Koray Sarıdoğan, son dönemin çok konuşulan yazarlarından Sally Rooney’ye, kitapları Normal İnsanlar ve özellikle Arkadaşlarla Sohbetler‘e dair notlarını paylaştı…
(Manşet fotoğrafı: Perry Ogden, Vogue, September 2021)
Aşk, dostluk, cinsellik, aile, bilumum ilişkiler ve roller. Tüm bunlarda ana yollardan değil de marazlı, hatalı, yasaklı, ayıplanan ara yollardan, patikalardan geçen karakterler… Yani aslında çoğumuz gibi. Bizden farkları, tüm bunları teşhir etmekte, kabullenmekte sakınca görmeyen bir yazar tarafından yazılmış olmaları. Zamanında yazmıştım: “Tabiatına direnen, ona yenilir.” Sally Rooney’yi özel yapan, bu gelgitleri çekincesiz ve bugünün algısıyla, diliyle vermesi.
Şu yaşımdan sonra okumaya ancak emekliliğimde zaman ayırabileceğimi (dolayısıyla içten içe asla ayıramayacağımı) düşündüğüm kurmaca konularını, üstelik yenilerden bir yazarın kaleminden okuyacağımı pek düşünmezdim.
Sally Rooney, tam klişeye kaçtığını düşündüğünüz, kafayı aşkla meşkle bozmuş genç yetişkin romanlarından birine denk geldiğinizi sandığınız anlarda bile uyanık tutuyor sizi. Hatta öyle anlarda çok daha iyi yapıyor bunu.
Arzu, düşünce, haz, acı… İnsan psikolojisinin, varoluşunun, tabiatının ışıklı ve gölgeli, ama en çok da gölgeli yanları… Karakterlerinin, yani aslında insanın, küçücük detaylarını öyle bir içgörüyle yorumluyor ki bir anda devasa toplumsal ve varoluşsal kodlarla birleştirebiliyor.
İnsanın sebep olduğu şeylerle sonucu olduğu şeyler birbirine bağlanıyor.
Sally Rooney, birbirinden fersahlarca uzakta sandığımız parçaları yaklaştırırken sadece hikâye anlatmıyor, kendi parçalarımıza dair çıkarımlar yapmamızı da sağlıyor. Ne var ki amacı parçaları birleştirmek değil. Aksine, böyle bir şeyin mümkün ve gerekli olmadığını, hayatın zaten bu parçalılığın ta kendisi olduğunu gösteriyor…
Tavrı protest, öfke en güçlü güdülerinden biri, insan olmanın yorucu hallerinden kimi zaman çok yılgın belki. Ama bu duyguların hiçbiri, dilde başrolü ele geçirmiyor. Tıpkı katıksız iyi veya kötü karakterlerin hikâyeyi ele geçirmeyişi gibi.
Orada öylece durduğunu ancak okuyup kendimize döndükten sonra fark ettiğimiz şeyleri bize anlatırken; kalbimizi, ruhumuzu, psikolojimizi kurcalamasından ötürü tatlı bir yorgunluğa veya tatsız bir hüzne düşüyor olabiliriz ama bu okuma deneyimi zihnimizi asla yormuyor. Saf edebiyatın yapması gerektiği gibi.
Sally Rooney · “Snapchat Neslinin Salinger’ı”
Sanırım en çok bu yüzden ona “Snapchat neslinin Salinger’ı” diyorlar. Bu ifadede bir şey daha gizli: Sally Rooney’nin anlattığı şeyler yeni değil, üslup olarak da bir edebiyat devrimi yaratmamış olabilir. Ama Rooney doğru zamanda doğru yerde doğru şeyleri anlatıyor: Edebiyat tarihi boyunca binlerce kez anlatılmış şeyleri bugünün hem dil hem içerik anlamındaki günceliyle yoğuruyor.
Sally Rooney’yi pek çokları Normal İnsanlar ile tanıdı. İkinci kitabı olması ve şimdilerde BluTV üzerinden izleyebildiğimiz bir diziye uyarlanması da bunu sağladı. Her iki kitabı da 2019’da Türkçe okuruyla buluştu. Normal İnsanlar, Can Yayınları’ndan çıkarken Arkadaşlarla Sohbetler Monokl Kitap’tan yayımlandı.
İkisini de okusam da ben ilk kitabı Arkadaşlarla Sohbetler’i daha çok sevdim. Özellikle Frances’ın ikinci yarıda artan iç gerilimleri ve yine ağırlıkla ikinci yarıdaki göndermelerin, alt metinlerin, çıkarımların ve diyalogların yoğunluklarını…
Biraz Arkadaşlarla Sohbetler ‘den Sohbet Edelim
Normal İnsanlar hakkında çok konuşuldu. O yüzden ben, benim için etkisi taze olan Arkadaşlarla Sohbetler’den bahsetmek isterim.
