Yeni Hakan Günday romanı Zamir, yazarın bir önceki romanı Daha‘dan sekiz yıl sonra yine Doğan Kitap ile okura ulaştı. Bunun bir ölçütü olmasa da sekiz yıl epey uzun bir zaman. Bu zaman zarfında Hakan Günday yazıları çeşitli mecralarda okurla buluşurken, senaryolarında imzasının bulunduğu Daha, Müslüm ve Şahsiyet gibi yapımlarla hem yazarın kalemini yeni bir türde nasıl oynattığına şahit olduk hem de bu sekiz yıllık ara tamamen sessiz geçmemiş oldu.
Zamir‘in arka kapak yazısını veya tanıtım metinlerini okuduğumuzda, Daha romanında -ve filminde de- işlediği mülteci anahtar kelimesi göze çarpsa da bu kitabı tek bir konuya sığdırmak ve yazarın tekrara düştüğünü söylemek mümkün değil.

İllüstrasyon: Emre Orhun Tasarım: Cüneyt Çomoğlu
Yüzyılımızda bir dünya savaşı yok. Ama artık bir “savaş dünyası” var. Roketler, tanklar, tüfekler gibi geleneksel yöntemlerle birlikte ekonomi, ticaret, medya, reklam gibi enstrümanlarla da yapılıyor bu savaş. Hepimizin kafası müthiş karışık ve kalabalık olsa da bu büyük çılgınlığı gerçekten anlayanlar çok az, anlamanın gereğini yapanlar ise daha da az.
Romana adını veren Zamir, baş karakter. Altı günlük bir bebekken bambaşka bir olaylar dizisinin sonucu olarak bulunduğu Türkiye-Suriye sınırındaki El-Aman kampında patlama sonucu yüzü paramparça olmuş ama hayatta kalarak küresel vakıfların reklam yüzleri olarak himayesine alınmış. Adını, onu bulan şair Yusuf Ali koymuş, Arapçadaki anlamı vicdan olan kelimenin Türkçede “bir adı söylemeden onu işaret eden kelimeler” olduğunu bilmeden…
Yüzü olmayan Zamir’in bir bakıma adı da olmuyor. Küresel yardım vakıflarında geçen çocukluğunun ardından bambaşka bir oluşumda “Birinci Dünya Barışı Vakfı”nda, “ne pahasına olursa olsun savaşları durdurmak” amacıyla çalışmaya başlayan Zamir’in bu yüzü ve adı olmayan varlığı, yeryüzünde savaşları durdurmak için hepimizin bilerek veya bilmeyerek birer etkisiz eleman oluşumuza bir gönderme midir, bilinmez.
Ama biz Zamir’in ve etrafındakilerin yaşadıkları üzerinden sadece savaşa, mülteciliğe, küresel vakıflara dair bir hikâye okumuyoruz. Hakan Günday, “Benim için her roman bir soruyla başlar,” demişti. Bu romanın sorusu “İnsan nasıl barışır?” Zamir, cevabı ararken insanın derin karanlığı ve aptallığı sürdükçe nelerin değişip değişmeyeceğini göz önüne seriyor.
Birer canlı olarak, birer birey olarak, ülkelerin ve dünyanın vatandaşları olarak insanı ve Hakan Günday edebiyatının alametifarikası olarak insanın karanlığını anlatıyor. En iyi görünenin ardındaki derin kötülüğü… Her şeyin tek bir şeye, savaşa ve karanlığa hizmet edişini…
Bunu, geçmişi bilen ve bugünü gözlemleyen sıkı bir içgörüyle yaptığı için Zamir, şu veya bu konunun değil bugünün, bu dünyanın ve bu insanlığın romanı haline geliyor. Sorduğu soruya net bir cevap veriyor mu, böyle bir mecburiyeti de var mı, emin değilim. Ancak şu cümleler, bugünkü dünyamıza bakarken olduğu gibi içimizi sıkmaya yetiyor ama olan biteni de dört dörtlük özetliyor:
Bu dünya öyle bir yer ki… Sizi barıştıran her kimse, savaştıran da odur! (…) Ve sizi her kim doyuruyorsa, bilin ki aç bırakan da odur!” (s.339)
Kinyas ve Kayra‘dan Zamir ‘e Hakan Günday

