Koronavirüs salgınıyla gündeme gelen distopya/ütopya konusuna Juli Zeh’nin Metis Kitap‘tan çıkan Temize Havale romanı üzerinden bir Duygu Altın yorumu.
Bir solucan deliği içine girdi sanki Dünya ve deliğin içinden hızla akıyoruz, sonucunda nereye varacağız? İşte orası tam belli değil. Koronavirüs sadece bir ülkeyi değil, tüm dünyayı derinden etkileyen bir salgın oldu. Şu anda tüm insanlık bundan muzdarip ve hepimiz, çokça ilginç, tek bir senaryonun oyuncuları gibi, tek bir şey yapıyoruz: Evde kalmak.
Kimine göre bu, doğanın bir gazabı, kimine göre bu yine o hiç bilinmeyen öteki düşmanın (dünyanın bilmem ne zenginlerinin) kurgulamış olduğu bir komplo insanlığa, kimine göre ise bu bir karma. Yine de ortak bir söylem yavaş yavaş yükselmeye, bizler de ilk eve kapanmanın ilk paniğini ya da histerik durumunu bir nebze atlattığımızda bir şeyleri duymaya başladık: Yeni Dünya Düzeni. Böyle deniyor. Artık geri döndürülemez bir biçimde yeni bir çağın çok sancılı başlangıcında olduğumuz gerçeği yükseliyor gün geçtikçe.
2011 yılında Metis Kitap’tan çıkan Juli Zeh’in -ilk yayımlanma tarihi 2009- Temize Havale romanı 21. yüzyılın virüs ve hastalıklarla çökmüş sistemlerinden sonra ortaya çıkan yeni dünya düzenine dair tasarladığı distopik bir sistemi ve bu sistemin içindeki kahramanların başından geçenleri anlatmaktadır.
Temize Havale ‘nin konusundan kısaca söz edecek olursak, 21. yüzyılın kapitalist üretim sistemi ve ulusçuluk fikirsel altyapısı üzerine inşa edilmiş siyasi sistem virüs kaynaklı hastalıklar nedeniyle çökmüştür. Yeni dünya ise Yöntem olarak adlandırılan, insan sağlının fetişleştirildiği ve vatandaşlık görevinin ise yine beden sağlığı üzerinden tanımlandığı distopik bir sistem üzerinen kurulmuştur. İnsanlar ise sisteme karşı çıkmak şöyle dursun, Yöntem’in insanlık için oluşturulmuş en iyi yönetim biçimi olduğunan inanmaktadırlar.
Temize Havale ‘nin ana kahramanı Mia Holl de bu sistemin sadık bir bireyidir. Fakat erkek kardeşi Moritz, bir gün ansızın bir kadına tecavüz etmek suçundan tutuklanmış, hapishanede ise intihar etmiştir. Mia ise, kardeşinin suçsuz olduğuna hep inanmış olup onun intiharından sonra Yöntem’e karşı zihninde oluşan sorgularla yüzleşirken, Yöntem’in ateşli savunucusu Henrich Eskici isimli gazeteci ve yazarla karşı karşıya kalmak zorunda kalır. Eskici ise Moritz’le tamamlayamadığı planını Mia üzerinden kurgulayarak, tüm Yöntem karşıtlarını hükümsüz kılmak için amansızca harekete geçecektir. Gelişen olaylarla Mortiz’in suçlu olup olmadığı da ortaya çıkacaktır.
Yazıda ilk olarak Yöntem’in bir ütopya mı, yoksa distopyayı mı kurguladığını, daha sonra ise Moritz ve Mia karakterleri üzerinden Temize Havale ‘ye dair incelemeyi ele alacağım.
Temize Havale · Yeni Dünya Düzeni ‘‘Yöntem”e Yamuk Bakmak
“Aslında hepimiz bunu biliyorduk değil mi Eskici? Sizse haydi haydi. Ama ben de biliyordum. Değişen bir şey yok. Asla bir şey değişmez. Ha bu sistem, ha diğeri. Hepsi aynı. Ortaçağ bir dönem değil. Ortaçağ insan doğasının adı.” —Mia Holl.
