Dergiler, günümüz yayıncılığının en popüler ve tirajı yüksek işleri olduğu için bu yazının merkezinde. Fakat bu yazı sadece bir dergicilik eleştirisi değil. Büyük resme kuşbakışı bakan; yayıncılık ve genel anlamda yayıncılıktaki ekonomik ve siyasi ilişkiler eleştirisi aynı zamanda. Bu yüzden dergilerin kendisi gibi onları eleştirmenin de popüler olmaya başladığı bazı önceki benzerlerinden ayrı bir yerde durmaya çalışarak yazıldı.
Yazı boyunca geçecek olan “dergiler” ifadesi dergilerin tümünü kapsamadığı gibi şu veya bu dergiye de özellikle işaret etmiyor. Hakim durumu eleştirmek için yazılan bu yazıdaki tüm eleştirilerin, ortaya konulması ve herkesin payına düşeni alması için yazıldığını belirtmek isterim. Yazıdaki genellemelerin her biri, hakim/ağırlıklı durumu kastediyor; her bir tespit ve genelleme, istisnalar göz önüne alınarak yazıldı.
- Para (Kapitalizm/Dünya Düzeni)
- Ülke Şartları (İktidar-Toplum-Siyaset İlişkileri)
- Yayıncılar-Yayıncılık Sektörü (Yayınevleri, Editörler, Genel Yayın Yönetmenleri)
- Okurlar (Sosyolojik tabirle “Birey ve Toplum” )
Ortalama Okur kimdir? Ortalama Okur, “Ben pek kitap okuyamıyorum”, “Kitap okuyunca sıkılıyorum, uykum geliyor”, “Kitap okumaya zaman bulamıyorum” diyen insanların da olduğu, bunların yanı sıra çok okuyan, fakat okuma deneyimleri belirli bir türü, belirli bir akımı hatta birkaç popüler ismi geçmeyen okurları kapsıyor. Nicelik olarak çok fazla okusa da, mesela sadece Ahmet Batman, Kahraman Tazeoğlu, Ali Lidar türevlerini okuyan, sadece Aret Vartanyan, Aşkım Kapışmak, Gülse Birsel okuyan veya sadece Hakan Günday, Murat Menteş okumakla yetinen okur tipi bu gruba giriyor. (Örnek verilen yazarlara değil belirli türler/eğilimlere işaret ediyorum.) Bu okurun ne okuyacağını zamanın trendleri belirliyor. Okurumuz, TV dizilerinde idealize edilen aşk ve mutluluk manyaklarından biriyse ona göre yazarını seçiyor. Biraz karanlık, biraz anarşist bir okursa da başka bir grup yazara yöneliyor. Tabii işin içine ideolojiler, siyasi yönelimler, ekonomik durumlar gibi daha birçok faktör sokulabilir.
Hadi daha somut bir örnek verelim: Ortalama Okur için Âşık Veysel, gözleri görmeyen, bağlama çalıp sözlerini yazdığı türküleri söyleyen bir halk ozanıdır. Kara Toprak’tır, Güzelliğin On Par’Etmez’dir, Uzun İnce Bir Yoldayım’dır. Ortalama Okur için bunlar yeterli bilgidir. Nitelikli Okur, Veysel’in en azından sözlü halk edebiyatı şairi olduğunu bildiği için hece ölçüsüyle, en azından dörtlüklerle yazdığını da bilecektir. Hatta beklentiyi bu akademik seviyeye kadar yükseltmeye bile gerek yok; üslup ve içerik olarak Âşık Veysel’in nasıl bir şey yazacağını ve yazmayacağını sezebilecektir. “Yol var gidersen” gibi bir sözün, Veysel’in döneminde herhangi bir şairin retoriğinde yer almayacağını da bilir. Oysa geçtiğimiz yıllarda Kafkaokur’un Facebook’tan aparma bir sözü Âşık Veysel’e yamadığını, okurun bilmesini geçtim yazarın bile bilmediğini hatırlamayanınız yoktur. Bu skandala rağmen şimdi Twitter’a girip bu şiiri aratın, yine en az bir tane Âşık Veysel göreceğinize eminim.
Dergicilik ve yayıncılık eleştirisi yazarken önce bu iki okur tipinden bahsettim çünkü birçoklarının aksine bu rol dağılımındaki büyük hata paylarından birinin okurda olduğunu düşünüyorum.