Fotoğraf: Selen Özer Günday
2000’lerin başında, yeniyetme bir okurken Hakan Günday romanları ben ve benim gibi binlerce okura “İşte tam da bunu kastediyorum,” dedirten bir ifade yolu açmıştı. O zamandan bu zamana iyi bir Hakan Günday okuru oldum, hatta EkşiSözlük’te benden yana birtakım dertleri olan 2013 tarihli bir entry’de buna da değinilmişti. (Umarım şimdilerde mutludur.)
Daha romanı yayımlandıktan sonra Taksim’de bir mekânda “Hakan Günday ile Daha Zirvesi” yapılmıştı. O dönemki okurlar arasında “Hakan’dan çok Koray’ın konuştuğu” olarak da kayıtlara geçen bu zirvede, Az romanının öncesi ve sonrası olarak ikiye ayrılabileceğini söylemiştim külliyatının. Bu ayrımı, öncesinde daha bireysel bir yerden bakarken Az ile birlikte bu bireysel tonu kaybetmeden daha toplumsal meselelere açılmasına bağlamıştım.
O zamanlar bu toplumsal açılımları, biz eski okurlar için tat kaçıran bir şey olarak yorumluyordum. Çünkü Kinyas ve Kayra‘dan itibaren kullandığı bireysel bakış açısındaki karanlık, o dönemlerdeki okur kitlesine daha doğrudan nüfuz ediyordu. Az ile birlikte okur kitlesi genişledi ve içine farklı yaş gruplarını da aldı.
Aradan geçen zamanda anladım ki Hakan Günday aslında ustalık dönemine girmiş. Üstelik 2000 sonrası ortaya çıkan çağdaşlarının pek çoklarının, onları bir derece başarılı kılan konularda, üsluplarda ısrar ederek ciddi bir tekrara düşme hatasını yapmadan, -aslında onların yaptığı hemen hiçbir popülist hatayı yapmadan- yeni konuları yeni biçimlerle işlemesiyle bu ustalık dönemi tespitimin pekiştiğini düşünüyorum.
Az ve Daha ile seyrelen ve Zamir ile asgariye inen 2000’ler başı aforizma dilinin yerine müthiş bir süratle akan, dikkati dağınık okurun kolay yetişemeyeceği, buna rağmen hemen her kurgu unsurunun birbirine başarıyla bağlandığı bir roman bu. Yerli yazarları yabancılarla tanımlamaktan nefret ederim, bunun da öyle olduğu düşünülmesin diye şerh düşüyorum. Günday’ın da çok sevdiği Céline’in Gecenin Sonuna Yolculuk‘undaki, beni okurken yoran ama koşma isteğimi devam ettiren o ustalığın tadını Zamir’de de aldım.
Hakan Günday’ın Zamir ile birlikte içeride ve dışarıda adından daha da söz ettireceğinden, iyi edebiyatın kendi zamanının kayıtlarını tutma işlevini yerine getiren eserler arasında yerini alacağından şüphem yok. (İşlev derken “sorumluluk”u kastetmiyorum, edebiyatın hiçbir sorumluluğu yok.)
AYRICA BAKINIZ:
Hakan Günday’ın KalemKahveKlavye’deki Yazısı: “Bu Bir İlandır!”
Hakan Günday ile Röportaj · 2012
Hakan Günday · Boğaziçi Üniversitesi Yaratıcı Yazarlık Dersi Kayıtları

1987, Ankara.
Türk Dili ve Edebiyatı lisansı, Yeni Türk Edebiyatı yüksek lisansı…
KalemKahveKlavye’nin kurucusu.
Evli ve iki kedi babası…
Bazı kitaplar yazdı: Kadran Kadraj (2015), Kaosun Kalbi (2020), Yeraltı Kütüphanesi (2020), Gecenin Kıyısından Gelen Suratsız ve Yaşlı Kuzgun: Edgar Allan Poe (2020)