Cemal ve Soysuzluk adlı ilk öykü kitabı ile edebiyat yolculuğuna başlayan yazar Işıl Aydın’ın, bir arayışın hikâyesini anlattığı ilk romanı En Uzun Yol, Kafka Kitap’tan çıktı. Charles Dickens ve Paul Auster gibi pek çok yazarın eserini dilimize kazandıran Işıl Aydın, yaşamının yaklaşık on yılını dünyanın farklı coğrafyalarında ve kültürlerinde geçirmiş. Farklı coğrafya ve kültürlerden edindiği deneyimler kadar yıllar içinde biriktirdiği edebiyat deneyimi, onu karşımıza özgün bir yazar olarak çıkarıyor. Kendisi bu deneyimi ise şöyle özetliyor:
“Gitmek, yollara düşmek, hayatımda aldığım en iyi karardı.”
Editörlüğünü yazar Mahir Ünsal Eriş’in yaptığı En Uzun Yol‘da okura ağaçlar, şehirler, sınırlar eşlik ediyor. Işıl Aydın, ilk sayfadan itibaren heyecanını diri tuttuğu duru diliyle, Türk edebiyatında yeni bir ses olmayı vaad ediyor. Bir röportajında En Uzun Yol’la ilgili okuruna şöyle sesleniyor:
“Kurgunun bel kemiğini gerçekle kurulan- kurulamayan temas oluştursun istedim ve dil de buna uyum sağlasın. Gerçekten sapılan noktalarda dil de doğrusallıktan, alışıldık olandan sapsın istedim sanırım. Ama dediğim gibi bu üzerine düşünüp de tasarladığım bir şeyden çok hissini bildiğim, dilin dümenini de sürekli o hisse doğru kırdığım bir süreçti. Kendiliğindenlik esastı yani.”
Yazar, okuruna öykülerinde olduğu gibi En Uzun Yol‘da da masalsı ve fantastik bir dünyanın kapılarını aralıyor. Tam bu noktada edebiyatın sevenleriyle o kuvvetli bağı oluşturduğu “bunu ben de yaşadım” hissi karşımıza çıkıyor. Kitapta anlatılan fantastik dünyanın içinde herkesin yaşayabileceği duyguları ve durumları okura aktarabilmesi hem kitabı hem de yazarı benzerlerinden ayırıyor.
Yazarın, dilin ve anlamların ötesine geçmeyi amaçlayan tavrı, romanın tamamında dikkat çekerken, duygu yoğunluğu fazla diyaloglar, üzerinde düşünme istediği uyandıracak karakterler, okuru üzerinde emek isteyecek bir okuma deneyimine çağırıyor. Romanın anlatıcı karakterinin bir genç kızdan kadınlığa geçişine şahit olduğumuz En Uzun Yol’da en ilgi çekici noktalarından biri de cinsiyetlere ve cinsel rollere dair çok ayrıntı verilmemesi. Yazar Işıl Aydın bir röportajında bu konuyu şöyle yorumluyor:
“Cinsiyet, üzerine düşündüğüm meselelerden biri olmadı bu kitapta. Hikâyeyi toplumsal roller, tanımlar, akıl yürütmeler alanının dışında bir yerden, daha geniş bir düzlükten anlatmaya gayret ettim. Ben yazarken Ananda’yı hep ergenliğinin sonlarına yaklaşmış bir erkek, anlatıcıyı ise ergenliğinin başlarında bir kız çocuk olarak hayal ettim ama bu başka türlü de hayal edilebilir elbette. Sadece bendeki resim buydu. O nedenle bu metni bir yönüyle, aniden büyümek zorunda kalan iki çocuğun hem bunu sindirmeye çalışma hem de buna isyan etme hikayesi gibi okuyabiliriz. Ve daha pek çok farklı biçimde.”
En Uzun Yol, doğayı da başka biçimlerde, kendi masalının içinde harmanlayarak sunuyor okuyucusuna. Roman akıp giderken kendinizi doğanın içinde ve doğayla konuşur gibi hissediyor olmanız muhtemel. Zaten metnin içinde doğanın kişiselleştirişi, insan-doğa arasındaki bütünlük ve ayrılmazlık sık sık karşımıza çıkıyor.
Romanda hem doğa hem de insanlar açısından anlatılmayanı anlatan genellenen bakış açılarının dışına çıkan özgün tavır, cinsiyet ve rolleri konusunda da kendisinden ödün vermiyor.
“Bu dünyaya ayrılmaya mı geldik? Bu dünyaya ayrılıp da mı geldik? Ana babalar kendi ana babalarından doğamadan mı bizim ana babalarımız oldular? Sahi bu dünyada kim kimdik? Sınır neredeydi? Ben nerede bitiyordum da öteki başlıyordu? Fay bu yüzden mi vardı? Mevsimler neden böyle çabuk dönmüş ve yine yaz gelmişti? Yoksa en uzun yol yaz mıydı?
Bu sorular benim. Yıldızlar kadar. Ağustos ayını yıkayan meteor yağmurları kadar.”
Kendisini göçebe ruhlu olarak tanımlayan Işıl Aydın’ın bu masalsı ve özgür romanı, toplumsal kabullere karşı bir duruş, doğanın insanın hiç bakmadığı haline bir özgün bir bakış olarak karşımıza çıkıyor. Okurunu sorgulatan, düşündüren ve bambaşka dünyalara götüren En Uzun Yol, edebiyatımıza keskin ve yaratıcı bir imza niteliği taşıyor.
En Uzun Yol · Yazar Işıl Aydın Hakkında
Işıl Aydın, 1983’te Yalova’da doğdu. İstanbul Üniversitesi İngilizce Mütercim Tercümanlık Bölümü’nden mezun olduktan sonra dünyanın farklı coğrafyalarında, birçok ülkede yaşadı. İngilizce ve İspanyolcadan kitap çevirileri yaptı. 2020 yılında Cemal ve Soysuzluk adlı ilk öykü kitabı yayımlandı.
Küçüklüğünden beri günlük tutan, yazma disiplinliyle hep haşır neşir olan yazar, yazar olma serüveninin çıkış noktasını şöyle aktarıyor:
“Kitapların arasında, klasiklere gömülü, evinde kütüphanesi olan bir çocuk değildim. Hayal dünyasında takılan, çok okumayan bir çocuktum. Çocukluğumdaki o dışa dönüklük, ergenlikte içe kapanmaya döndü. Kitaplarla tanıştım, bohem abi ve ablalarımız vesilesiyle yeraltı edebiyatıyla tanışıp okumaya başladım. Ergenlikte etrafımızdaki hiçbir şeye uyum sağlayamıyorken burası kapı açtı. Sonra bir baktım okumak diye bir şey varmış, sonrası çorap söküğü gibi geldi.”
—
Kaynaklar: