Meryem’in rahmi kurşunlara, Rahmi ise oksijene
dayanamamıştı. Hayatında ilk defa tattığı acıyı bitirmek için silahı ağzına
soktu.
Arkasına yaslandı.
Kafasını kaldırıp tavana baktı. Vizyonda geçmişi vardı. Zihnindeki yönetmenin,
geçmişte yaşadığı travmatik olaylardan seçme bir film sahneleyeceğini anladı:
Yedi yaşındaydı. Toplam nüfusun on iki olduğu bir akraba ziyaretinde vakit geçirebileceği
hiçbir çocuk olmadığı için bahçede tek başına hırsız-polis oynuyordu. Bazen hırsız
olup polisten kaçıyor, bazen de polis olup kaçmaya çalışan hırsızı
vuruyordu. Polis olduğu anlardan
birinde, köşedeki ağacın arkasına saklanan hırsızı burmaya çalışırken ağacın
altında, muhtemelen bir elin parmak sayısı kadar ay önce doğmuş olan bir kedi
gördü. Hiç düşünmeden, neredeyse kedinin yarısı kadar büyüklükte olan taşı
yerden kaldırdı. Kediyi ürkütmeyecek sakinlikteki hareketlerle hedef aldı ve
taşı tüm gücüyle fırlattı. Başarmıştı. Taşı tam
hedef aldığı yere, kedinin kafasına göndermişti. Minik bedenini
delirmişçesine sağa sola vuran canlının, birkaç saniye içinde nasıl bir cansıza
dönüştüğünü izlerken içini bir korku kapladı.
Acaba gören olmuş muydu? Etrafta kimse yoktu. Hızla içeri koştu. Bilinçli
yapılmış birkaç salakça hareketle büyüklerini güldürdü. Aklı ise yaptığındaydı.
Üzülmüş müydü bilmiyordu ama hissettiği şey kesinlikle pişmanlık değildi.
ileri gitmişti. Boş bir derste en yakın arkadaşının sevgilisiyle, hayatlarının geri
kalan kısmının nasıl geçeceğinin büyük bir bölümünü belirleyecek olan sınava
çalışıyorlardı. Aniden elini kızın bacaklarına daldırıp dudağından öpmeye
çalıştı. Kız “N’apıyorsun Rahmi!”
diye bağırarak kaçıp en kolay ağlayabileceği yer olan tuvalete doğru koştu.
Yaptığı şeye olumlu tepki alacağından emin olan Rahmi, kızın ters tavrı karşısında şok olmuştu. O da dışarı koştu.
Kız kimseye bir şeyler anlatmadan Rahmi anlatmalıydı.
Hayatındaki en sinirli yüz ifadesini suratına geçirerek arka bahçede futbol maçı yapan arkadaşlarının yanına
gitti. En yakın arkadaşına sevgilisinin onu öpmeye çalıştığını, kendisininse
karşılık olarak bir tokat verip sahaya geldiğini anlattı. Yıkılan Harun’un
cümle kurmasına fırsat vermeden, en sevdiği insanın böyle bir orospuyla birlikte olmasına tahammül
edemeyeceğini, derhal ayrılması gerektiğini söyledi. Harun “Nere o kaltak!”
haykırışıyla okula doğru koştu. Sınıfta kimse yoktu. Tuvalete yöneldi. Yaptığı
şeyin pişmanlığıyla ağladığını düşündüğü kızı kolundan kavrayıp “Nasıl
yaparsın, orospu!” diyerek tokadını
savurdu. “Orospu” sesiyle tokadın sesi
aynı anda beynine ulaşıp, orada çarpışmışlardı. İlk cinsel deneyimini birkaç
gün önce yaşadığı adamdan “Orospu”
kelimesini duyarak tokat yiyen kız, yaşının da yardımıyla o gece ailesi
uyuduktan sonra asmıştı kendisini. Rahmi,
yalan söylediğini iddia edebilecek tek kişi de yok olduğu için içten içe
seviniyordu. Ve hissettiği şey kesinlikle pişmanlık
değildi.
Birlikte geçirdikleri tüm güzel anlar kare kare görünüyordu. Meryem ile üniversitede
tanışıp aşık olmuşlardı. Sıradan bir ilişki yaşıyorlardı. Meryem’in okulu
bittikten bir süre sonra evlendiler. Rahmi, karısını daha üç aylık hamileyken
aldatmaya başlamıştı. Suçu neydi ki kadıncağızın, diye düşündü. Film bitmeden gözlerini
tavandan alıp yere verdi. Dirseklerini dizlerine, başınıysa ellerinin arasına
koydu. Rahmi, dokuz aylık hamile olan Meryem’in rahmine iki kurşun sıkmıştı.
Birisi Meryem’e, diğeri oğluna… Karısı ve daha doğmadan ölümle tanışan oğlu
tek beden halinde kanlar içinde yerde yatıyordu. Gözünden akan yaşlar hangisine
ait olduğunu bilmediği kana damlıyordu. Gözyaşlarının karıştığı kan acaba
karısının mıydı, oğlunun muydu?
göğsüne saplanıyordu. Oksijen ruhunu delik deşik ediyordu. Rahmi dayanamıyordu.
Meryem’in rahmi kurşunlara, Rahmi ise oksijene dayanamamıştı.
Hayatında ilk defa tattığı acıyı bitirmek için silahı ağzına soktu. Bu kadar
kolay olmamalıydı. Yaptıklarından bu kadar kolay kurtulamamalıydı. Silahı indirdi.
Kendisini ölümle ödüllendirmek yerine bu acıyla yaşayarak cezalandırmaya karar
verdi. Yatağa uzandı ve nasıl bu kadar kötü olabildiğini, bunda Tanrı’nın
suçunun olup olmadığını düşünerek polislerin gelmesini bekledi.
Azel Yılmaz’ın Tüm Yazıları
Kalem Kahve Klavye Dergi‘nin “Vicdan” temalı 5.sayısında yayınlanmıştır.