Nate Powell’ın Karakarga Yayınları’ndan Emre Yavuz çevirisiyle yayımladığı grafik romanı Yine Gel’i Beril Köroğlu inceledi.
Büyü dolu bir realizm, sürreal rüyaların mantıklı sonuçları, topluma karışmanın ilk kaygıları, sahnenin dışındakilerle daha çok ilgilenen olmanın yalnızlığı, punk dinlemenin ötesinde yaşamak, Güney ve onu temsil eden her şey ile yüzleşmek, göz alan aydınlıkla dipsiz karanlık kadar uğraşmak, kişisel anılar ve global politik kaygılar…
Bunlar, çizgi roman sanatçısı Nate Powell’ı ve bizi okuyucu olarak izlenimcisi yaptığı yeni gerçeklik anlayışını anlamak için bazı çıkış noktalarıdır. Kendisi de Arkansaslı olan Powell, sıkça Güneyin son 40 yılda kendi tarihiyle yüzleşmesinin izini sürer. Hikâyelerinin arasında aynı isimlere sahip karakterlerin olması; bu hikâyelerin belki coğrafi, belki de kimliksel olarak bir grup insan tarafından paylaşıldığının bir göstergesidir. “Çocuk Oyuncağı” hikâyesinde; cadılar bayramı günü okula yüzünü ayakkabı boyasıyla boyayıp, bir akçaağaç şerbeti markası olan ve etiketinde siyahi bir kadının resmi olan Jemima Teyze kılığında giden Sarah ile “Any Empire”daki Wormwood’un yerlisi Sarah ve “Carlos Santana’nın Huzursuz Eden Bakışları” hikâyesindeki Sarah “neredeyse” aynı kişiler. “Sen Öyle San”, Tulsa’daki siyahi ayrımcılığını konu alan ve Güneyli olmaya dair sanatçıyı yaşadığı yerle yüzleştiren çarpıcı bir hikâyedir. Powell okurken konularından bağımsız çoğu kez Güney’i anlamaya, şimdiki Güney ile yüzleşmek zorunda kalırız. Sanıyorum bu Nate Powell’ın da kendi Güney’i anlama çabası. Kitapları ve hikâyeleri arası belli belirsiz bu konu ve karakter paylaşımı durumu; Nate Powell okuyucusu için, adeta izi sürülen bir labirenttir.
Alfred Hitchcock’un yönettiği Psycho (1960) filmiyle temelleri atılan canavarlaşan taşra anlatısı kuşkusuz en görkemli formunu Tobe Hooper’ın The Texas Chainsaw Massacre (1974) filminde bulmuştur. Jennifer Brown, Cannibalism in Literature and Film kitabında yamyamlık ve taşra ilişkisi olarak şunları söyler: İlk olarak yamyam, kolonileşen ve kolonici arasındaki karşılaşmada ve yabani olanla yamyamlığın birlikteliğinde kendine yer bulur. İkinci olarak mekânsal aykırılığın değişimlerinde yani şehir ve taşra arasındaki ilişkideki anksiyetelerde var olur. Anlatıların çeşitlerinden birinde yamyam; ekonomik olarak çökmüş taşra çiftçisidir, yani sadece modernite öncesine ait bir figür değildir, gelişmemişliğin figürüdür. Örneğin The Texas Chainsaw Massacre’daki aile, çalışanı oldukları fabrika kapanınca yamyamlığa yönelir ve fabrikanın kapanmasıyla boşalan kasabada, modernliğin ağından uzak kaldıkları için taşralı taşkınlıkları daha da artmaktadır. Güney’deki taşranın yaşamaya terk edildiği sosyal ve ekonomik güvensizlik ortamı, cahil kalıp unutulan ve canavarlaşan aile anlatısıyla; sinema tarihinde yamyamlık ve şiddet resitali üzerinden Güney’in taşra anlatısına yepyeni bir soluk getirmiştir. Nate Powell’ın çizgi romanlarındaki Güney temsili ne The Texas Chainsaw Massacre ve The Hills Have Eyes (2006) filmlerindeki kadar kelimenin tam anlamıyla canavardır, ne de Harper Lee’nin Bülbülü Öldürmek romanı uyarlaması olan To Kill A Mockingbird (1962) filmindeki Atticus gibi “vatanperver”, gururlu Güneyli anlatısını içerir. Powell’ın Güney temsili göz kamaştıran aydınlık ile dipsiz karanlığın soluksuz hissi arasında hızlıca gidip gelen bir halüsinasyon gibidir. “Yut Beni” çizgi romanındaki Ruth ve Perry kardeşlerin halüsinatif gerçekliği, Powell’ın hikâye anlatıcılığının ulaştığı en üst noktadır.