Sığ Popülizmin Yandaşları
- İktidar/Devlet; (Türkiye örneğinde) her alanda baskı yaratarak bireyi/okuru pasifize eder; arabeskleştirir, ağlaklaştırır, “kaybeden” olmayı, yenilmeyi kabullendirir, popüler kültür de bu kabullenişi erdemlilik olarak sunar. Ali Şimşek buna “Onurlandırılmış Güçsüzlük” demişti. Kaybetmeyi erdemden sayan birey tipi, bu eğilimdeki sanat ürünlerini de yüceltir doğal olarak.
- Para; iyi eserin değil “para” getiren eserin, “çok okunan/anlaşılan” eserin değil “çok satan” eserin peşindedir.
- Sistem ise sığ birey yaratmak ister. Ona göre sorgulayan, analiz eden filmler, şarkılar, kitaplar tehlikeli ve sıkıcıdır. Bu sıkıcılığa okuyan/izleyen/dinleyenin de inanmasını ister ve inandırır.
Görsel ve zihinsel anlamda tüketimi ve hazmı kolay olan GIF’ler ve videolar bu yüzden moda oldu. 140 karakterlik alıntılar, aforizmalar, new age veya arabesk ahkamlar, vesaire… Hepsi, aynı kolaycı, konforunun bozulmasından korkan zihinler için üretilen kültürel fast-food’lar…
Popüler ve Sığ Yayıncı, Okur Değil Müşteri İster
Kitap basarak para kazanmak ve genel anlamda para kazanmak elbette utanılacak şeyler değildir, Yayıncılıktan para kazanan bir editör, kendi kitabı da kurumsal bir yayınevinden çıkan bir yazar olarak bunu söylemem tutarsızlık olur zaten.İyi yayıncılıkla kötü yayıncılığı, okura gerçekten kaliteli ürünler sunan yayıncıyla okuru aptal yerine koyup duygularını sömüren yayıncıyı ayırmanızı istiyorum.
Gelelim Dergiciliğe
- Bu dergiler solculuk satıyor. Kapaklara solcu yazarları yerleştirip içeride liberallere, yandaşlara ve bilumum tezat oluşturan isimlere yer veriyor. Buna “çokseslilik” deniliyor.
- Bu dergiler, yüksek edebiyatı hançerliyor, edebiyatı değersizleştirip ayağa düşürüyor.
- Bu dergiler kötü yazarlara ve yazılara yer veriyor. Ne öyküleri öykü, ne şiirleri şiir.
- Bu dergilerin hepsi birbirine benziyor. Ot’un başlattığı akımı hepsi birbirine benzeyerek götürüyor. Yeni bir şey yok.
- Bu dergiler tutarsız. Arabeskçiyi, Rock’çıyı, Pop’çuyu, yandaşı, muhalifi, hepsini bir araya getirip çorba yapıyor.
- Bu dergiler sayesinde millet bir şeyler okumaya başladı.
- Bu dergiler sayesinde sevdiğimiz yazarları her ay görebiliyoruz.
- Bu dergiler sayesinde çokseslilik güçleniyor. Ne güzel, hem solcu hem sağcı, hem arabeskçi hem Rock’çı bir arada.
- Bu dergiler sayesinde bir edebiyat ürünü çok satılmaya, çok okunmaya başladı.
Aynı şeylerin üzerinden geçmek yerine, kişisel olarak takıldığım noktalara öncelik vererek yukarıdaki eleştirilerle harmanlamak istiyorum. Bir kültür-sanat-edebiyat dergisinin solcu olması gerektiğini kimse gibi ben de düşünmüyorum elbet. Bu tür bir eleştiriyi en nokta atışıyla yapan Taylan Kara’nın yazısı da kapağa solcu sanatçıların resminin koyulmasına yönelik değil, tutarsızlıklarıyla ilgiliydi. Tek tek alıntı yapmayacağım, yazıyı okumanızı öneririm.OT dergisi, Metin Üstündağ tarafından ilk hazırlandığında mottosu “Maksat Yeşillik Olsun“du. Bu motto halen duruyor, fakat söyleşi ve etkinliklerinde yeni bir başlık eklendi: “Kutuplaşan Türkiye’de Çoksesli Dergicilik“. Bu “çokseslilik” söyleminin, malum eleştiriler üzerine bir savunma olarak belirlendiğini söylemeye gerek yok sanırım.
