Kaan Demirdöven gerek yazdıklarıyla gerek kişisel hayatıyla çokyönlü bir isim. Son romanı Hılfü’l Fudûl Destek Yayınları‘ndan çıktı. Tarih, gizli cemiyetler, gizli bilgiler, ezoterik, kahramanlık temaları, Anadolu’nun kayıp geçmişi ve benzeri birçok tema üzerine kurulan diğer romanlarının ardından İslâm tarihine Erdemliler Cemiyeti olarak geçen bu romanına dair yazar Kaan Demirdöven’le konuştuk.
Kaan Bey, merhaba. Yeni kitabınızı tebrik ederek başlamak isteriz. İlk tepkiler nasıl?
Teşekkür ederim. İlk tepkiler şahane. İnsanlar önce isme takılıyorlar ister istemez. Garip karşılayanlar da oluyor. İsmini komik bulanlar da var. Ama romanı okuduktan sonra bana ulaşan sevgili okurlarımın hemen hepsi, ağladıklarını anlattılar.
Hılfü’l-Fudûl, Türkçe adıyla Erdemliler Topluluğu, bir zaman Hz. Muhammed’in de üyesi olduğu söylenen bir tür barış cemiyeti. Siz daha önce de ilişkili tür ve temalarla farklı kitaplar yazdınız. Hılfü’l-Fudûl konusuna yönelmeniz neden ve nasıl oldu?
Doğru söylüyorsunuz. Daha önce de şövalye, erdem, kahramanlık temalı romanlarım oldu. Fakat hep Anadolu fütüvvet geleneğinin zeminindeki bilgeliği kaleme almak istedim. Yine bir roman olarak tabii… Tabii, sadece o zeminde Hılfulfudul vardı demekle olmaz, Hılfılfudul’un da gerisine bakmak, beslendiği ana damarları görmek ve tüm bu bağlantıları tek bir potada bir araya getirmek gerekiyordu. Onu bulmakta zorlandım. O tek sembolü aradım. Ta ki felsefe hocam Metin Bobaroğlu ile bir gün sohbet ederken, bana Zulfekar üzerinden git demesine kadar. Zulfekar sembolünü tarih içinde izlemeye başladıkça Büyük İskender’den Tevrat’a, İncil’e, Tapınakçılara, Hılfulduful’a, Anadolu irfan geleneğine bir köprü kuruldu, bana düşen bunu tatlı, romantik bir kurgu etrafında işlemekti.
Her ne kadar adıyla ve konusuyla dini arka plana sahip bir tarihi hikâye gibi görünse de hem olay örgüsü hem de alt metni itibariyle bugüne de uzanıyor hikâye. Bu geçmiş-gelecek bağlantısı en baştan beri aklınızda var mıydı yolda mı belirdi?
Aslında şöyle: Derdim günümüz Türkiyesi’nin bilinçdışı kayıtlarına ilişkin, kültür kodlarına ilişkin olguların, özünü arayan bireydeki yansımalarını anlatmaktı. Bundan gaye de okurla bu konudaki arayışlarımı paylaşmak ve kendi bulduğum bazı gerçeklerle okuru bu yolla buluşturmaktı. Dikkat ederseniz, fonda tüm sıkıntıları ve ümitleriyle yaşayan canlı bir İstanbul var. Önceki romanlarımda da benzer ilişkiyi daima kurdum.
Kaan Demirdöven: “Erdem Değişmez”
Peki nasıl bir bağlantı bu? Yazarı olarak bugünden 7. yüzyıldaki bu topluluğa ve oradan buraya baktığınızda bir hikâyeye çevirmeye değer ne gördünüz?
Türkiye’de yaşayan ve kendi özünü arayan bir insan düşünün, sabah kalkıyor, işe gidiyor, yemek yiyor, dostlarıyla buluşuyor, aşık oluyor, yakını kaybediyor, sıkıntılar çekiyor, hayalleri var, ama bir yandan da özünü arıyor, ararken yaşadığı içsıkıntıları var, çıkmazları var, işte o özünü arayan bu gerçek, hakiki insanın dünyasını da mercek altına aldım. Okura modern bir A’mâk-ı Hayal sunmak istedim.