Edebiyatta geleceğe dair bilinmezlik üzerine kurgu üretme çok eski zamanlardan günümüze kadar ilgi uyandırmış, böylece ütopya, distopya ya da bilim kurgu türleri insanın nasıl bir gelecekte yaşayacağına dair kurgulanan türler olarak kaleme alınmıştır.
Thomes More’un Yunancadan türettiği, var olmayan yer anlamına gelen ütopya “hiçbir yerdeki” anlamında olup, güzel yer anlamı ise ona sonradan eklenmiştir, ki buna geleceğim. Bu bağlamda ütopyalar, var olan sisteme karşı daha eşitlikçi, daha adil daha mutlu düzene işaret eder. Kısacası yeni bir siyasi topluluk biçimleri sunar. Avrupa Aydınlanması’nın getirdiği akılcı yaklaşımın ürünü olan ütopya, kapitalizmin artan gücü, savaşın yıkımları sonucunda yerini distopyaya bırakmıştır. (George Orwell’ın ‘1984’ü, 1949’da yazdığını düşünecek olursak, yazarın distopyasını kurduğu dünya sadece 35 yıl ilerdeydi.)
Temize Havale ’ye dönecek olursak, roman 21. yüzyıl sonrası kurulan bir sistemi anlatmaktadır.
Dünya 21. yüzyılın büyük savaşlarından sonra ülkeler ideolojiden arındırılmıştır. Ulus, din, aile gibi kavramlar artık anlamını yitirmiş, devasa bir lağvetme çağı başlamıştır. Bu binyılın dönümünde ise insanlar daha yüksek bir uygarlık aşamasına değil, tek başına, yönünü bitirmiş şekilde ve ilkelliğe daha yakın hissetmişlerdir kendilerini. Kimsede özgüven kalmamış, insanlar birbirlerinden korkmaya başlamış; şahsi bencilliklerin abartılması, sadakatin yok oluşu ve sosyal güvenlik sistemlerinin çöküşünü getirirken bu dönem kısaca romanda şu şekilde özetlenir: Kaos, hastalık ve güvensizlik.
Yöntem’in sözcülüğü yapan Heinrich Eskici böyle özetliyor geçen yüzyılı Mia’ya.
Muhtemelen Temize Havale romanında Avrupa (çünkü romanda mekan ve zamana net gönderme yok.) Yöntem adı verilen yeni dünya sistemiyle yönetilmektedir. Bu sisteme göre en kutsal şey, ne din, ne aile, ne de ideolojidir. İnsan sağlığı, bu sistemin en kutsal unsurudur ve bunu delecek, aşacak bir şeye izin vermeyen bu hegemonik söylem, geçmiş sistemlerin de üstünde, mükemmel tasarlanmış bir düzendir. Romanda bu yeni dünya düzenine ise insanlar karşı çıkmak şöyle dursun, tam tersine bu sistemin onlar için en iyisi olduğuna inanmakta olup, yani Yöntem’in oldukça sadık bireyleridir. (Benedict Anderson’un ele aldığı gibi ‘‘Hayali Cemaatleşme’’ gerçekleşmiştir yani.)
Yöntem kendini oldukça başarılı görmektedir, çünkü yirmi yıldır kimse soğuk algınlığına bile yakalanmamıştır. Geçmiş yüzyılın her türlü maddi ve manevi acıları artık Yöntem sayesinde geride kalmış, insanlık bir nevi altın çağına dönüşü yaşamıştır.
Sistemin işleyişinin en temel noktası, bireylerin sağlığından devletin sorumlu olmasıdır. Yöntemde vatandaşlık görevleri ise, uyku, yeme içme, spor faaliyeti, idrar tahlili gibi tamamen kişilerin sağlıkla raporlarını düzenli olarak devlete verilmesi olarak belirlenmiştir. Hatta eş seçiminde bile fizyolojik uyum gerekmekte, bunun için de devletin ‘‘Merkez Eş Bulma Acentası” vardır. İşte romanda kurgulanan yeni dünya böyledir. (Covid-19 sonrası, Avrupa’nın sağlık sisteminde çok büyük değişimler yapacağı söylemlerini hatırlayalım.)