Nate Powell’ın Karakarga Yayınları’ndan basılan, Emre Yavuz’un dilimize kazandırdığı “Yine Gel” grafik romanında ise Güney; bir sır yutan efsanesinin arkasına açığa çıkmayı bekliyor. 1979’da Arkansas’ın Ozark Dağları’nda geçen hikâye, yasak bir aşk kaçamağının merkezi olan, sır yutan gizli bir mağara ve bu aşk kaçamağının sırrının ortaya çıkmasıyla mağaranın yeni sırlara gebe olmasını konu alıyor. Spoiler vermeden bu çerçevede bahsedebileceğim hikâyede; bu mağarayı yani “sır yutan”ın oluşmasına imkân sağlayan bu Güney kasabasının sosyal dinamiklerinden bahsetmek gerekiyor.
Kasabanın endüstriyelleşen dünya gerçeklerine hızlıca uyum sağlayan yapısı; “toplama kamplarına dönüşen aile çiftlikleri”, “küresel devlerin eline geçen market zincirleri” olarak tasvir ediliyor. Kasabada zamanında hayli haraketli yaşanmış olan Ku Klux Klan eylemleri; “Aynı iş yerinde çalışan meslektaşlarından üstün olduğunu düşünüp haç yakan şerefsizler” olarak betimlenmiş. Geçen yıllar siyahi karşıtlığının dinamiklerini değiştirmiş olsa da kasabada, geleneklerden beslenen pusudaki ırkçı mantalite yadsınamaz. Şehirli hayatlarını geride bırakıp kırsalın “yavaş” yaşamını deneyimlemeye gelen genç yetişkin topluluklar; birbirine yardım eden, kamusal alan işlerini ortaklaşa yapan bir komün olmaya çalışsalar dahi, toplumun refahından çok bireylerin refahı üzerine kurulmuş iki yüzlü bir yaşam içindedirler. Yerli halkın dışarıya verdiği göç de bu bireysel çıkarlar ve refah üzerinden gelişmiştir, öyle ki “Bazı sakinler sadece Snickers çikolataları bitene kadar kaldırlar” diye tasvir edilmiş. Bu radikal dinci, ırkçı yerli halkın bıraktığı mirası; makromeler, rüya kapanları, kombuchalar ve çiftçi pazarı stantlarıyla değiştirdiğini sananlar, kasabanın derinliklerinde aç uyuyan bir sır yutana zemin hazırlamıştır.
Hikâyede yaşanan yasak aşka zemin hazırlayan, daha sonra da felakete yol açan sır mağarası, akıllara Lovecraft’ın The Color Out of Space hikayesinin bir uyarlaması olan The Curse (1987) filmini getiriyor. Bilim-kurgu korku türündeki bu film; sırlar, ihanetlerle dolu bir Amerikan kırsalında gökten gelen bir cismin düşüp içme sularına karışmasını ve sudan içen insanların, bu su ile sulanan arazilerdeki ekinleri yiyenlerin birer zombimsi varlığa dönüşmesini ve çevrelerine dehşet saçmasını konu alıyor. Burada halkı lanetleyen cisim, bastırılmış bir toplumun içine hapsolduğu sırlar çemberinin tam ortasına düşmüştür ve adeta taşradaki medeniyetten yoksun bırakılmış gerici anlayışı cezalandırıcı konumundadır. Powell’ın “Yine Gel”deki sır yutan mağara ise cezalandırıcı olmaktan öte yüzleştirici ve özgürleştiricidir. Sır yutan mağarasının var olabilmesi için her zaman yeni bir sırra ihtiyacı vardır.
