Barış Bıçakçı ve Pelin Esmer işbirliğindeki İşe Yarar Bir Şey filminin incelemesi Huriye Baştaş imzasıyla KalemKahveKlavye’de.
İçinden şiirler geçen bir kadın…
İçinden şehirler, insanlar,
sesler; tren sesleri, yol sesleri, kadın sesleri,
renkler; turuncuya boyanan kapılar…
“Ben turuncuyum ve hiçbir şey turuncuyla kafiyeli değil”
(KjerstiSkomsvold- Hızlandıkça Azalıyorum)
İçinden turuncular geçen insanları anlayan bir kadın…
Yüzüne hayat yansıyan bir kadın. Evler, kargalar, ağaçlar, sokak lambaları, ev içleri yansıyan… Yansıdıkça kederlenen, gülümseyen, ışıkla değişen, derinleşen bir yüz kadın.
Soranlara avukatım diyen, dizelerinde yaşamayı savunan bir kadın. Ama hayatı bilen adamların tanıdığı bir şair kadın: Leyla… (Başak Köklükaya)
Leyla’yı tanımayan bir kadın, Canan (Öykü Karayel)… Hemşirelik okuyor, son sınıfta. Babası onu büyük şehre iş görüşmesine gönderiyor; uzun bir tren yolculuğu olacak. Canan’ın babası, Leyla ona sahip çıksın, göz kulak olsun istiyor. Canan ise tedirgin. Bir sıkıntısı var, belli. Birkaç soruyla dökülüveren çıkmazları var. Sonra, hayalleri var. Yüzüne yansıyan bir hayat yok belki ama belli ki çarpışan hayaller ve gerçekler var ortada.
Hayalleri uğruna neler yapabilir insan?
Sen olsan yapar mıydın?
İyilik uğruna nereye kadar gidebilirdin? İyilik kaç kilometre eder sende?
Ya vazgeçmek?
Bugün vazgeçtiğimiz şeye yarın sıkı sıkıya sarılmayacağımızın garantisini kim verebilir?
Adamın gözleri var; Yavuz (Yiğit Özşener)… Deniz kadar karanlık, derin. Kararlı. Kısa bir dost sohbeti kadar sıcak. “Bir sarı çiçek” kadar bahar bazen. Kararlı ölmeye fakat bunu yapamıyor kendine. Bir penceresi var bakabildiği, bademciyle günü yarı ettiği, derin denizlere karşı. İzlandalı çellist Hildur Guðnadóttir’in “Strokur” parçasını çalarak ona eşlik eden bir üst kat komşusu, bir de bakıcısı var günde birkaç saat onu yalnız bırakan. Yalnızlık da ihtiyaçtır bazen, kendi kendine yetebiliyorken.
Kitapları da var bu adamın. Altı yıl öncesine kadar eline alabildiği… Cortazar, sevdiği yazarlardan mesela. Kendi de vaktiyle şiirler yazmış. Kitap okumak tek kişilik bir eylemdir ama şimdi başkaları okuyor ona. Ona bazen sadece dinlemek kalıyor mektupları.
Yemekli vagonda Gülistan (Ayşenil Şamlıoğlu) ve Dilara (Berfu Öngören) ile kısacık dakikalarda meraklı, birbirinden farklı, birbirine mesafesiz kadınlar da olmuş. Bir lise mezuniyet yemeğinde İrfan (İbrahim Selim), Sevgi (Aydan Kalınağa), Mehlika (Nalan Kuruçim)… Geçen 25 yıl konuşulmuş. Herkes maharetlerini göstermiş.
Leyla, Yavuz, Canan; kim size sadece birer film kahramanısınız diyebilir? Pelin ve Barış yarattı sizi diye… Siz bizim içimizsiniz.
Pelin Esmer, Yiğit Atılgan’la yaptığı röportajda söylüyor; Barış Bıçakçı ile tanıştıklarında ne Barış Bıçakçı, Pelin Esmer’in filmlerini izlemiş ne de Pelin Esmer, Barış Bıçakçı’nın kitaplarını okumuş. Zamanla filmler izlenmiş, kitaplar okunmuş ve Barış Bıçakçı “Şehirli, şair bir kadınla ilgili beraber bir senaryo yazalım mı?” diye sormuş. Uzun bir süreçten sonra işe yarar mı bilmedikleri, içimizi dolduran bir film çıkmış.
Leyla nasıl Gülten Akın olmasın, Füruğ olmasın, Didem Madak olmasın. Hani “Kalbimizi dolduran duygular kalbimizde kalır,” anlatamayız. Senaryoyu birlikte yazan Barış Bıçakçı’nın “kelimelerle işleyen zihni”ne, Pelin Esmer’in “görüntü ardı gelen kelimeleri” eklenince “İşe Yarar Bir Şey” çıkmış ortaya.
