Gülşah Elikbank’ın Destek Yayınları‘ndan çıkan Delirmiş Evrenin Ortasında adlı novellasını Nihal Taşdemir Can inceledi.
*
Pandemi, hayatımızı ortadan kalınca bir çizgiyle ayırdı; öncesi ve sonrası! Sosyal konumumuzu, maddi gücümüzü, yaşımızı ve yaşama bakış tarzımızı umursamaksızın yaptı bunu. Dünya ölçeğinde 15 milyon kişinin canına mal olurken sayısız insana telafisi mümkün olmayan zararlar verdi. Halen gerçek bir tehdit olarak başımızın üzerinde dolaşmakta.
Yaşadığımız küresel kâbusun hiçbir hesaba uymayan bambaşka etkileri de oldu. Edip Cansever’in dizelerinin verdiği esinle ifade etmek istersem her mutsuzluğu susarak karşılar olduk. Korkularımızı içimizdeki çığlıklarla bastırdık. Umutsuzluğumuz her an teslim olmaya hazır hissettiğimiz, ancak ısrarla anlamazdan geldiğimiz çılgınlığın sınırlarında gezindi durdu.
O korku, yalnızlık, geleceği kestirememe endişesi, o kırılgan ruhsallık, ifadesini sanat ve edebiyatta da buldu. Birçok sanatçı, doğrudan ya da dolaylı yaşadığı zorlu süreci o dönemde yazdığı yapıtlarında işledi.
Gülşah Elikbank’ın salgın sonrasında yayımladığı novellası Delirmiş Evrenin Ortasında baştan sona hüzünle sarmalanmış olsa da aşka ve umuda dair öyküsüyle dikkat çekti. İlginçtir bu novellayla birlikte adeta sessizce bir yazınsal moda başlamış oldu. Bu kitabın ardından pek çok yazar birbiri ardına bu tarzda kitaplar yayımlamaya başladı.
Çağdaş edebiyatımızın önemli temsilcilerinden Gülşah Elikbank’ı; insanı, aşkı, ilişkileri, yaşamımızı yöneten iyicil ve kötücül duyguların birbiriyle çarpışmasını bir resim düzeninde anlattığı romanlarıyla tanıyoruz.
Elikbank’ın pandemi sürecinin ürünü olan novellasının merkezinde de hemen her romanında olduğu gibi ‘aşk’ yer alıyor. Ancak bir farkla. O da, umutlarımızı kıran, yaşamları darmadağın eden o süreçten ciddi anlamda etkilenmiş yazarın kendi hüznünü satırlarının arasına sindirmiş olması. Doğal olarak sayfalar ilerledikçe, hüzün okurunu da sarıyor ve o günleri ister istemez bir kez daha anımsamak ve küçük bir yaşam hesaplaşmasına girişmek zorunda kalıyorsunuz. Delirmiş Evrenin Ortasında’ya bu açıdan baktığımızda çok özel bir dönemin hatırlatıcısı olarak edebiyatımıza kendi izini bıraktığını söyleyebiliriz.
Romanda, aşka inancını yitirmiş çıldırmanın sınırlarında gezinen bir kadınla, aklın öte yakasında kendi varoluşunun sularında, yaşam nedenini ve gücünü yaşadığı aşklardan almaya çalışan bir erkeğin öyküsünü okuyoruz.
Meryem ile Erdal’ın barda ilk buluşmasındaki diyalog, yaşama sevincinin yaşama dair beslediğimiz umudun nasıl da pamuk ipliğine bağlı olduğunu hatırlatıyor. Gizliden gizliye ileride aşkın gücünü elde edeceklerine inansalar da iç dünyalarından yükselen kötücül havayı ironiyle yenmeye çalışırlar. İlk buluşmadır ama sohbetlerine heyecan ve haz değil hüzün ve umutsuzluk hakimdir;
“… Her gün lanet terapi odamda, sekiz saat sekiz farklı insanın başına gelenleri dinliyorum ve inan bana duyduklarımı duysan, kötülük tanımını yenilemek isteyebilirsin…”
“Demek bu yüzden buradasın. Kötülüğe dair bir fikrin olduğu için.”
“Hayır, iyiliğe dair hiçbir fikrim olmadığı için… Mutlu bir dünya mı? Yok öyle bir şey. İyi insanlar mı? Kalmadı öyle birileri.”
Şimdi hafızanızı şöyle bir yoklayın ve pandeminin ateşli günlerine dönün. Marketten bin bir zahmetle alınmış marulun üzerine sirke bocalayıp balkonda üç gün beklettiğimiz, aşı randevusu alamadığımız için her şeye isyan ettiğimiz, en yakınlarımıza bile vebalı muamelesi yapıp yanımıza köşemize sokmadığımız, işimizi, aşımızı, aşkımızı ne yapacağımızı bilemediğimiz, vahşi bir içgüdüyle yaşama tutunmaya çalıştığımız günlere.
Gülşah Elikbank novellasında o kaos günlerinin tasvirini yapmıyor. Hatta öykünün hiçbir yerinde açıkca böyle bir ortamda olunduğuna dair bir işaret de yok. Ancak konu yine insan, yine bir erkekle kadının birbirlerinden güç alarak aşka bir kez daha güven tazeleme çabası var. Bir de sürpriz finaliyle içimize oturan o tuhaf duygusal yoğunluk.
Kitabı bitirip de şöyle arkamıza yaslandığımızda işitir gibi olduğumuz fısıltının yazarın kendi iç sesi olduğunu hissediyoruz;
Herkesin rol yaptığı, adeta can çekişirken gülümsediği, mutsuzluktan ölüyor olsa da bunu yanındakinden gizlediği bir ortamda; insanlık çıldırmanın eşiğine de gelmiş olsa, yaşam tüm zorbalığıyla üstümüze çullanmış da olsa aşk olmalı.
Evet hiç değilse aşk olmalı, çünkü elimizde başka neyimiz var ki!
İnanın beğenmek için kendimi çok zorladım sonuna kadar okudum. Okuduğum en klişe şeydi. üzgünüm