Hep
bir şeyleri özlediğini ya da bir şeyleri hep özlediğini
biliyorum. Ben de öyleyim. Bilmek anlamaya, anlamak hissetmeye yeter mi?
Sanmıyorum. Hiçbir hazzın olmadığı gibi hiçbir acının da tatmini yok.
bir şeyleri özlediğini ya da bir şeyleri hep özlediğini
biliyorum. Ben de öyleyim. Bilmek anlamaya, anlamak hissetmeye yeter mi?
Sanmıyorum. Hiçbir hazzın olmadığı gibi hiçbir acının da tatmini yok.
Özlemek,mesafenin aldatmacasıdır. Özlenen şeyin el altında
olmamasından. Belki de bir insan güdüsü olarak, her şeyi kontrol altında
tutma çabasından… Kavuştuğunda biten bir özlem göster bana.
Sarıldığında, geçen zamana değen bir kavuşma… Bunu sorgulayamazsın
bile. Çünkü bir özlem bittiğinde, arkada kalan mesafe ve zaman araya
girmemiş gibi olur. Değmiş mi değmemiş mi, anlamazsın. Beklediğin şeyi
bir gözün idrak bile edemez, yalnız diğer gözünle bakarsın. Hep dönmeyi
beklediğin şehre kavuştuğunda o, ayrıldığın gün dünmüş gibi davranır. Ailene
gittiğinde, aynı
kandan çıkıp farklı karakterlere sahip olan bir kurumun boğuculuğunu
yaşarsın. Onca özlediğin şeyi birkaç akşam yemeği sonra bulamazsın.
Duyguların çoğu gibi özlemekten de mutlak bir tatmin bekleme. Özlemek
hiçbir şey vaat etmeyecek; hiçbir kavuşma, planladığın ritüelleri sana
vermeyecek. Tırmalamak gereksiz. Biz, duyguları sonuca ulaşsın diye
hisseden varlıklar değiliz. Sadece hissetmekle yükümlüyüz. Sadece
özlemekle yükümlüyüz. Sonrası yok.(Ks)
Bu durumun temel sebebi olarak özle- eyleminin yanlış mânâlaştırılmasından ileri geldiğini düşünüyorum. Özle- eylemi, en temelde "öz" sözcüğünden türediği göz önüne getirilirse, "özün hâline getirmek" anlamına gelir. O nedenle özlediğin "şey" senden ayrı bir varlık değil, senin özünün bir parçasını oluşturur artık. Bunun mesafe ile ilgisi ancak şuu olabilir: Uzakta olan bir "şey"i ne kadar "özlersen", o "şey"i "özün hâline o kadar getirmişsin" demektir.