Dedim ya, hikâyenin iskeleti basit: Üniversiteli iki genç kadın, anlatıcımız Frances ve Bobbi, kendilerinden yaşça büyük, zengin ve onların da içinde yer almak istedikleri “entelektüel cemiyet”in içindeki evli bir çiftle, Melissa ve Nick’le tanışırlar. Süreç içerisinde Frances ve Nick bir ilişki yaşamaya başlarlar ve olaylar gelişir. Öte yandan Frances ve Bobbi bir vakitler sevgili de olmuşlardır, şimdilerde ilişkileri “daha arkadaşça”dır ve aynı evi paylaşmaktadırlar.
Buradaki çatışmalar ilk bakışta “ben sevdim eller aldı” veya “yasak aşk” gibi gelebilir. Ancak Frances’ın anlatımı ve onun soğukkanlı gözlemciliğinin içinde yolculuk ettikçe, dolayısıyla ana kahramanımız başta olmak üzere onun yorumları veya diyaloglarıyla başka karakterlerin de içine girdikçe çatışmaların sadece bireysel, karakteristik bazda olmadığını görüyoruz.
İki ayrı çiftin, Frances-Bobbi ile Melissa-Nick arasındaki girift gidiş gelişlerin arkasında yatan sosyoekonomik farklılıkları ve toplumsal cinsiyet kodlarını gördükçe, Sally Rooney’nin son derece sade ama derinlemesine katmanlı anlatımındaki erken ustalığı da fark edebiliyoruz.
Bugünün hikâye anlatıcılığı için her zamankinden daha önemli hale gelen gri noktalar, bu karakterlerin her biri için çok dozunda ve belirgin ayarlanmış. Okuyan herkesin her karakterde eleştirebileceği ama aynı anda empati kurabileceği, üzülüp acıyabileceği çok nokta var.
Romandaki karakterizasyonun bir başarısı da özellikle Frances’ın çok daha eleştirilebilir bir yerde olması. Yazar kolaya kaçmak yerine ana karakterini ahlaki anlamda karmaşalar yaşayan, özgüven ile aşağılık kompleksi arasında bocalayan, kendi hayatlarımızda olsa belki de en çok yargılayacağımız, ilişkimizi sürdürmek istemeyeceğimiz karakter olarak seçmiş, çizmiş.
“Egom hep bir mesele olmuştu. Entelektüel kazanımım ahlaki açıdan en iyi ihtimalle nötr olduğunu bilsem de başıma kötü bir şeyler geldiğinde ne kadar zeki olduğumu düşünerek kendimi iyi hissederdim.” (s.35)
Her ne kadar ortada sağlıklı bir evlilik olmasa da yine de evli bir adamla marazlı, istikrarsız, dengesiz bir ilişkiyi sürdürmesi, ona duyduğu aşk ilerledikçe hırçınlaşması, kendine zarar verme noktasına gelmesi, karar anlarında bencilce davranabilmesi ve tüm bunları karşı taraf için çileden çıkarıcı bir sakinlikte yapması, yazarın hiç de kolaya kaçmadığının bir göstergesi.
Ve kolaya kaçmayan yazar, henüz iyi bir yazar değilse bile öyle olma yolundadır. Zira yazar kendine benzeyen, tüm kararlarını haklı çıkaracağı, mağduriyetleriyle okura kendini acındıracak bir kahramanın hezeyanlarını da kolayca yazıp işin içinden çıkabilirdi.
Merkez Çatışma: Kontrol
Romanın tüm çatışmalarının merkezinde “kontrol” duruyor kanımca. Birilerinin veya bir şeylerin, gücünü çeşitli biçimlerde hatta bazen kendini acındırıp güçsüz göstererek kurduğu kontrole dayalı. Frances, özel mülkiyetin kültürel bir kötülük olduğuna inanıyor sözgelimi. Öte yandan Frances’ın, yıkmaktan ziyade ele geçirmek istediğini söylediği evliliğin aktörleri Nick ve Melissa’yla farklı sosyal sınıflardan olması da güçlü bir detay.
