Asfaltta hiçbir şey filizlenmiyor.
Etim kesildi bir çınarın altında. Kanamadım. Oyuklarımdan sızsaydı deliren bir iki damla, damlatırdım yerin dibine. Beslen diye. Asfalttan hiçbir şey sızmıyor yerin dibine.
Önce bin yıllık çınar dediler, sonra budamışlar da böyle kalmış dediler. “Ululuğuna aldanma, kırık dallarından içine ağlar bu.” dediler. Çınar bizden mutluydu oysa. Yine de içine kanarmış. Ben kanamadım.
Asfalta ayak basınca rahatlanmıyor.
Denedim, katran bulaşıyor. Bulaşınca çıkmıyor. Yıkıyorsun da işliyor. İşledikçe işliyor. Şimdi ruhumda bir katran lekesi. Hayır, değil asfalttan. Ondan çok umûdun suçu. Binlercesinin hem de. Bakınca uzak bir zaviyeden, umut da bir bütün olarak ufak işte. İşte ben ona sonsuzluğu verdim. Sonsuzluğu.
Bir şiirden geçip de kondum dalına; kesersen benden çok yine dalına yazık, dedim.
Kesti. Ama şiirden bihaberdi. Şiir de zaten düşmemi isterdi. Düştüm düşmesine. Fakat beklemek umuda atılan bir tokattı ve biliyorum ki bekleseydim her gün biraz daha belirginleşirdi parmak izleri. Beklemek de dala üzülmek de benlik değildi, gittim. Yeni bir ize yer yok dedim de gittim. Hem yeniden filizlenebil diye dalını gömdüm, öyle gittim.
Gittim, gittim, gittim. Asfalttan gittim, ışıklardan ve şölenlerden geçtim, gittim.
Bir yanımda çıplak ayaklarıyla tavşan niyetçisi çocuk, bir yanımda prangalarına sevdalı bi adam. Bir yanımda insan serum damlalarını seyrederek yaşamayı bekleyen, bir yanımda boynuna urganı geçiren insan. Üzülmedim, sevinmedim, şaşırmadım. Bu işte bir pinhan. Bilemedim işte ben onu, ondan gittim.
Sonu yok dediler, yine gittim. Çınarlardan da geçtim çalılardan da. Ne gölgeler serinletmeye yetti, ne çalılar kanatmaya. Yetmedi taş, yetmedi toprak, yetmedi gökyüzü, deniz. Ruhu veren neydi hepsine de ne eksildi? Bilemedim. Gittim.
Gittim, çünkü bir bildigim bu idi.
Elde nasırı yaratan emek dediler, durdum. Beş parmak nasır kaç kayme ederdi? Yine mi pinhan, dedim. Ben onu da bilemedim. Gittim.
Yer edinemedim, ilişemedim. Bir kuytuda düşe kalka yaşarız, diyemedim. Gözüme gönlüme yetmedi gördüklerim, göresim vardı, gittim. Hep daha kötüsünü görmeye gittiğimi bile bile gittim.
Gittikçe bilendim. Sandım ki yüküm hafifler, azalırım. Çoğaldım da çoğaldım. Dişilik rahimle kalmaz dediler. Kadının ruhu çoğalmaya hep gebe dediler. O ara bir ateş böceğine bakmışım, dinleyemedim. Meğer o gün başlamışım çoğalmaya. Hem de bir böceğin illüzyonunda. Şimdi umut yerine içimde binlerce kız çocuğu, ben gittikçe her saniye hesap sorar;
Konduğun dal nerede?
Konduğun dal nerede?
Sen kendini bülbül mü sandın?
Tabanlarım yırtılır, ben giderim. Nasırlanır ayaklarım, ben giderim. Kanayamam, üzülemem, bir bildigim gitmek, giderim.
Diyemem ne için kalmak diye? Hepsi, benim o kızların. Kıyamamam ondan. Sormamam ondan, sessizliğim ondan, gitmem ondan. Yine de susmaz sorarlar. Hep bir ağızdan, ısrarla;
Konduğun dal nerede?
Konduğun dal nerede?
Sen kendini bülbül mü sandın?
18 Eylül 1992’de Mersin’de doğdu. Yedi yıl blog yazarlığı yaptı. Çeşitli dergi ve yayınlarda öyküleri, incelemeleri ve denemeleri yayımlandı. Freelance içerik editörlüğü ve redaktörlük yapıyor. Lisans öğrenimini Osmangazi Üniversitesi’nde Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde tamamladı.