“Straplez olmayacak mı gelinlik, ama çok moda?”
Eksik bir çocuktum ben. Bir dağın tepesinden annemin karnına yuvarlanmış ve parçalara ayrılmışım misali. Sonra da toparlayan olmamış. Ben dahi.
Kendini yere göğe sığdıramamış bir akla sahip olmak, günün her saati yeniden, yeniden ve yeniden ölmek gibi.
Uyuyup uyandın mı? Tebrikler, doğdun. Şimdi ölümüne kadar durmadan sorgula, zaten önünde 24 saat var. Sor bakalım o neden, şu neden, bu nasıl oldu ve bunlar kim? Durma, sor, sadece sorarak zevke gelsin aklın, cevapları bulmak bir nevi mastürbasyon, asla sevişmenin yerini tutamaz.
İşte böyle bir döngü içinde yaşamaya çabalamak Tanrı tarafından verilmiş bir kupa kazandırmadı bana. Ne bileyim, günün herhangi bir saatinde gökten alkışlarla inen melekleri bekliyorum yıllardır; bana “Tebrikler, bugün de delirmediniz” diyecekler diye. Demiyorlar. Onun yerine böyle sorular geliyor:
“Yakası dantelli mi olsun, yoksa taşlı mı?”
Yakama yollar dizmek isterdim. Ucunu bucağını bilmediğim dünyanın, ucunu bucağını bilemediğim
yollarından hem de… İstediğim an üzerlerinde koşmak, yürümek ya da öylece durmak için. Bazen durmak gerekir sadece yolun birinde…
yollarından hem de… İstediğim an üzerlerinde koşmak, yürümek ya da öylece durmak için. Bazen durmak gerekir sadece yolun birinde…
Taşlı yaka sevmiyorum, sevseydim daha sevimli olurdum. Daha çok uyum sağlayabilirdim gösterilenlere… Oylamalarına bir türlü anlam veremediğim yarışmalara, kendini “içine girilip çıkılacak bir delikten” öte göstermemek için fazladan çaba gösteren kadınlara, kadınlarını üye oldukları spor salonundaki bir vücut geliştirme aleti sanan erkeklere, birbirlerinin nikah tarihlerini
kelime-i şahadet gibi ezberleyen “kanka”lara… Ve daha fazlasına…
kelime-i şahadet gibi ezberleyen “kanka”lara… Ve daha fazlasına…
Ama yapamıyorum ve dünya beni gitgide kendimle tanıştırıyor. Ya da bunu Tanrı yapıyor. Dünya daha bilimsel şeylerle uğraşıyor ve çok kalabalık. Bütün derdi ben olamam. Peki ya Tanrı’nın bütün derdi ben olabilir miyim? Elbette öyle! Çünkü o Tanrı. Herkesin tek bir tanrısı vardır ve Tanrı’nın tek derdi bir başkasıdır.
“Balık tipi gelinlik yapalım, vücudunuza çok uygun.”
Tanrı bana kendimi anlatıyor hiç durmadan; neleri sevdiğimi, neleri sevmediğimi, neleri anlayıp nlamayacağımı, nerede durmam ve ne kadar ileri gitmem gerektiğini. İnsanın kendini tanıdıkça başkalarına olduğu kadar kendine de yabancılaşması ironik değil mi?
Kendimi kumanda edemediğim günlerde bu tanışıklık, içimde “Keşke seni hiç tanımasaydım!” nidasına dönüşüyor.
Evet, seni tanımasaydım kendim ve bilmeseydim tek bir cümlenin açtığı kapıları. Çünkü yıllar yıllar önce o kapıları kapamış, altlarına bezler sıkıştırmış, üzerine beyaz boyalarla çarpılar atmıştım.
Üzerlerine kocaman “GİRİLMEZ!” yazmıştım. Girersem patlardım çünkü, içerisi TNT doluydu. Zarar göreceğin her yerden kaçmak ve giderek yalnız kalmak… Bu, kendini tanımanın sonucudur. Halbuki sana nereden zarar geleceğini bilmesen ne olurdu, her şey pür-i pak.