Bu anlamda roman kendinden önceki distopik kurguların toplumlar üzerindeki sert, zulmedici ve ezici gücünden farklı olarak; dezenfekte edilmiş, hastalıklardan arınmış bir dünya, sağlıklı bireyler ve tıkır tıkır işleyen bir sisteme dayalı geleceği tasarlar. O zaman bir soru açığa çıkıyor romanla ilgili: Temize Havale bir distopyayı mı yoksa ütopyayı mı anlatmaktadır?
Firdevs Cambaz Yumuşak’ın “Ütopya, Karşı Ütopya ve Türk Edebiyatında Ütopya Geleneği” makalesinde Krishan Kumar’dan yaptığı alıntıya göre, karşı-ütopya, en başından beri ütopyayı takip etmektedir. Bu da aslında birinin ütopyasının bir başkasının karşı-ütopyasına dönüşebileceğine işaret eder. Bu bağlamda ütopya ve distopya arasında kesin bir sınır çekilemeyeceğine işaret etmiştir Kumar.
“Ütopyalarda sınırlı akıllar tarafından mükemmel olduğuna dair bir sistem inşa edilir. Bu sistemin aksamadan işlemesi için insanların düzene uyması gerekir. Ütopyanın bu şekilde insan iradesini ortadan kaldırması da sorundur.”
Yine aynı makaleden alıntılayacak olursak, Bülent Somay ütopyanın totalitaryanizmine işaret etmiş; ötekiyi ortadan kaldıran, her şeyin o total yapı içinde ve dışarıda kalanları yok sayarak kurulduğunu iddia etmiştir. Bu bağlamda Somay’a göre özgürlükle ütopyanın birleşmesini biz sonradan yakıştırdık. Ütopyanın temsil ettiğini var sayılan özgürlüğün ise ütopyalarda olmadığını, tersine özgürlüğün ütopyaların yıkımı olduğunu söyler.
Cioran’dan alıntılayacak olursak:
“Özgürlük diyordum, kendini gösterebilmek için boşluk icap ettirir; bunu talep eder- ve buna boyun eğer. Özgürlüğü belirleyen koşul, tam da onu oradan kaldıran koşuldur. Dayanak noksanlığı çekmektedir: Ne kadar tamam olursa o kadar temelsizleşecektir, zira her şey onu tehdit eder, içinden çıktığı ilke dahi. İnsanın yapısı, özgürlüğü kaldırmaya veya onu hak etmeye o derece müsait değildir ki, bizzat özgürlük öyle bir yük haline gelir ki, insan özgürlüğün yol açtığı aşırılıklar yerine terörün aşırılıklarını tercih eder.”
Dönelim buradan Temize Havale romanına. Yöntem, insanlığa ütopya sunduğunu iddia eden ama her ütopya gibi karşı-ütopyasını içinde barındıran bir sistemdir, diyebiliriz. Eskici için nihayetinde Yöntem bir altın çağdır, fakat Mia içinse bu düzen onun kâbusudur.
Böylece ütopya ve distopyanın bu iç içe geçmiş sınırlarını daha iyi anlamak için ise Zizekvari bir “yamuk bakma”ya başvurabiliriz.
Lacancı bakış açısıyla pek çok edebî metni ve sinema yapıtlarını ele alan Zizek, Lacan’ın Marx’ın “artı değer” kavramından model aldığı “plus de jouir” olarak tanımladığı “artı keyiften” söz eder. Lacan bu kavramın haz nesnelerini tersine dönüştürme gücüne vurgu yapmıştır. Böylece gayet normal olan bir hazzın iğrençleştirildiği ya da iğrenç bir eylemin cazip kılındığı bu güce, ancak ‘‘yamuk bakıldığı” takdirde onun yansıttığı gerçekliği görebileceğimizi söyler.
Temize Havale’ye de ‘‘yamuk bakmak”la ütopik olarak sunulan değerlerin çarpıtılmış gerçekliğiyle daha yakından temas edebiliriz.
