Siz hiç, bir filin bir diğerinin dişinden tarak ya da toka yaptığını ve bu yaptıklarını sevgilisi bir başka file hediye ettiğini duydunuz mu?..
Ya da yağlarından sabun yapmak için bir ayının bir diğerini öldürdüğünü, bir leoparın daha havalı görünmek uğruna bir başka leoparın derisini yüzdüğüne şahit oldunuz mu?
Oysa II. Dünya Savaşı’nı yaratanlar, yetmiş toplama kampından sadece Auschwitz’de, 1.300.000 kişinin sistemli bir şekilde, çeşitli kıyıcı yöntemler kullanılarak öldürülmesine neden olmuşlardır. Ölümlerin toplamı altmış milyondan fazladır. Öldürülen insanların saçlarından dokuma, dişlerinden toka ve tarak, yağlarından sabun yapmışlardır üstelik.
Aradan geçen 113 senede değişen ne var söyleyebilir misiniz?…
Dünyanın her yanı savaş meydanı gibi. Yıkımlar ve göçler nedeniyle tam bir kıyamet yaşanıyor. İnsanın yaşam hakkı kâr ve zarar hesabı üzerinden yapıldığından, ölüler tarak ve toka ya da sabun yapımında kullanılmıyor artık, daha kârlı yollar keşfedildi. Günümüzde yüksek meblağlar ödeniyor, garantili olmayan yaşam hakkı uğruna.
İnsan tarihi hep savaşlar üzerinden yazılmıştır. Öyle bir tarihtir ki bu; savaş bir arınma, yeniyi yaratma aracı, barış da yeni aramaların ve oluşumların birikim anı olarak anlatılmıştır. Bir anlamda, yeniyi biriktiren barış sürecinin savaşa dönüşmesi zorunluymuş gibi bir döngü yaratılmıştır zihinlerde.
Yani barış, içinde savaşı da biriktiren, savaşı olmazsa olmaz bir sürece dönüştüren dönemdir ve bu zorunlu dönüşüm döneminin tarihidir yazılan. Bu yüzden de, “Barışı korumak için savaşa hazır olalım,” gibi militarist bir söylem, düstur olarak belletilmiştir insanlara, çağlar boyu.
Savaşlardan destanlar, mitolojiler, kahramanlar ve kahramanlıklar yaratılmıştır ve savaşı kutsayan yaratılar insanlara yön vermiştir hep.
Savaşların başladığı tarih aslında eril dünyanın kurulduğu, üretim ilişkilerinin farklılaştığı, özel mülkiyetin ortaya çıktığı tarihtir.
Özel mülkiyet insanı toplum bütünlüğünde kendini gerçekleştirmeye, kendi olmaya değil, olanaklar karşısında hayatta kalmaya, daha fazlasını elde etmeye zorlamaktadır.
Daha, daha, daha ve doymak bilmeyen dahalar yarattığından, hayatta kalırken daha fazlasını edinmeye yönelen insan, insan olmaya değil varlığını sürdürmeye çalışmaktadır. Koşulların hep en iyisini kendisi için isteyerek bencilleşmektedir ve üstelik bu artık bir ilke olarak kabul görmektedir. Toplumu oluşturan bireylerin bencil bireyselliğinden doğan çatışma, saldırganlık ve şiddet savaşı doğurmaktadır. Aklın alamayacağı yıkım gücüne sahip ve yok etme duygusunu açığa çıkarması bakımından korku verecek boyutta yarattığı silahlar, insanoğlunu güçsüz ve korunmasız kılmaktadır bu savaşlarda ve bunun sonunda da insanoğlunun öğrendiği tek gerçek; silahla barışın Değil, ölümün geldiğidir. Bu olgu karşısında tek dayanağımız ise sağduyumuzdur.
Silah üretimi çok kâr getiren bir sektördür, dolayısıyla en güçlü sermayedar grubu da silah üreticileridir. Bunlar hükümetlerde de söz sahibi olduklarından, siyaset sivil alandan kışlaya taşınmaktadır ve ellerindeki güçle, satın aldıkları siyaset ve hükümetler üzerinden demokrasi, özgürlük ve barışın silahla kurulacağına inandırmaya çalışıyorlar insanları. Bu yüzden de ülkelerin silaha bütçeden ayırdıkları pay gittikçe yükselmekte, sağlığa, eğitime ve beslenmeye ayırdıkları pay da azalmaktadır.