Çokseslilik ile kafa karışıklığı ve tutarsızlık arasındaki farkı ayırmamız gerekiyor şu noktada. Çokseslilik, bir sağcı yazarla bir solcu yazarın aynı dergide olabilmesi anlamına gelebilir elbette. Yani İsmet Özel’le küçük İskender’in aynı dergide fikirleri ve şiirleriyle yer almasından doğal bir şey yok. Nispeten muhafazakâr, Müslüman kimliğini öne çıkaran Murat Menteş’in Gezi’yi veya LGBTİ haklarını savunması da çoksesliliktir.
Benim lise/üniversite dönemime denk gelen Kaçak Yayın dergisinin bunu çok iyi başardığını hatırlıyorum. Leman grubuna bağlı olarak Aslan Özdemir, Adnan Özer, Tuncay Akgün ekibinin çıkarttığı bu dergilerde İskender Pala, Nihat Genç, küçük İskender, İsmet Özel, Can Yücel, Oktay Taftalı, Cezmi Ersöz gibi farklı çevrelerden sayısız ismi görebiliyorduk. Bugünkülerden farkı da rockstar gibi yazarı değil eserleri öne çıkarmalarıydı. Kapaklarında yerli-yabancı güncel isimlere yer verilmesi de ayrı bir güzellikti. Bunlardan yana bir sorun olmamalı. Sorun; sadece ve sadece solu ve solcuyu ya da Türkiye’nin Yeşilçam gibi, arabesk gibi halka mal olmuş kültür tarihinden figürleri metalaştırıp, okuru damardan vurmaya çalışmakta.
Alıntılarla lafı uzatmak istemiyordum ama derdimi anlatmak için şu kısmı alıntılamak isterim:
“Kapağa bir Aziz Nesin fotoğrafı koyarsan iç sayfalarda Sezen Aksu’nun her yazısını okuyabilirsin. Sezen Aksu’nun 22 Eylül 1980 tarihli Hey Dergisi’ne 12 eylül darbesi ile ilgili yaptığı açıklamayı bizler gibi 3-5 dinozordan başka kim hatırlar ki?
“Türk Silahlı Kuvvetleri, ülkemizde her şeyin çıkmaza girdiği bir dönemde yönetime el koymuştur. Bence, zamanında ve yerinde bir karar alınmıştır. Halkımıza hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum.” (Sezen Aksu – HEY dergisi, 22 Eylül 1980)” (Kaynak için TIKLAYIN)
Örnekler çoğaltılabilir. Benim bir okur ve editör olarak canımı sıkan şeylerden birisi, çokseslilik ardına gizlenmiş bu ikiyüzlülük. Hadi bir ikiyüzlülük örneği daha vereyim. Kafa dergisinin kurucusu Candaş Tolga Işık… Ortalama Okur’un bile Posta gazetesinden olsun, TV programlarından olsun, futbol kulüplerinden olsun tanıyacağı bir isim. Birkaç tane Kafa dergisi kapağına bakalım mı?
Bu tabloda siz objektif gazetecilik örneği görebilirsiniz; kusura bakmayın ama ben ikiyüzlülük ve en azından kültür-sanat-edebiyat okurunu saf yerine koyup parasını alan bir yayıncılık örneği görüyorum. Ha, malum şekilde Başbakanlık koltuğundan alınan güleç yüzlü eski Davutoğlu’na da ayrıca bir nispet var mıdır bu başlıkta, artık perde arkasını siz düşünün. Yukarıda bahsini ettiğim “çok satan” meselesi noktasında da sizi biraz düşünmeye, sorgulamaya davet etmek istiyorum.
Cemil Meriç’in, “Dergiler bir şehrin iç sokakları gibi mahrem, samimidirler. Devrin çehresini makyajsız olarak onlarda bulursunuz. Bir neslin vasiyetnamesidir dergi,” söylemine katılıyorum, önünde eğiliyorum ama bugün her kafadan o kadar ses çıkmaya başladı ki daha pasifist bir söyleme çekilip bir derginin/dergilerin misyonunun ne olması gerektiğini tartışmaktan çekiniyorum ister istemez. Neticede dergiler de birer üründür ve alıcısına hitap eder.
Ben bu yazının tamamında olmasını istediğim gibi iyi niyetli okura hitap etmek istiyorum sadece: Her ay bayiye koşup hevesle, mutlulukla aldığınız ve üzerine para verdiğiniz dergilerin satışı kimlere yarıyor, bilmelerini istiyorum. Nitelikli Okur’un, hangi yayının nasıl ve ne amaçla çıkarıldığını bilmesiyle, Ortalama Okur’un birtakım oltalarla kandırılan “müşteriler” olduğunu söylerken de bunu kastediyorum.