Temize Havale ‘de Bir Anakronizm Sorunu: Mia Holl
“Tek amacım, ardımda bir şey bırakmak. Amaçsız bir şey yaratmak. Amacı olan her şey günün birinde bu amacı yerine getirdikten sonra tüketilir. Tanrının bile amacı insanları avutmaktı, peki ne oldu: Onun da ebediyeti anlamını yitirdi.” —Mia Holl.
Temize Havale yazarı Mia Holl bir biyolog. Her şeye bilimin ışığında bakan, olayları biyolojik terimlerle açıklayan ve Yöntem’in sadık bir bireyi. İki insanın gözlerinin içine baktığında bile, kendi kendine bakan madde, diye düşünmektedir. Onun hayatını derinden sarsacak şey ise 27 yaşındaki erkek kardeşi Moritz’in tutuklanması ve cezaevindeki intiharıdır. Roman Mortiz’in ölümünden sonra Mia’nın yaşadıkları üzerine kuruludur.
Henrich Eskici, Yöntem’in sözcüsü, hatta romanda sistemin kişileşmiş halidir. “Devlet Meşruiyetinin İlkesi Olarak Sağlık” adlı kitabının yazarı olan Eskici, tüm devlet kademelerine giren, bakanlardan bile önce olan biten hakkında bilgi sahibi olan, toplumu düşünceleriyle yönlendiren üst-akıldır. Yöntem’in içinde belirecek en ufak bir direncin insanlığı eski kaotik, hastalıklı ve acılı günlere döndürebileceğini inanmaktadır.
Moritz davasının da baş kişilerinden olan Eskici, şimdi de Mia’nın peşindedir. Eskici için dağınık halde gelişen Yöntem düşmanlığı tehlikelidir, çünkü rastlantısallığın kaosu her an tetikleyebilecek güçte olduğunu bilmektedir.
Kabuğuna çekilip kardeşinin yasını tutmak isteyen Mia Yöntem’in uyarılarına maruz kalırken, Eskici’nin de dikkatini çeker. O andan itibaren ikisi arasında amansız bir diyalog ve mücadele de başlar aslında. Böylece Mia bu süreç içinde Moritz’i çok daha iyi anlamaya, onun sahip çıktığı şeylerin önemini fark etmeye ve sistemin sadece kutsal belirlediği şeylere önem verdiğini, diğer her şeye yok edilmesi gereken bir tehlike gözüyle baktığını daha net kavrar. Yani bakışı giderek “yamuklaşır” Yöntem’e karşı.
Yöntem, Mia’ya hem fiziksel hem ruhsal şiddetini arttırdıkça aslında sisteme sadık olduğunu söyleyen bir bireyi sistem karşıtı bir bireye dönüşmesine de neden olur.
Ütopyanın kendi içinde barındırdığı karşı ütopyasının ortaya çıkışı yaşanır adeta.
Sonunda Mia’yı bir hayvan gibi kafese kapatıp yargılar, ona işkence eder ve suçlu ilan eder.
Eskici’nin gözünde ise Mia bir “anakronizm” sorunudur sadece, çünkü Mia ona göre kardeşinin ölümünden sonra ayarları bozulmuş ve kendini geçmişle şimdi arasında bir yere koymakta zorlanan, bu nedenle Yöntem’e karşıtlığı gibi kabul edilemez bir davaya sahip olan fanatiktir. Moritz’in tutuklanmasında parmağı vardır Eskici’nin. Bu romanda açığa çıkar. Fakat Eskici, Moritz üzerinden kurguladığı, yöntem karşıtlığınının itibarını yok etme planını Mia üzerinden devam ettirir.
Onun kişisel davasının giderek büyümesini ince detaylarına kadar hesaplar Eskici. Çünkü iktidar kendi karşıtını önce yüceltir ki sonra da bu yüce nesneyi alt ederek kendi hegemonyasını daha da güçlendirebilsin. Kendi yarattığı karşıtını yine kendi yok edebilsin. Yani, Mia’nın kişisel acısını toplumsal bir meseleye dönüştüren Eskici’nin tam da kendisidir.
