farkına varır; nasıl “olmadığını” anlar. Romanda Emma, Nuran’ın asaletini vurgulamak için vardır adeta.
İlk başta Mümtaz için kadın demek; ailesini kaybettiği zor zamanlarında yanında olan, ona destek veren yengesi Macide’nin (akrabası İhsan’ın eşi) anne şefkatine benzer anaç halidir. Anne desen değil, kardeş desen değil, olsa olsa koruyucu bir melektir, Mümtaz’ın yaşadığı ağır travmalardan sonra ona yollanmış. Nuran’la birlikte kadın kavramı değişir kafasında. Bir kadının nasıl arzulanabilir bir varlık olduğunun Nuran’la farkına varır. Mümtaz için iki Nuran vardır: Biri kendisinden uzakta olan; hasretin kimyasıyla ruha ait bir varlık olan, dokunduğu, geçtiği her yere kendinden bir şey katan ve orayı yaşanan hayatın üstünde bir âlem yapan Nuran. Diğeri ise yanı başındaki Nuran’dır. Uzaktan telkin ettiklerini bir kalemde silen, uzaktan gelişi Mümtaz üzerinde sarsıcı bir his yaratan, endişeleri silen, onun kadına bakışını kökünden değiştiren… Her şey lezzetlidir, ucunda Nuran bulunmak şartıyla. (15) Kendi deyişiyle hayat tecrübesi az olan Mümtaz, o güne dek okuyup düşündüklerinin Nuran’la hayata canlı şekilde geçtiği, ışık bulduğu kanısındadır. Nuran’ın yaşanmışlığı vardır, evlenip ayrılmıştır, kızı Fatma vardır; hayat karşısında daha tecrübeli olduğundan daha sağlam durur. Nuran’ın çok çeşitli bakışları Mümtaz’ın her daim yanındadır, onu şekilden şekle sokar. Nuran vesilesiyle kâinatı kendi teninde duyar Mümtaz. Bir nevi köprüdür Nuran, onu yaşama ve yaşamın ince duyuşlarına bağlayan. Nuran’ın yanında olmadığı zamanlarda da onu herhangi bir sahnede herhangi bir şey yaparken düşünmek Mümtaz için hayatta en büyük hazdır.
Nuran açısından aşka bakarsak, hislerin kelimelerle israfı değildir, Mümtaz’ın ruhundaki fırtınaya kendisini teslimdir. Emirgân’daki evi çok sever; nihayetinde kendisini Mümtaz’a ulaştıracağından o zorlayıcı yokuşun bile kendisini rahatsız etmediğini itiraf eder bir laf arasında. Aşkları üzerine ilk yorumudur Nuran’ın bu. Öte yandan bu güçlü kadın, erkeği nereye götürürse onun peşinden gidebilecek de bir mizaçtadır aslında; “Ömrüme bir istikamet versin, bu kadar onunla meşgulken o sadece mümtaza güvenebileceğini düşünür. Nerede olursa olsun Mümtaz’a ait olduğunu düşünür. “Çin’de bulunsam bile düşüncem onundur!” der. Mümtaz ya mazide ya istikbalde yaşarken Nuran şimdiyi yaşamak arzusundadır. Mümtaz’a da bunu telkin eder. Birbirlerine bağlılıklarının temelinde ne Mümtaz’ın bu kadar sevebileceğini ne de Nuran’ın bu kadar sevilebileceğini düşünmesidir. Nuran, Mümtaz’ın kendisinde gördüğü eksik parçasını tamamlar.