Benzeri bir soruyu da erdem kavramı üzerinden sormak isterim. 7.yüzyılda da aranan ve tesis edilmeye çalışılan erdem ile bugünün erdem kavramı arasında farklar mı benzerlikler mi daha çok? Kuşbakışı baktığınızda ne görüyorsunuz? Kavramlar gerçekten değişiyor mu yoksa “güneşin altında yeni bir şey yok” mu?
Erdem değişmez, 3000 sene önce de cesaret bir erdemdi, bugün yine erdem, erdem değişmedi ama erdeme bakış açımız değişti, çünkü çağ değişti, bilgi değişti… Dürüstlük bir erdem, bu da değişmedi, fakat bugün pedagoji var, misal çocuklara her konuda dürüst olabilir miyiz? Sanmıyorum. Ya da bakmakla yükümlü olduğunuz çocuklarınız varsa, bir adaletsizlik karşısında cesaretle canınızı hemen hiçe sayabilir misiniz? Belki de bugün erdem, eskiden günümüze gelen erdemlere bakış açımızdır, peki ölçüsü nedir? İşte onun yanıtı bu romanda, farkındalık… Farkındalık bence bir erdem.
Önceki sorularda dini arka plan dedim ama kitapta yoğun bir felsefi altyapı da var. Dini, ana akımdaki yerinden ziyade evrensel ve felsefi tarafıyla ele alıyorsunuz. Bu, yazar olarak sizin bakış açınızla mı ilgili yoksa geçmişe baktığınızda bu bütünselliği görmek mümkün mü?
Tarih dediğimiz öznel ve nesnel tarihin birliğidir. Biz ya öznel tarihten ya da nesnel tarihten hareket ederiz, oysa Hegel gibi bakmalı, Saltık noktadan baktığınızda, bir kavram, bir olguyu ele aldığınızda, onu mitoloji, sanat, din ve felsefe ile iç içe bulursunuz. Bu iç içe durumu kendi bakış açınıza göre yorumlarsınız.
İnançlara, mitlere, ezoterik konulara duyulan popüler ilgiye, hatta bu ilginin ciddi bir ticarete dönüşmesine, konunun ilgilisi olarak sizin nasıl baktığınızı da sormak isterim.
Ticarete dönüşmesini, popüler olmasını rahatsız edici bulmuyorum, rahatsız olduğum konu, örf, adet, gelenekleri din sanmak, masalları mit sanmak, mistik deneyimleri de ezoterizm sanmak… Romanda bunların her birinin ayrımını bulmak mümkün.
Çalışma sürecinizi hem genel olarak hem de ağırlıkla son kitabınız üzerinden anlatabilir misiniz? Fikir aşamasından yayın aşamasına dek nasıl bi sisteminiz var?
Öncelikle okumaya, araştırmaya, hayatı sorgulamaya devam ediyorum. Böylece, sorular, sorunlar ve bazı fikirler gelişiyor. Ben bu fikirleri yazarak anlatmak istiyorum. En çarpıcı şekilde nasıl anlatabilirim? Bunu araştırıyorum. Müsveddeler, müsveddeler, müsveddeler… Sonunda tüylerimi diken diken eden bir imge buluyorum ve o imgeyi işlemeye başlıyorum. İşleme süreci, simgeleştirme süreci… Ve tabii ki, önce son sahneyi kurguluyorum. Son sahne güzelse, üzerine bir roman inşa edebilirim.
Çokyönlü bir yazarsınız. Parfüm uzmanlığı, müşteri deneyimi danışmanı, eskrim, kurmaca ve kurmaca dışı eserler, vesaire… Özellikle kültürel tarafı için soruyorum: Türkiye’de tüm bu çabaların karşılığı sizin için nedir ve bu karşılığı alıyor musunuz?
Kültürel açıdan bunun karşılığını düşünmedim ama bu uğraşlarım bence bir karşılık… Neye? Kültürün bana sunduklarına karşılık… Maddi karşılığa gelince, nerdeeee?
Bizden bu kadar. Eklemek istedikleriniz varsa buyurun.
Teşekkür ederim.
Biz teşekkür ederiz. 🙂