Gökhan Başkan’dan İspanya’nın yakın tarihi çerçevesinde İspanyol sineması üzerine yazılmış bir inceleme…
Şu an 2.bölümünü okuduğunuz bu yazı 3 bölüm olarak yayınlanacak olup İLK BÖLÜMÜNÜ BURADAN OKUYABİLİRSİNİZ. 3.bölüm ise ŞURADA.
İspanyol Sineması – 2
Demir Yumruk Altında, İtalyan Yeni Gerçekçiliğinden Etkilenmeler ve Carlos Saura
Guernica, Pablo Picasso tarafından 1937’de yapılan, İspanya İç Savaşı sırasında Nazi Almanyası’na ait 28 bombardıman uçağının 26 Nisan 1937’de İspanya’daki Guernica şehrini bombalamasını anlatan, 7,76 m eninde ve 3,49 m yüksekliğinde anıtsal tablodur. Saldırı sırasında 250 ila 1.600 kişi hayatını kaybetmiş, çok daha fazla sayıda kişi de yaralanmıştı.
Tablo zaman içinde, savaşın yarattığı trajedilerin anımsatıcısı, savaş karşıtı ve barış yanlısı düşüncelerin sembolü haline gelmiştir. Resim bittikten sonra bir gün faşist diktatör Franco sinirle “bu resmi kim yaptı” demiştir; Picasso cevabı yapıştırmıştır: “Siz”.
İç savaş, demiştir Lenin, halklar için bir okuldur.. Her ne kadar İspanya için de iç savaş bir okul olmuşsa da bu, çok zor geçecek bir okuldur. 3 sene süren savaşın ardından devletin başına 1976’ya kadar faşist Franco geçecek ve devleti demir yumruk ile yönetecektir.
İspanya Sineması için iç savaşın sonuçları daha ağır olacaktır. O dönem Luis Bunuel dışında pek çok sinemacı sürgün edilmiş ve yurt dışında film yapmaya başlamıştır. İspanya’da ise Franco yönetimi sık sık filmlere sansür koyuyor, bazılarının gösterilmesine engel oluyor, hatta yönetmenlere kendilerini övmelerini anlatan filmler yapmaları için baskı yapıyordu.
1950’li yıllarda, İtalyan yeni gerçekçiliğinden etkilenip film yapan birkaç İspanyol yönetmen göze çarpar. Manel Mur Oti, José Antonio Nieves Conde, Juan Antonio Bardem, Marco Ferreri ve Luis García Berlanga gibi yönetmenler bu dönemin önemli isimlerindendir.
Bu yönetmenlerin filmleri artık sokağı daha iyi anlatan filmler olarak tarih sahnesine çıkarlar. Gerçekçi sinema tarzı ile yapılan bu filmler genellikle kır-kent yaşamının farkı, yoksulluk, yozlaşma, göçmenler, işçi sorunları, karaborsa, suç gibi konulardır.
Bu filmler sade bir kurgulama tekniği ile yapılmıştır. Aşırı ilginç olaylar ve belirgin karakterlerden öte sokaktaki insanın hikayesi anlatılmıştır. Olaylarda tesadüfi rastlantılar çoğu zaman dönüm noktalarını oluşturur. Özellikle saf dram filmleri yerine yönetmenler, polisiye, suç filmleri arasına dramı yerleştirirler veyahut kara komedi ile dramatik yapıyı birleştirirler.
İspanya kendi içinde iç savaşın öncesindeki gerçeküstü sinemadan uzaklaşmış iken Bunuel sürgünde, Meksika’da filmlerini yapmaya devam eder ve Los Olvidados filmini çeker. Bu film klasik Bunuel filmlerinden çok farklıdır; çünkü gerçeküstü tarzda bir film değildir. Tam tersine gerçekçi bir filmdir Los Olvidados.