“Gerçek hayatta evini hor gördüğüm filan yoktu. Hatta oranın benim evim olmasını istiyordum. Bütün hayatını istiyordum senin. Belki onu elde etmek için boktan şeyler yaptım ama ben yoksulum ve sen zenginsin. Hayatını kırıp dökmeye çalışmıyordum, çalmaya çalışıyordum.” (s.250)
Bu sınıfsallık, Frances’ın özeleştirisi hatta bir yerde özyıkımına sebep olurken “bireyin, toplumun bir sonucu olduğu” tespitine açılıyor:
“Ve insanların kendileri de mutlu çocuklar ve ailelere sahip olmak isteyen başka insanlar tarafından yapıldı. Ben, giydiğim tüm elbiseler, konuştuğum dilin bütünü. Beni bu kiliseye kim koydu, bu düşünceleri kafama kim soktu? Kimisini çok iyi tanıdığım, kimiyle de hiç tanışmamış olduğum başka insanlar. Ben, ben miyim yoksa onlar mıyım? Bu ben miyim: Frances? Hayır ben değilim. Başkaları.” (s.248)
Burada devlet-toplum-birey arasında seyreden bir kontrol söz konusuyken, Nick’le veya Bobbi’yle ilişkilerini ise bireyler arası bir kontrol üzerine kuruyor. Aynı durum, Nick ve Melissa için de geçerli.
“Kollarımı kavuşturmuş, kıvrılmış yatarken aklımdan şu buruk düşünce geçti; bütün güç onda, benimse hiçbir gücüm yok. Bu tam olarak doğru değildi ama kırılganlığımı ne kadar hafife aldığımı ilk kez o gece anladım.” (s.117)
Bu bakış açısını, mikro detaylara ihtiyaç duyduğu seks sahnelerinde ne kadar iyi kullanıyorsa yazar, birini sevme biçimine, ilişkileri algılayış biçimine etkisi açısından toplumsal detayları kurcalarken de kullanıyor:
“Bobbi tek eşliliğin baba soylu toplumlarda mülklerin genetik evlatlara aktarılmasına imkân vererek erkeklerin ihtiyaçlarına hizmet eden ve her erkeğin bir karısının olmasının da cinsel bir hak olarak sunulması geleneğiyle kolaylaştırılan bir bağlılık modeli üzerine kurulu olduğunu söyledi. Tek eşlilik dışı pratikler tamamen alternatif bir model üzerine kurulabilir, dedi Bobbi. Anlık rıza gibi bir şey üzerine.” (s. 213)
Yeni Sally Rooney Kitaplarını Beklerken…
Onu benim gibi çok sevenler kadar ondan haz etmeyenler de var. Özellikle yeni bir şey anlatmadığı, sıradan genç yetişkin romanlarından çok da farklı bir şey yazmadığı konusunda.
Belki apayrı bir yazının konusu olarak gördüğüm, belki yukarıdaki alıntıların fikir verebileceği veya en iyisi okuyanın kendi kendine karara varabileceği bir konu olsa da ben bugünün pek çok yazarında, özellikle bizim yerli edebiyatımızda da pek bulunmayan bir şeye sahip olduğunu düşünüyorum Sally Rooney’nin: Eskilerin feraset, benim yukarıda içgörü olarak adlandırdığım bu şeyi belki de en iyi “yazar sezgisi” olarak ifade edebiliriz.
Bu sezginin nelerden oluştuğunu da aslında bu kısa yazıda özetle anlatmış olduğumu düşünüyorum. Daha fazlasına tanık olmak için geriye Sally Rooney kitaplarını okumak kalıyor.
Onun romanları; insanı, toplumu ve ilişkileri anlatan öncülleriyle ardılları arasında bir hat çekecek kuşkusuz. Aşka, dostluğa, sekse yüklenen anlamların, kutsallığın, kalıpların, yapay ahlaki değerlerin ve toplumsal rollerin nereden nereye geldiğini, her şeyin her zaman hangi biçimlerde karmaşık olduğunu ve karmaşık hale getirenin yine insanın kendisi olduğunu anlatırken türümüzün ifade ve algısının seyrine bir zaman damgası koyacak.
NOT: Sally Rooney’nin yeni bir romanı var. Beatiful World Where Are You adlı bu yeni kitap 7 Eylül 2021’de orijinal dilindeki okurla buluştu. Bizde iki farklı yayınevinde olan yayın hakları, son kitap için kimin elinde bulunuyor, şu an bilemiyoruz.
1987, Ankara.
Türk Dili ve Edebiyatı lisansı, Yeni Türk Edebiyatı yüksek lisansı…
KalemKahveKlavye’nin kurucusu.
Evli ve iki kedi babası…
Bazı kitaplar yazdı: Kadran Kadraj (2015), Kaosun Kalbi (2020), Yeraltı Kütüphanesi (2020), Gecenin Kıyısından Gelen Suratsız ve Yaşlı Kuzgun: Edgar Allan Poe (2020)