Kafa dergisinden devam edelim. Candaş Tolga Işık’ın derginin hikâyesini anlattığı bir video var. Tamamını koyuyorum ama özetle şunu söylüyor: “Kafa çok satan bir dergi, çok satıyoruz, acayip çok satıyoruz, ilk sayıda çok satmaz gibi oldu ama şimdi epey satıyoruz. Öyle böyle satmıyoruz. Posta gazetesinde gazeteciliği öğrendim, oradaki tecrübemi dergiye uyguladım. Bu arada çok satıyoruz ve tüm yazarlarımıza o kadar telif veriyoruz ki rakiplerimizi de bu anlamda zorluyoruz. Çünkü rakiplerimiz çok satmıyorlar, ama biz çok satıyoruz. Dergi yapalım dedim, eşi dostu aradım. Sen yaz, dedim; sen de olsana, dedim. Yazdılar sağ olsunlar…”
Önceki Dergilerin Hiç mi Hatası Yok?
Işık’ın bu söyleşisinin başlarında dikkat çeken bir nokta var. Şöyle diyor:
“Türkiye’deki edebiyat dergileri, bizden önceki dönemde daha çok, adı üzerinde, sadece edebiyatı, klasik edebiyattan, işte hikayeden, şiirden, romandan, alıntılı roman denilebilir ona (KS: bu ne demekse artık!), ondan ibaret okuyucuyla paylaşan son derece değerli yayınlardı. Varlık işte bizim bildiğimiz, en itibarlı olanlardan bir tanesiydi fakat Türkiye’deki genel okuma alışkanlığı yerle yeksan olduğu için orada bir okuyucu bulma problemi ortaya çıktı. Sadece edebiyat dergileri için değil, genel olarak da var…”
şeklinde devam edip yine konuyu çok satma konusuna bağlıyor. Teorik ve pratik anlamda edebiyat birikiminden yoksun olduğu çok belli olan birisinin, başı sonuna ulaşmayan bu ifadeleri kısaca şunu söylüyor bize: Sadece edebiyat içeren itibarlı dergiler okur bulamadı, biz de seviyeyi düşürüp ortaya karışık dergi yaptık ve çok sattık.
Bu noktada, eleştirdiğimiz herkes kadar Varlık, Notos ve benzeri “yüksek” edebiyat dergilerini ve editörlerini de eleştirmek gerek. Edebiyat elbette muhterem bir iştir, fakat bu muhteremliği kişisel elitizmlerin, editör ve yazar kibirlerinin gölgesinde bırakıp “yüksek” bir yerde kendilerini konumlandırdıkları için meydan işte bugün çok eleştirdiğimiz dergicilik tipine kaldı. Dolayısıyla “şiir sokakta” diye diye şiiri sokağa düşürenler gibi dergiler de edebiyatı, dergiciliği ayağa düşürmüş oldu.
“Ayağa düşürmek” ifadesinden de bir elitizm kokusu alınmaya çalışılmasın. Sorun, edebiyatı okura ve okur adayına sunma şekliyle ilgili. Bu açıdan, edebiyatı bir yüksek zümre/elitist ilgisi gibi gösteren de, onu kültürel birikimden soyutlayıp çay-kahve-arabesk-mahalle kültürüne indirgeyen de aynı oranda hatalıdır.
Bu dergilerden biri olan Notos’un editörü Semih Gümüş de geçtiğimiz süreçte dergiciliği eleştirenler kervanına katıldı. Yayıncılığına yüzde yüz kefil olmasam da birikimli bir editör olduğunu bildiğim, Puslu Ada kitabı başta olmak üzere denemelerini özellikle ilgiyle okuduğum Gümüş’ün yazısını görünce sonunda dergiciliğin içinden teorik bir eleştiri gelmesine, belki de bir önceki paragrafta bahsettiğim konuyla ilgili de bir özeleştiri yapma ihtimaline sevinmiştim ki malumu ilamdan başka bir şey içermeyen bir yazıyla karşılaştım. Gelişine bir söylem, karmakarışık ve ilgisiz örnekler, zayıf ve yanlış tespitler, kısaca çözümsüz bir eleştiri içeren yazıyı ŞURADA bulabilirsiniz. Öyle ki ne kadar iyi niyetle de okunsa, Semih Gümüş’ün kendi dergisini sıyırma çabasından başka bir çabayla yazmadığını düşünüyor insan.