Ben Kadın’ım! Ben Anne’yim! Ben İnsan’ım!
Bu dünya benim tercihim değil. İçine doğduğum ortam, cinsiyetim, yaşadığım ülke, ailem ve daha birçok şeyin benim tercihim olmadığı gibi.
İçinde yaşadığım zaman dilimi de benim tercihim değil. Ama yaşamımı şekillendirmekte, koşulların el verdiği ölçüde söz sahibi olmak için çaba gösteriyorum.
O yüzden de bu yılki 8 Mart’ı Dünya İnsanlık Günü olarak ilân ediyorum. Çünkü biliyorum ki, daha çok sömürülen, daha çok ötelenen, daha çok acı çeken sadece kadınlar değil. Erkeğiyle kadınıyla “İnsanlık” yok ediliyor, hatta tüm canlılığıyla dünya çölleştiriliyor. Savaş bedel ödetirken erkek- kadın, bitki-hayvan diye ayırım yapmıyor.
Sanatın dilinin koparıldığı, çalışanların köleleştirildiği, erkeklerin savaş makinesi haline getirildiği, ölümün kutsallaştırıldığı bir zamanda şekillenmiş dünyada, sadece “kadınlar” diye feryad etmenin, tüm insanlığı ilgilendiren sorunların gözden kaçırılmasına sebep olacağını düşünüyorum. Savaşın, yoksulluğun, göçlerin hüküm sürdüğü bu dünyada belki kadın olarak tek farkımız, doğurganlığımızdan gelen yaratıcılığımızla, doğurduklarımızdan dolayı acıyı daha derin ve daha yoğun hissetmemizden kaynaklanıyor.
Savaşanlar bizim babamız, kardeşimiz, kocamız, sevgilimiz ya da oğlumuz. Bu yüzden daha cesuruz, “Savaşa Hayır” derken.
Böylesi cesur kadınlardan biri olan Kathe Kollwitz; “Savaş kadının boyun eğmesi gereken bir doğa yasası değildir!” diye haykırırken, sosyal konumundan, İnsanlık adına vazgeçmiştir. Zorlukla kazandığı statülerini gönüllü terk etmiştir. Susmamış, durmamış savaşa karşı söylemleriyle ve sanatıyla hep “hayır” diye haykırmıştır. Barış propagandasını hayatı boyunca sürdürmüştür.
“Günün birinde yeni bir ideal ortaya çıkacak ve tüm savaşlar sona erecek. Bu inançla ölüyorum. Belki zorlu bir uğraş olacak ama başarılacak, inanıyorum,” dediğini söyler, ölümüne kadar yanında yaşadığı torunu Jutta Kollwitz.
“İnsan olmak, her şeyden sorumlu olduğumuzu hissetmek demektir. Sorumlu olmadığımız ve kınayamayacağımız kötülüklerden dolayı utanç duymak demektir,” diyor Saint Exupery de.
Yani duyarsızlık ve edilgenlik insan olma özelliklerimizden vaz geçmek demektir. Üretkenliğimiz, emeğimiz ve çalışma gücümüzün farkına varıp bu değerli hazinemizin bilincinde olduğumuz sürece, etkin denetleyici ve değiştirici gücümüzün de bilincinde oluruz.
Dünya gittikçe büyüyen bir yangın yeri olmaktadır. Ülkemizin etrafı da bu yangın çemberiyle çevrilmiş, gittikçe bizi de içine alacak hızda büyümektedir.
Oğullarımızı, sevgililerimizi, babalarımızı ve dünyanın tüm erkeklerini seviyoruz. Yaşamı seviyoruz. Birlikte varız, bütünüz.
Ben de, ancak birlikte olunca dünyanın güzel olacağına inanıyorum!
Biliyorum ki, barışın ve özgürlüğün hüküm sürdüğü dünyada 8 Martlara da gerek kalmayacaktır. İşte bu yüzden ilân ettiğim bu “İnsanlık Günü”nde “Savaşa ve tüm kötülüklere hayır!” diyorum. Barışı ve yaşam hakkını savunuyorum!
[su_divider top=”no” divider_color=”#000000″]
Görseller: Kathe Kollwitz