“Yine Gel”de olduğu gibi bazı sırlar ortaya çıkarken birçok kişinin bedeller ödemesi gerekir. “Sadece anılar, kayıpları ve inanılmaz ağırlıkları taşıyabilir.” Sır yutan mağarası için bir sırrın bedeli birinin varoluş anısı olmaktadır. Powell’ın diğer grafik romanlarında olduğu gibi rüya, supernatural ve halüsinasyon sahneleri burada da karakterlerin iç dünyasını anlatmada, hikâyenin gidişatındaki -twist- noktalarında sık sık kullanılmaktadır. Bu anlar okuyucu için, kendi mevcudiyetindeki gerçeklikten de sıyrılmak ve karakterlerle özdeşleşmek için harika anlar (ki punk ve metal dinleyerek ergenliğini geçirmiş, yetişkinliğinde de bu tutkusundan vazgeçmemiş çoğu kişi Powell’ın karakterleriyle bir şekilde kendini özdeşleştirecektir). Çoğu zaman okuyucuyu melankolik, karanlık ve büyülü noktalara çeken bu karelerde, Nate Powell’ın Mike Mignola’ya duyduğu hayranlık hissediliyor, Mignola’daki Edgar Allan Poevari dil sadece Powell’da yerini melankolik bir punk şarkısının sözlerine bırakıyor. Kendisi de bir DIY punk record firması olan Harlan Records’u 16 yıl boyunca idare etmiş olan Nate Powell; Soophie Nun Squad,WAIT, Universe ve Divorce Chord gibi çeşitli punk gruplarında çalmış, turneler düzenlemiştir. Bu yüzden çoğu hikâyesinde punk sahnesine ve hayat tarzına selam gönderir. (Örneğin, 90’lardaki Little Rock sahnesine sevgisini gösterdiği “Rastlantı” hikâyesi.)
Nate Powell’ın günümüz dünyasını anlama, global olarak içinde sıkıştığımız politik krizleri algılama ve öteki olarak büyümüş her gencin iç dünyasını aktarma biçimi; “Yine Gel”de hibrid bir ruha bürünüyor ve kendimizi doğaüstü karanlık bir macerada bulmamıza sebep oluyor. Sır yutan mağarası varlığının üzerinden aktarılan metafor kendini, kitabın sonunda da bizlerle yüzleştirdiği şu soruya bırakıyor: “Bir sır, sır olmaktan çıkarsa bunun bedeli nedir?” Dünyanın 20. yüzyılın karanlık sırlarına dair ödediği bedel, günümüz toplumlarını mu oluşturuyor? Nate Powell, son kitabı olan “Save It For Later”da da “gerekli protesto” nedir onu tartışırken, ödenen bedellerin karanlık sırlarıyla ve unutturulan anılarıyla bir süre daha kafamızı meşgul edeceğe benziyor.
Yine Gel · Arka Kapak Yazısı
“YUT BENİ ve MARCH ile çizgi roman dünyasının en önemli yeteneklerinden biri olduğunu kanıtlayan Nate Powell’ın bence en iyi işi YİNE GEL. Derinlemesine hareket eden, insanı içine çeken bu samimi kitabın etkisinden uzun süre kurtulamayacaksınız.” -JEFF LEMIRE (Netflix dizisi Sweet Tooth’un yaratıcısı)
1970’li yılların üzerinde güneş batarken, Sevgi Kuşağı ruhu, Ozark Dağları’nın tepesindeki “küçük bir komünde” yaşayan bir grup insanın içinde yaşayamaya devam ediyordu. Peki eksik olan neydi? İnanılmaz derecede iç içe yaşayan iki aile, aşırı derecede bastırılmış sırlarla yaşamanın zorluklarıyla da boğuşuyordu… bu arada, bu Arkansas tepelerinin derinliklerinde, köydeki fısıltılarla beslenen canavarımsı bir şey dolanıp duruyordu. Tek başına çizerlik kariyerine görkemli bir dönüş yapan ve NEW YORK TIMES EN ÇOK SATANLAR listesine giren NATE POWELL, bu samimiyet, pişmanlık ve toplu hafıza kaybıyla süslenmiş kitabı sunar.
“Powell’ın bu eseri, karanlık ve aydınlık arasındaki kesişimde edebi ve figüratif olarak yerini almış. Tam gölgelerin içinde tamamen kaybolduğunuzu hissettiğiniz anda içeri güneş giriyor.” -JILLIAN TAMAKI