Mia ise dört duvar arasında kardeşinin ölüm acısını yaşayan bir kadından, tüm toplumun davasını izlediği Yöntem karşıtı bir bireye dönüşür. Kolundaki çipi söküp atar Eskici’nin gözü önünde. Kendisini bir fanatik olarak gören Eskici’ye asıl fanatiğin o olduğuna dair sözler söylerken aslında nasıl bir oyunun içine kendini hapsettiğini göremez. Eskici’nin gözünde var olmaya ve onun tarafından onay görmeye hep ihtiyaç hisseder Mia.
“Şu şaşkın bakışa! YÖNTEM’in onu şehit yapacağına ciddi ciddi inandı. Oysa yalnızca basiretsiz iktidar sahipleri endişeli halka bir kült figürü armağan eder. Nasıralı İsa, Jeanne d’Arc- ölüm bireye ölümsüzlük verirken direniş ordularını güçlendirir. Sizin başınıza bu gelmeyecek, Bayan Holl. Ayağa kalkın. Giyinin. Eve gidin.”
Son sahne Mia’nın yaşadığı her şeyin ‘‘kurgusal olduğunun hissedildiği fenomenolojik deneyimdir.” Mia’nın uyandığı an “gerçek uyanış anıdır ve arada kalan mesafe kurgunun yeridir.”
“Yeni Dünyada” Başkaldıran İnsan: Moritz Holl
“İnsan yanıp yanıp sönmeli. Öznel, nesnel. Öznel, nesnel. Uyum, direniş. Açık, kapalı. Özgür insanın arızalı bir lambadan farkı yoktur.” — Moritz Holl.
Mia’nın aksine, Moritz çocukluğundan beri hayal gücü yüksek, bedenini salt bir nesne olarak görmeyen, iç dünyasını, ruhunu Yöntem gibi bir sistem içinde bile kaybetmeyen ve sadece bedenine değil, duygularına, sevgiye, insan ilişkilerine, sıcaklığa, kalbine varoluşu için sahip çıkan bir karakterdir. Mia, onu Eski Sevgili’ye şöyle anlatıyor.
“Sevgi için yaşamak istiyordu; insan onu dinlediğinde sevginin, hoşuna giden her şey için kullandığı herhangi bir kelime olduğunu düşünürdü. Sevgi doğaydı, özgürlüktü, kadınlar, balık tutmak, düzeni bozmaktı. Farklı olmaktı. Düzeni daha da bozmaktı. Bütün bunlara o, sevgi diyordu.”
Onun kendi hayatında varoluşunu duyumsadığı ritüelleri, yaşamsal sevinci ve espri anlayışı vardır. Örneğin Mia’yı “kadetral” dediği, dezenfekte sınırının dışında kalan bir nehir alanına götürüp orada devletin sigara içme yasağını delerek balık tutması Moritz’in hala insanca yaşamının bir kırıntısıdır ve çok önemlidir. Yine polisler tarafından, bir kadına tecavüz etme suçundan aynı yerde yakalanmıştır Moritz. Zira, onun sistem içinde kendi başına ürettiği bu eylemler Yöntem’e tehditten başka bir şey olarak algılanamaz.
Çünkü Moritz, bedenlerin kutsallaştırıldığı, sağlığın fetiş haline getirildiği ve hegemonyanın insan raporları üzerinden kurulduğu bir dünyaya ait değildir. O geride kaldığı için övünülen, 21. yüzyılın, her şeye rağmen, duyguların yitip gitmediği dönemin insanıdır. Moritz’in rüyalarındaki şehirse, bir fanusun içine kapatılmış dezenfekte değil, çatılarında paslı antenlerin var olduğu, sigara dumanları arasında yüksek sesli müziğin, bilardo toplarının tıkırtıları duyulduğu, bisikletlerin çalılara bırakıldığı, şarabın kirli bardaktan içildiği bir şehirdir.