Fakat İspanya’daki meslektaşlarının aksine Bunuel’in bu dönem filmleri klasik gerçekçi yapıdan biraz farklıdır. Çünkü Bunuel, sadece sokaktaki insanı anlatarak olayın bittiğini düşünmemiş, filmlerine romantik, coşkulu, yaşamı iyi ya da kötü olarak anlayan, kendi hayatlarını yaşayan karakterlerle de süslemiştir. Üstelik, hep karşı olduğu kurumlara (kilise, burjuvazi, vatanseverler) karşı saldırmaktan vazgeçmemiş, bir şekilde filmlerine bir yorum koymaktan geri durmamıştır. Onun filmlerini izleyen seyirci, bizi çevreleyen, davranışlarımızı etkileyen siyasi, psikolojik, toplumsal durumları hemen fark eder. Onun 1950’li yıllarda Meksika’da yaptığı 13-14 filmi, senaryo sağlamlığı bakımından da eşsizdir. Olayların birbirine bağlanması, dönüm noktaları, neden sonuç ilişkisi o kadar güzel kurulmuştur ki, artık karşımızda kurgulama yapmış bir yönetmenden çok, gerçek yaşamın unsurlarını, bizi hapseden duyguları ve sosyal olguları bir anda karşımıza getirmiş bir yol gösterici gibidir. Şunu da söyleyelim: Bu dönem filmlerini Bunuel, gerçeküstü öğelerle süslemek istemişse de yapımcı filmlerin başarısızlığa uğramasını istemediği için yapmamıştır.
Biz yine İspanya’ya dönelim; 1960 yılına gelindiğinde Los Golfos adında bir film çekilir. Yoksulluktan kurtulmak için boğa güreşçisi olmaya kalkan sokak serserileri hakkında bir film. Filmin yönetmeni Carlos Saura’dır ve tamamı stüdyo dışında çekilen ilk İspanyol filmi olma özelliğini taşımaktadır.
Sonrasında birçok film daha çekecek olan Carlos Saura, yurt dışında da çeşitli ödüllere layık görülmüştür, hatta yurt dışında ülkesini iyi temsil eden Saura’nın birçok filmini Franco yönetimi sansürlememiştir bile.
Bu dönem filmlerinde karakterlerinin gelişim aşamaları konusunda Saura izleyiciyi bazen ters köşeye yatırır. Filmin başında sevdiğiniz bir karakteri ortasında nefret edebilir sonunda tekrardan sevebilirsiniz veyahut tam tersi.
İspanya İç Savaşı, Saura’da derin izler bırakmış, adeta çocukluk anılarının temel öğesi haline gelmiştir. Bu yüzden Carlos Saura’nın ilk filmleri Franco karşıtı politik unsurlarla doludur. Fakat bu unsurlar filmin genel hattına yerleştirilmemiş, birkaç sahnede simgesel olaylarla veya bir karakter ile özdeşleştirerek yapılmıştır.
Yine bu dönemde İspanya’da, birçok savaş ve western filmi yapılmıştır. Bu tür filmler daha çok izleyiciyi heyecanlandıran kılıç ve dövüş sahneleri üzerine kurulmuş ticari kaygılı filmlerden oluşur.
Bu arada İspanya sinema olarak gelişmeye başlamış ve adından yurdışında da söz ettiren birkaç film festivali kurmuştur. 1967’de kurulan The Festival Internacional de Cinema de Catalunya(International Film Festival of Catalonia), 1953 San Sebastian Uluslararası Film Festivali bunların en önemlileridir.
Franco’dan Sonra
General Franco 1975 yılında ölünce ülkeye demokrasi gelir. Fakat benim görüşüme göre modern İspanyol sineması temelini daha öncesinde atmıştı bile. Bu olguyu Bunuel’in yeniden gerçeküstü simgelerle dolu filmlere dönüş yapması, Carlos Saura’nın Besle Kargayı ve Victor Erice’nin Arı Kovanının Ruhu filmleriyle inceleyebilliriz:
Luis Bunuel, sanatının şaha kalktığı filmleri ardı ardına sıralar; 1962 yapımı Yokedici Melek’te nedensiz biçimde, bir evde birleşen bir grup zengin kendi evlerine gidemiyor, ‘67 yapımı Gündüz Güzeli’nde bir fahişe’nin etrafında dönen anlaşılmaz istekler oluşuyor, ‘72 yapımı Burjuvazi’nin Gizli Çekiciliği’nde zengin bir çift bir türlü beraber yemek yiyemiyor, ‘77 yapımı Arzunun O Belirsiz Nesnesi’nde bir adam istediği kadınla bir türlü birlikte olamıyor.