Üzerlerine kocaman “GİRİLMEZ!” yazmıştım. Girersem patlardım çünkü, içerisi TNT doluydu. Zarar göreceğin her yerden kaçmak ve giderek yalnız kalmak… Bu, kendini tanımanın sonucudur. Halbuki sana nereden zarar geleceğini bilmesen ne olurdu, her şey pür-i pak.
“Nasıl tarlatan istemiyorsunuz, olur mu öyle gelinlik?”
Öyle gelinlik olmaz, peki böyle hayat olur mu? Evet, bu dünya bir maket, Tanrı başarılı bir “maketsever”. Her daim, hobileri için boş vakit bulan örnek bir varlık. Çünkü hobiler, sevenini zinde
tutar. Bu nedenle Tanrı hepimizden genç… Sırf kendine bu denli vakit ayırabildiği için hepimiz öleceğiz, bir tek o kalacak.
tutar. Bu nedenle Tanrı hepimizden genç… Sırf kendine bu denli vakit ayırabildiği için hepimiz öleceğiz, bir tek o kalacak.
Oysa ben ölümden çok korkuyorum. Çünkü yaşamadım. Yaşadığım şeyler hayata bağlı değildi, onlar sadece geçmesi gereken günlerdi. Arada sırada yaşadığım günler oldu tabii, ama perdenin arkasında öyle korkunç sahneler gördüm ki, “Bırak” dedim “Onlar yaşasın, sen kaç”.
Becerdim de bunu, hayatımı derin dondurucuya attım. “Buna burada hiçbir şey olmaz” dediler gecenin birinde mor kafalı cinler. “Günlerini geçir, istediğinde hayatını oradan çıkarırız beraber.”
Cinlerime güvenirim, hep güvendim. Çünkü onlar saftırlar, oldukları gibidirler. Gittikleri yön bellidir, onları durmadan takip etmek zorunda kalmazsın.
Hayatımı dondurucuya atınca bir sürü yılı sanki yaşamıyormuşçasına geçirmek kolay oldu. Eksik hayatlar doldu etrafım, bağıran kadınlar, birbirine küsmüş vücutlar, durmadan kesilmek istenen bilekler, boğaza sarılan düğümler, ölen çocuklar, giden erkekler, yıkılan çatılar ve dumanı tütmeyecek evler.
Hepsi önümden sırayla geçti. Benim büyümemi engellemedi. Yaşım büyüdüğünde “Keşke çocuk
kalsaydım” demedim ben, çünkü benim asıl kabusum çocuk halimdir.
kalsaydım” demedim ben, çünkü benim asıl kabusum çocuk halimdir.
Çocukluktan alabildiğince uzak kalmak, insanın içinde eko yapar. Biri gelip içeri doğru bağırdığında, sesin çarpacağı sağlam duvarların yok demektir. Zordur, yorucudur ve dönüp dolaşıp canının
acıdığı bir kuyuya düşürücüdür.
acıdığı bir kuyuya düşürücüdür.
“Ama gelinlik biraz süslü olur, herkes size bakacak.”
Doğduğum andan bugüne etraflarında “Ne yapıyorsunuz acaba?” diye baktığım insanlar, bir gün, tek bir gün, ortalama dört saat durmadan bana bakacaklar. Zafer kazandığımı düşünecekler, bir erkeği evlenmeye ikna etmemi içten içe takdir edecekler, “Deli meli ama bak kurdu yuvasını” diyecekler, benim yuvamın rengini ve malzemesini bilmeden.
Küçükken, akşam vakti yakılan sarı ışıklı evlerde yaşayanların hep çok mutlu olduklarını düşünürdüm.
Beyaz ışıklı evler ise mutsuzdu bana göre. Sarı ışıklı evde Ertem Eğilmez varsa, beyaz ışıklı evin sahibi kesinlikle David Lynch’ti.