Nuran’ın da gelgitleri vardır elbet; ilk başlarda temkinli yol alır; Mümtaz’la bir başlangıca hazır mıdır diye sorar kendisine, sorumlu olduğu bir kızı ve çevresi vardır zira. Mümtaz kadar aşk sarhoşluğu içinde bulutların üzerinde yürümez. Güçlü ve akılcı kişiliğine uygun olarak düşünür, bekler ve en sonunda kimseye hesap vermek zorunda olmadığı sonucuna vararak Mümtaz’a gider. Sevmesine o da sever Mümtaz’ı fakat aşk, bir kendini kaybediş ya da tüm hayatını ve benliğini kaplayan bir olgu değildir Nuran’a göre. İkisi birbirlerini sevse de aşkı yaşayışları, seviş şekilleri, aşka bakışları ve aşktan anladıkları büsbütün farklıdır. Nuran bir süre temkinli yürüdükten sonra bir davette herkesin içinde kartlarını açık oynar: “Haydi Mümtaz, beni eve götür, sarhoş oldum galiba.”Öte yandan, her zaman Mümtaz’ın daha çok, daha tutkulu seven taraf olduğunu hissederiz. Nuran’a âşık arkadaşları Suad, intiharıyla Mümtaz-Nuran aşkına kanını akıtır, gölgesini düşürür, bu aşkı zehir eder. Nuran da bu kederin üzerine aşk bina edemeyeceklerini söyler Mümtaz’a ve ondan uzaklaşır. Bu uzaklaşma onları tamamen kopuşa sürükleyecektir. Başka bir deyişle intihar mektubunun üzerine bir kalemde Mümtaz’ı silebilecek bir yaratılıştadır Nuran. O âşık, sonu sevdiğine çıktığı için çetin yokuşu bile sevdiğini söyleyen Nuran, gözünü kırpmadan Mümtaz’a her şeyin bittiğini söyleyebilmektedir. Aşk Mümtaz’ın tüm benliğini ve muhayyilesini kaplarken Nuran’ın ayakları yere basar; aşkın önüne geçebilecek duygu ve durumlar olabilir onun için.
Dipnotlar:
[1] Hece dergisi, Ocak 2002
[2] Hece dergisi, Ocak 2002
[3] Ahmet Hamdi Tanpınar, Haz ve Günah, İbrahim Şahin, Kapı Yayınları,
2012
2012
[4] Ahmet Hamdi Tanpınar, Huzur, YKY, 2002
[5] Ömer Faruk Huyugüzel’e Armağan, Halef Nas, Ege Üniversitesi Basımevi,
2010
2010
[6] Ahmet Hamdi Tanpınar, Edebiyatın Huzurunda, Ümit Meriç, Etkileşim
Yayınları, 2006
Yayınları, 2006
[7] Ömer Faruk Huyugüzel’e Armağan, Halef Nas, Ege Üniversitesi Basımevi,
2010
2010
[8] Ahmet Hamdi Tanpınar, Haz ve Günah, İbrahim Şahin, Kapı Yayınları,
2012
2012
[9] Ömer Faruk Huyugüzel’e Armağan, Halef Nas, Ege Üniversitesi Basımevi,
2010
2010
[10] Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Ahmet Hamdi Tanpınar, YKY, 2003
[11] Huzursuz Huzur, Zeynep Bayramoğlu, YKY, 2007
[12] Ahmet Hamdi Tanpınar, Haz ve Günah, İbrahim Şahin, Kapı Yayınları,2012
[13] Ahmet Hamdi Tanpınar, Edebiyatın Huzurunda, Ümit Meriç, Etkileşim
Yayınları, 2006
Yayınları, 2006
[14] Ahmet Hamdi Tanpınar, Yapıbozumcu, Prof.Dr. Sevim Kantarcıoğlu, Akçağ
Yayınları, 2004
Yayınları, 2004
[15] Huzur, Ahmet Hamdi Tanpınar, YKY, 2002
İstanbul doğumlu. İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü bitirdi, aslen edebiyat öğretmeni. Bunun yanında edebiyat, kültür-sanat odaklı bir dijital platformda ve zaman zaman çeşitli gazete ve edebiyat dergilerinde kitap kritik yazıları yazdı. Şimdi ise kalemkahveklavye.com’da buna devam ediyor.