Tüm bu filmlerde Bunuel yapmak istediklerini, söylemek istediklerini çok keskin biçimde söylemiştir. Diğer filmlerine oranla daha ilginç, tuhaf senaryo kurgulamalarıyla karşımıza çıkan Bunuel, bu tuhaflıkları, simgeleştirmeleri öyle doğal bir kurgulama ile anlatıyor ki, filmlerin ana mesajını izleyici büyük bir keyif içinde zihnine taşıyor. Nefret ettiği burjuvazinin, kilisenin zaaflarını adeta kara komedi ile anlatarak, bir kadına tümüyle sahip olamanın imkansızlığına değinerek, bencilliği, insanın kendini üstün saymasını aktararak bizi sinemasının eşsiz dünyasına davet ediyor. Bu filmlerinin ana kurgulamasının geneline gerçeküstü veyahut sadece bilinçaltı düşünce tarzıyla kavranabilecek tuhaf oluşumlar yerleştirse de Bunuel, simgeselleştirmeyi bazı bağımsız sahnelerde de kullanmıştır. Örneğin, çocuk doğurmak isteyen isteyen kadının iç çözümlemlerini yataktaki bir inek ile simgeleştirmesi gibi.
Hemen hemen her filminde çok sert eleştirilere, siyasi tecrite, linç kampanyasına maruz kalsa da Bunuel, söylemek istediklerini söylemekten vazgeçmemiş, 1977 yapımı son filmiyle de sinemaya veda etmiştir.
Arı Kovanının Ruhu, 1973 yapımı bir Victor Erice filmidir. 1940’lı yıllarda Cumhuriyetçi bir ailenin hikayesini küçük bir çocuğun gözünden anlatan film, modern sinemanın özel bir önem yüklediği bir kurgulama tarzı ile karşımıza çıkar: çok farklı katmanların birarada bulunduğu sinema türü. Film küçük çocuğun bilinaçaltına yönelmekle yetinmez, cumhuriyetçiler ve milliyetçiler arasındaki çatışmayı da tasvir eder. Bunun yanında anlatılan efsanelerin, masalların çocukları nasıl etkilediği, düş gücünün karakteri nasıl yücelttiği, düşle gerçeğin zor ayırdedilmesini, psikolojik gerilimi de çok iyi yansıtır. Erice yerel bir hikayeyi evrensel ve şiirsel bir dille anlatmayı başarabilmiş ve sinemada kendine özgün bir yer edinmiştir.
Film az diyalog ve bol görsel efekt ile çekilmiştir. Aile üyeleri arasındaki ilişki de sıradışıdır. Özellikle anne ile baba arasında sebebi verilmeyen veya sorgulanmayan bir uzaklık vardır. Baba içe kapanık ve hüzünlüdür, yaptığı arıcılık işi ile ülkenin siyasi atmosferine bir mesaj verilmeye çalışılır; her ne kadar ülke Franco’nun elinde olsa da, Cumhuriyetçiler bir arı kovanı yapar gibi sürekli çabalarlar ve bir gün bu kova (hayalini kurdukları ülke) tamamlanacaktır. Anne ise kim olduğu belirtilmeyen bir erkeğe sürekli mektup yazar, çocuklar bu aile ortamında, düş güçlerinin yaratıcılığına sığınmakta gecikmeyeceklerdir.
Filmin modern dünya sinemasına geçişindeki bir diğer önemli unsuru da karakterlerinin hepsine de önem verilmiş olması, hepsinin psikolojik ve sosyal yanlarının incelenmiş olmasıdır.
1976 yapımı bir Carlos Saura filmi olan Besle Kargayı, Franco rejiminin çöküş dönemindeki İspanya’yı, orta sınıftan bir ailenin öyküsünü cesur bir dille anlatarak ortaya koyar. Daha sonradan müzikal filmleriyle tarih sahnesinde yer alacak olan Saura, Franco dönemindeki çapraşık aile ilişkileri yansıttığı bu filmi ile bir fotoğrafçı titizliği ile derin bir iz bırakıyor ve bize görsel bir şölen sunuyor. Mutlu aile kavramını adeta topa tutan film, bir çocuğun gözünden anlatılıyor. Aile bireylerinin, özellikle anne ve babanın karakter yapısı üzerine çok duran Carlos Saura modern sinema anlayışının çok üstünde bir drama filmiyle baş başa bırakıyor bizi; iç savaşın pörsümüş, kokuşmuş toplumsal ahlakını, çocukların bundan nasıl etkilendiğini gözler önüne seriyor.
Yazının 2.bölümü “Demir Yumruk Altında İtalyan Yeni Gerçekçiliğinden Etkilenmeler ve Carlos Saura” 22 Şubat Pazartesi günü yayında olacak.