Beyaz ışıklı evler ise mutsuzdu bana göre. Sarı ışıklı evde Ertem Eğilmez varsa, beyaz ışıklı evin sahibi kesinlikle David Lynch’ti.
Onlar bile kurduysa yuvasını, benim gibi bir deli mi kurmayacaktı?
“Şimdi evini çekip çevirme zamanı, kolay mı, evleniyorsun.”
Ey Tanrım!
Diyorum ki sana, neden bu kadar zorda kadınlar? Neden bir şeyi hep evirip çevirmek zorundalar? Evlilik dediğin şey kadın için mi, bunu sen söylemiş olamazsın. Sadece kadından çıkan kutsal bir müessese ise bu “izdivaç”, bırak; sadece kadınlar birbirleriyle evlensin.
Kadın, bir adamın “eşi” olur sadece Tanrım, eve alınan kokuları birbirine karıştırmayan fırın değil, sessiz çalışan süpürge değil, buhar gücüyle her şeyi dümdüz eden ütü değil, gelen misafirleri rahat ettirecek pofuduk koltuk değil, dantelli jartiyer değil, akrabalara sunulan lokum değil. İnsandır sadece.
İnsan olmak Tanrı olmaktan daha zordur ayrıca, çünkü Tanrı’lar hiçbir şey için kimseye hesap vermez ve hiçbir şeyden sorumlu tutulamazlar.
Hem Tanrı’ların ucu bucağı yoktur, sınırlar sadece insanlar içindir. Beni buraya sen attın, elindeki kepçe ile hayatı durmadan karıştırdın, cesaret edip bir kere sana “Evini ne biçim çekip çevirmek bu?” diye sordum mu? Dünya da benim yuvam değil mi? Ev sahibi de sen değil misin?
“Gelin oluyorsun yaa, inanılmaz, kırk yıl düşünsem aklıma gelmezdi evleneceğin”
Gelin oluyorum ya, inanılmaz, kırk yıl düşünüp duracağım sorularla gelin oluyorum. Bitmek
tükenmek bilmeyen şüphelerimle, her kadının bir olmadığına, aslında meselenin sadece “insan” olmakta yattığına olan inancımla gelin oluyorum.
tükenmek bilmeyen şüphelerimle, her kadının bir olmadığına, aslında meselenin sadece “insan” olmakta yattığına olan inancımla gelin oluyorum.
Etrafımda sorulan bu soruların içinde debelenirken başka sorular sormaya devam ediyorum, ellerimle durmadan toprağın altını eşeliyorum. Belki hiç var olmadığımı, belki hiç doğmadığımı farz ederek gelin oluyorum. Çünkü var olmayanlara has bir dünya daha var ta içeride ve orada her şey çok daha hiç. Ve
bir yerde ne kadar baskınsa hiçlik, hakikat orada kök salıyordur.
bir yerde ne kadar baskınsa hiçlik, hakikat orada kök salıyordur.
Doğumum, çocukluğum, gençliğim ve sonrası için bir sıralama yapamıyor ve hiçbirini bir diğerinden ayıramıyorum. Hepsi birbirinin içinde erimiş gibi ve ortaya çıkan şey benden fazlası değil.
Ötesi ve sonrası içinde, mor kafalı cinlerimle birlikte hayatı dondurucudan çıkarıyorum. Günler de erimeye başlasın. Vaktidir.
Şimdi gelini öpebilirsin.
1987, İstanbul doğumlu. Felsefeci, yaratıcı drama&tiyatro eğitmeni. Başta KalemKahveKlavye olmak üzere çeşitli mecralarda yazılar kaleme alıyor. İlk kitabı Aristoteles · Hayatı Bir Şölen Sofrası Gibi Bırakmalı Ne Susuz Ne de Sarhoş 2022’de Destek Yayınları’ndan çıktı. Evli ve iki kedi annesi.
Bir kadinin daha benimle paralel yollardan gectigini kendisine ve dunyasina aykiri bir ruhla yasama kabiliyetini gipta ile okudum.