Plastik çiçek görünümünde, ilk bakışta var olduğuna inanılan ama aslında var olmayan anlık aldanış, değildir. Moritz en başından beri ‘‘yamuk bakan”dır Yöntem’e. Onun yücelttiği şeylerin iğrençliğini ya da iğrenç kıldıklarının normalliğini gören gözdür.
Bu anlamda Moritz, Camus’nün Meursault karakterinin bir devamı gibidir. Onun gibi varoluşunu hissetmenin hazzıyla yaşamına devam etmek ister, küçük detaylarla yapar bunu. Mersault nasıl hafta sonu izinlerini balkonda sigara içerek ve sokaktan gelip geçeni akşama kadar izleyerek, arada denize gidip yüzmekle yapar ve bundan fazlasına ihtiyaç duymazsa; Moritz de “katedral” de balık tutarak, sigara içerek -ki yasaktır- eski anılarına tutunarak, doğayla temas ederek ve eş bulma acentasındaki kadınlarla ateşli sevişmelerle yapar.
Meursault, çok sıcak bir günde bir Arap’ı vurduğu için hapse düşer ve yargı süreci boyunca, asıl suçlandığı taraf ise cinayetten daha çok yaşam şekli olur. Annesi öldüğü gün denize gitmiş bir adamdır o ya da cenazede tek damla gözyaşı dökmemiş hatta sigara içmiş bir adamdır. Sonuçta Meursault’ın davası bir cinayet davasından çıkıp, onun yaşam tarzına yöneltilen suçlamalara döner.
Moritz de yaşamıyla, Yöntem’e yabancıdır. Bu sistemin dışında kalma özgürlüğünü elinde tutmak ister, ama o da Mersault gibi ağır bir suçtan, bir kadına tecavüz etmekten hapse atılır. Moritz tüm dava boyunca, masum olduğunu iddia eder.
“Gafletinizin sunağında kurban ediyorsunuz beni.”
İntiharının ardından Moritz, Temize Havale romanında ‘geri dönen bir ölü’ olarak varlığını sürdürür.
Yine bu noktada Zizek’e dönecek olursak ve onun ‘‘Ölüler niye geri döner?” sorusunun cevabını Lacan’dan aktardığı şekilde verecek olursak: Usulünce gömülmedikleri için, ölüler bazı ödenmemiş simgesel borçları ödetmek üzere geri dönerler.
Romanda onun davası kilit bir rol oynar ve davası Gülyanak adlı avukat tarafından yeniden açılır ve Moritz’in gerçekten bu suçu işleyip işlemediği de bir neticeye varır.
Moritz intiharıyla, varoluşsal meselesini Mersault’dan bir adım daha öteye taşır. Son cümle olarak, “Hayat, insanın reddedebileceği bir tekliftir.” der.
Camus Başkaldıran İnsan’da: “Birey kendi devinimi içinde ölmeyi kabul ediyorsa, öldüğü de oluyorsa, bununla kendi yazgısını aştığını, bir değer uğruna kendini kurban ettiğini gösteriyor, demektir. Ölme olasılığını, savunduğu bu hakkın yoksanmasına yeğ tutuyorsa, bu hakkı üstün tutuyor, demektir.” diye açıklamıştır.
Böylece Temize Havale romanının kahramanı Moritz yeni dünya sisteminin başkaldıran karakteri olur. İntiharıyla Yöntem’in hegemonyasında bir şekilde çatlak açmayı başarır. Camus’un belirttiği gibi ‘‘Diz çökmüş durumda yaşamaktansa, ayakta ölmeyi yeğ tutmuş’’ tur.
