Pyonyang: Kuzey Kore’ye Bir Yolculuk, Burma Günlükleri, Shenzhen: Çin’den Bir Gezi Hikâyesi, Kudüs Günlükleri ve Rehine çizgi kitaplarını büyük zevkle okuduğumuz Guy Delisle’ın yeni kitabı Fabrika Günlükleri Kerem Yalçıner çevirisiyle yayımlandı. Kanadalı çizgi romancı ve çizgi film sanatçısının Türkçe okuruyla buluşan önceki kitapları gibi Fabrika Günlükleri de Karakarga Yayınları logosunu taşıyor.
Daha önce çoğunlukla kritik, çarpıcı sosyolojilere ve tarihlere sahip coğrafyalara yaptığı yolculukları okuduğumuz Guy Delisle, bu sefer çocukluğuna, çocukluğunun belirleyici mekânlarından birine dönüyor: Arka kapaktaki ifadelerle “Rüzgâr ters yönden estiğinde, kendisini keskin kükürt kokusuyla mutlaka hissettiren, bacalarında dumanı her daim tüten Québec Hamur ve Kâğıt Fabrikası”na.
Ağaç kütüklerinin ezilip kurutulduktan sonra kâğıda dönüştürülme işleminin farklı aşamalarında çalışan kahramanımızın aktardığı detaylar fabrikanın içinden dışarıya yayılan tüm kokuları ve sesleri duymamızı sağlıyor.
Sanatçı kumaşına sahip ama henüz akacak doğru mecrayı bulamadığı o tedirgin yaşlarda, kendini tanıdığı, sosyal hayatla ilişkisini daha iyi anladığı, kahve içmeye, insanları ve hikâyeleri yakın veya uzak mesafeden didiklemeye başladığı dönemleri izliyoruz. Sanatın, yaratıcılığın herhangi bir alanıyla uğraşan bizim coğrafyamızdan insanlar için hem bu sosyoloji, hem sade vatandaşın sanata bakışı çok tanıdık geliyor.
Guy Delisle‘ın hikâye anlatımı ve çizim tarzını oluşturan temel unsurlar Fabrika Günlükleri‘nde de karşımıza aynı ifade gücü ve okuma zevkiyle çıkıyor: Hikâyenin tüm gerçekçi dokusuna rağmen bu dokuyu bozmayan mizahi bir anlatım, özgün ve eğlenceli bir bakış açısı, yormayan, detaylara boğmayan ama sadelikle işin kolayına da kaçmayan çizimler, kendini okutan hikâyeler…
Yazarın hemen her eseri gibi otobiyografik bir hikâye bu. İlk gençliğinden bir kesit. Yalnızca üniversite için para biriktirme amacıyla yazları gittiği yorucu, yıpratıcı bir iş ortamını okumuyoruz. Üniversiteye ve gerçek hayata atılmadan önceki o hiçbir yere sığamadığı zamanlardaki gençlik kaygıları, ekonomik koşulların itici gücüyle yaşının ve yeteneğinin ötesindeki bir işte çalışmak zorunda kalan gencin aklından geçenler, burada tanıdığı veya gözlemlediği insanlar üzerinden sunulan ince bir sosyoloji var Fabrika Günlükleri‘nde.
Bu fabrika, yazara hayatı boyunca tükenmeyecek bir ilham ve gözlem gücünü veren yer olduğu kadar, bir kâğıt fabrikası olmasıyla da yazgısal bir göz kırpışla çıkıyor karşımıza.
Gelip geçen karakterlerin hiçbiri ana karakter kadar ön planda değil. Ama bir karakteri kısacık cümlelerle ve çizimlerle öyle iyi anlatıyor ki birkaç sayfa sonra aynı karakteri yeniden gördüğümüzde onu çoktan tanımış hatta kimisiyle yakınlık kurmuş bile oluyoruz. Bu çoğunlukla eğlenceli olsa da bazı karakterlerin hikâyelerinin sonrasını öğrenmek hüzünlü de olabiliyor.
Çevirinin Türkçe ifadelerle sırıtmayacak, yapay durmayacak şekilde yerelleştirilmesi de bu empati duygusunun kolayca aktarılmasını sağlıyor.
Fabrika Günlükleri · Satır Aralarındaki Baba-Evlat Hikâyesi
Hikâye doğrudan şu veya bu unsurlara değil bunların tümüne aynı oranda yoğunlaşsa da okumayı bitirdiğinizde akılda en çok, baba-oğul veya genel olarak aile-çocuk ilişkisi kalıyor. Bunda belki de kitabın “İkimiz için” ithafıyla başlamasının da payı vardır.
Çünkü anlattığı her şeyin ötesinde, derinlerde bir anlamı daha var fabrikanın: Boşanmış bir ailenin çocuğu olan kahramanımızın yolu, hayatın bir noktasında yakalanmaktan kaçamadığımız “ebeveynin kaderi”yle bu fabrikada kesişiyor.
Devasa fabrikanın bir yerlerinde otuz yıldır orada çalışan babasının bir ofisi var. Üç yılı özetlediği kitapta babasının ofisine ve evine birer kez gidiyor. Baba ve evlat birbirlerini ne kadar tanıyor, bilmiyoruz. Ama ikisinin de yolu o karmaşık, ürkütücü, gürültülü fabrikadan geçiyor. Fabrika, bir noktada baba ve oğulun benzerliklerini ve farklarını ortaya koyuyor: 30 yıldır oradaki işine devam eden bir ihtiyar ve bu ağır işten para kazandıktan sonra insanların burun kıvırdığı sanatına, okuluna dönen evlat. Bununla birlikte, bir türlü kurulamayan ve belki hiç kurulamayacak olan bir baba-oğul ilişkisi…
Bunca yıldır fabrikada bir bürosu olduğunu öğrendiği babasının, büronun yerini tarif ettiği bir sahne var örneğin. Sonrasında yanından ayrıldığı babasını uzaktan izliyor yazar. Burada hiç söz yok, dört küçük kareyle baş başa kalıyoruz. O sersemletici karmaşanın arasında babasını izleyerek ayrıldığı sahne, tüm bu ilişkinin, kahramanın yalnızlığının bir özeti gibi.
Guy Delisle, bir çizgi romandan beklediğimiz görsel ve yazılı hikâye anlatımını dört başı mamur ortaya koyuyor. Dilde ve çizgilerde detaylara, yoğunluğa düşmeden, okura hissetme ve düşünme payı bırakarak keyifle olduğu kadar ince bir hüzünle de okunuyor.
1987, Ankara.
Türk Dili ve Edebiyatı lisansı, Yeni Türk Edebiyatı yüksek lisansı…
KalemKahveKlavye’nin kurucusu.
Evli ve iki kedi babası…
Bazı kitaplar yazdı: Kadran Kadraj (2015), Kaosun Kalbi (2020), Yeraltı Kütüphanesi (2020), Gecenin Kıyısından Gelen Suratsız ve Yaşlı Kuzgun: Edgar Allan Poe (2020)