Bir de filmin görsel kısmı var ki… Görüntü yönetmenliğini; Kış Uykusu, Bir Zamanlar Anadolu’da, Kelebeğin Rüyası, Sarmaşık, Unutursam Fısılda, Ekşi Elmalar gibi filmlerin de görüntü yönetmenliğini yapan ödüllü isim Gökhan Tiryaki yapmış. Leyla’nın yüzüne yansıyan hayatı hayal etmek kolay olabilir ama bunu yansıtmak… Bu karakterin bu kadar derinleşmesinde görüntülerin payı büyük elbet… Uzayıp giden yolları, akşamüstlerini, karanlıkları, içindekileri göstermek onun işiydi. Gökhan Tiryaki’nin ışıkla, yansımalarla, açılarla yaptığı bir duygu aktarımıydı.
Pelin Esmer, Soner Sert ile yaptığı röportajda* sinemanın en masraflı sanatlardan biri olduğunu, yatırımcı bulmanın kolay olmadığını söylüyor: “Sinema diğer sanat dallarına göre çok pahalı bir sanat dalı. Maddi getirisi de götürüsü de büyük olabilir. Büyük risk almayı gerektiriyor. Bu riski göze alan bağımsız yapımcılarımız var elbette ama birkaç filmden sonra eğer filmin masrafları dahi çıkamamışsa haklı olarak vazgeçiyor ya da ara veriyorlar. Geçim derdi denen bir gerçek var. Dolayısıyla benim gibi pek çok yönetmen mecbur olunca yıllarca hayalini kurduğu film için aynı zamanda yapımcılık da yapmak zorunda kalıyor. Oldukça yıpratıcı ve zaman alıcı bir şey, idealin bu formül olduğunu söyleyemem. Ama gerekiyorsa yapılıyor işte.” Esmer, Ölümsüz olmak için mi şiirler yazarız, filmler çekeriz sorusunu ise kararsız olduğunu söyleyerek yanıtlıyor. Ama daha çok film çekmeli dedirtiyor.
Fransa,Hollanda, Almanya ve Türkiye ortak yapımı olan ve 36. İstanbul Film Festivali’nden FIPRESCI Ödülü’yle ayrılan film, 27 Ekim’de vizyona girdi.. Yapımcılığını Pelin Esmer ve Marsel Kalvo üstlenmiş. İstanbul’da birçok sinemada, Ankara, İzmir, Antalya, Adana, Bursa, Diyarbakır, Eskişehir gibi şehirlerde sınırlı sinemalarda da olsa halen vizyonda.
Yavuz: Demek maharetleri sergileme sırası size de geldi.
Leyla: Öyle oldu.
Yavuz: Güzel şiir ama.
Yavuz’un “güzel şiir” dediği şiir, Barış Bıçakçı tarafından Leyla için kaleme alınmış, son dakikaların en vurucu sözleriydi. İçinde umut ve hayata bir sesleniş vardı. Hiçbir yerde ulaşamadığımı gördüğümde yeniden filmi izlememe sebep olan şiir. Film, Leyla’nın ağzından dökülen dizelerle de son buldu. O şiir ise aşağıda.
BİR KİTABIN SAYFALARI | Barış Bıçakçı
Baktım rüzgarsın sen.
Baktım çamaşır ipini zorluyorsun
Hepimizin derdi güzel yaşlanmak sevgilim
Baktım bir kitabın sayfalarını çeviriyorsun.
Ayağına terlik giy, bildiğimiz şeylerin taşında,
Yalın ayak geziyorsun.
Biz satranç oyuncusuyuz sevgilim,
Üzerimizde kara bir leke
Biz satranç oyuncusuyuz.
İnanmıyoruz ceketlerin düğmelerine,
İnanmıyoruz takvimleri savurarak gelen geleceğe
İşte yitirdik büyün taşlarımızı
Darmadağınık oyum tahtası.
Bir tek şahımız kaldı sevgilim
O da evli iki çocuk babası.
Kelimeler önümüze çıkıyor sevgilim
Uykumuzu bölüyor burdan çocukluğumuza kadar,
Burdan çocukluğumuza kadar bir telaş…
İçi boş kuşları kovalıyoruz,
Hep bir sebep arıyoruz herkese küsmek için.
Hemen o cumartesi buluyoruz, hemen o pazar.
Yaşamak, çukur yerlere doluyor diyorlar,
Bu yüzden yıkıntıya dönüşse de yaşıyormuş insan.
Ama yıkıldığımız yeter sevgilim.
Biraz da kekik toplayalım.
Kıymetini bilmediğimiz şeyler var.
Yaşamak bir at gibi huysuzlanıyor kapımızda sevgilim.
Geçen günlere üzüldük.
Tamam yola düşelim.
Düşelim, başa günlerin duvarı daha sağlam,
Düşelim, başka günlerin sokağı daha neşeli,
Başka günlerin kadınları, erkekleri tam bir kahraman.
Tül perdeler uçuşurken başka evlerin pencerelerinde,
Bizi bir kitabın sayfaları arasında kurutuyor zaman.
Ama baktım, sen rüzgarsın sevgilim.
Kitapları bir başından bir sonundan okuyorsun.
Baş ucunda bir bardak su,
Beni baş ucunda bir bardak su gibi avutuyorsun.
Barış BIÇAKÇI