Son Söz Yerine:
“Ben de onu diyorum işte! Bir trene bindiğinde başlıyor. Belki yüksek sesle şarkı söylemek istiyorsun, belki de eli kolu alışveriş torbalarıyla dolu kadını öpmek veya zam geldiği için bilet parasını basbayağı ödememek istiyorsun. Ama biletin parasını veriyorsun, ses çıkarmayıp oturuyorsun ve yüzünü SAĞDUYU’nun arkasına gizliyorsun. Asla bir gruba, örneğin H.O.H’a, varsa o da tabii, neden katılmam, biliyor musun? Orada da, Yöntem’le yaşarken olduğu gibi, derdim aynı olurdu. Belli şeyleri düşünmeye, söylemeye veya yapmaya zorlarlardı beni. Ama talep ettiğim tek hak kişisel gerçekliğimi yaşama hakkımdır.” —MORİTZ, s. 110
“Ben sana anlatayım. Buna bir entegrasyon figürünün oluşumu derler. Ömürleri boyunca kuşkularında yalnız olduklarına inanan tüm kuşkucular, tatminsizler ve başka düşünenler birdenbire beraberliğin sevindirici duygusunu yaşıyorlar. Bense bu sevincin yansıtıldığı yüzüm. Beyaz bir perdedeki resim. Tam boy, çıplak, önden ve arkadan. Etten, kemikten oluşan bir özgürlük heykeli.” — MİA, s.145
“Yöntem düşmanları siniktir. Ama kötülükten değil, ki bu ayrıntı önemli benim için, bilgisizlikten. Yönteme uygun sağlık talebi insanlığın en büyük başarılarından biridir. Ama örneğin otuz dört yıl önce doğan bir kadının bedensel sıkıntılarla ilgili kişisel anıları olmadığı anlamına da gelir bu. 2011 yılının ölüm istatistiklerinin ne anlama geldiğini bu kadın bu gün artık anlayamaz. Onun için hastalık geçmişe ait bir olgudur.” —Eskici, s. 67.
Kaynaklar
- Temize Havale, Juli Zeh, Metis, 2011.
- Slavoj Zizek, Yamuk Bakmak, Metis, 2005.
- Albert Camus, Yabancı, Altın Kitaplar Yayınevi, 1977.
- Albert Camus, Başkaldıran İnsan, Can Yayınları, 1997.
- E. M. Cioran, Tarih ve Ütopya, Metis, 2013.
- Michele Riot, Ütopyalar Sözlüğü, Sel Yayınları, 2003.
- Krishan Kumar, Modern Zamanlarda Ütopya ve Karşı- Ütopya, Kalkedon Yayınları, 2006; Bülent Somay, “Bülent Somay ile Edebiyat ve Ütopya Üzerine”, Parşömen, 3(2), 2001: (Alıntılanan kaynak: Firdevs Canbaz Yumuşak, “Ütopya, Karşı Ütopya ve Türk Edebiyatında Ütopya Geleneği’’,Bilig, S.61, 2012.)
1986 yılında Bursa’da doğdu.Türk Dili ve Edebiyatı bölümünden 2009 yılında Tezer Özlü’nün romanları üzerine yaptığı bir çalışma ile mezun oldu. 2012 yılında Modern Türk edebiyatında yüksek lisans eğitimine başladı; bu dönemde bir süre Paris’te İnstitut National des Langues et Civilisations Orientales’de (İNALCO) Türkoloji bölümünde bulundu. Nedim Gürsel, Timour Muhidine gibi Türk edebiyatı üzerine çalışan yazar ve araştırmacılardan ders aldı. Yüksek lisans eğitimini, Prof. Dr. Yakup Çelik’le yürüttüğü, Fethi Naci’nin eleştiri günlüklerini incelendiği teziyle 2014’te tamamladı. Kocaeli Üniversitesi’nden formasyon eğitimi aldı. Özel bir kurumda edebiyat ve Türkçe öğretmenliğinin ardından, 2016 yılında YTÜ’de Modern Türk Edebiyatı bölümünde doktorasına başladı. 2008 yılında Galapera Sanat Atölyesi’nde Jale Sancak, 2018 yılında Gümüşlük Akademisi’nde Yekta Kopan’la ‘yaratıcı yazarlık’ çalışmasında bulundu. Yazarın Varlık, Arkakapak, Mavimelek, Galapera Fanzin dergilerinde yazıları yayımlandı. Şu anda doktora tezini hazırlamakta ve kendine ait ‘yazıyabeşkala’ isimli blog sitesinde, kitap, söyleşi ve incelemeler kaleme almaya devam etmektedir.