İyimser Bakmayı Denemek
Örneklere devam ediyorum. Çok sıkı edebiyat ve yayıncılık örneği olarak her ay para ödediğiniz birtakım dergilerin nasıl bir ciddiyetsizlik ve satıştan başka amaç gütmeyerek çıktığını anlatmak için.
Konunun solculuk, muhaliflik, yandaşlık kısmını göz ardı edelim bir süreliğine. Bu dergilerin bize ne verdiğine bakalım.
Henüz yayımlanmayan bir kitap için Taylan Kara ve Ali Şimşek’le yaptığım bir röportajda şu soruyu sordum: Bu dergiler her yönüyle mi tukaka? Tutulur yanları hiç mi yok?
Bu bakış açısıyla sorulan soruları içeren bir yazı da geçtiğimiz süreçte yayınlandı. Ali Oktay Özbayrak’ın yazdığı “Popüler Dergilere Karşı Gelmenin Yükselişi, Söylenmenin Gücü” başlıklı yazı üzerinden bu soruyu yanıtlamak isterim.
“Gazeteden çok baskı yapmalarıyla bu dergiler her şeyden önce yazarı görünür kılıyor. Enis Batur’un okunmamasından şikâyetçiyken Ot Dergi’de Enis Batur yazısı görünce dudak büzmemizin çok da manası yok,” diyor yazar.
İlk bakışta doğru bir önerme. İkinci bakışta da doğru olduğunu görmek için bir anket yapılmasını ve bu dergilerde tanıdığı yazarın kitabını almaya kaç okurun gittiğinin ortalama bir tespitinin yapılmasını isterdim. Bu dergiler, ağırlıklı olarak “hap yazı” okurunun, uzun metinlerden, kitaplardan kaçan, hatta çoğu kez dergiyi tamamen okumak yerine posterlerini, takvimlerini isteyen “müşterilerin” satın aldığı dergiler. Sosyal medya hesaplarını şöyle bir gezin; “Posterleri neden arkalı önlü yapıyorsunuz?” diyen, “Falancanın da takvimini istiyoruz” diye talep eden yüzlerce yorum göreceksiniz. Bizzat kitap mağazalarının dergi reyonlarına gidin. “Bu ay bunun kapağında Tezer Özlü var, ama şu da Nâzım Hikmet posteri” veriyor tadında laflar duyduğum en az iki tecrübem olduğuna yemin edebilirim.
İstisnalar olduğunu göz önüne alarak söylüyorum: Fast-food okuru, dergide gördüğü yazarın kitabını almaya gitmez. O, zaten çok popüler bir yazarı dergide gördüğü için dergiyi almaya başlamıştır. Ya çok sıkı Emrah Serbes okurudur (ben de zevkle okurum, yanlış anlaşılmasın) ya da o sayıda, sırf arkadaşlık ilişkileri sayesinde şiirimsisi yayımlanan Can Bonomo’nun hayranıdır da dergiyi almış bulunmuştur.
Öte yandan yeni kuşağı Oğuz Atay’la, Tanpınar’la tanıştırmaları önemli bir aşama. Hiç değilse bu büyük yazarların isimlerini okurun kulağına fısıldamaları bile önemli bir çaba. Fakat kusura bakılmasın, bunun da sakatlıkları var. Baştan beri bahsettiğim üzere, dergiler kapsamlı dosyalar içerip geçerli konudaki uzmanlara dosya yazıları yazdırmadıkları sürece hap bilgi hazırlamaya, basılı-resimli Vikipedia’dan ileri gidememeye, dolayısıyla okuru da bu bilgiyle sınırlamaya mahkumdurlar. Âşık Veysel deneyimi bunun en belirgin örneği. “Çay var içersen” yerine kapsamlı bir Âşık Veysel incelemesi yayımlamayı amaçlasaydı, en azından derginin editörü de o şiirin Veysel’e ait olamayacağını öğrenebilirdi.
“Ben Aşkın, Acının ve Devrimin Kadınıyım” sözüyle OT’a kapak yapılan Frida Kahlo’yu romantik bir devrimciliğe, bir kapak güzeline indirgemek, Frida’nın gerçek mücadelesini ve bireysel duruşunu anlatmaktan acizdir.
Aynı şekilde, bu dergilerin okuru Tomris Uyar’ı “İkinci Yeni’nin Gelini” sığlığında ve çirkinliğinde bulacaktır. Tomris Uyar’ın filozof yönünü, kadın ve birey olarak verdiği düşünsel ve varoluşsal mücadele yerine İkinci Yeni’nin erkek şairleriyle aşk ve evlilik ilişkilerinden ibaret tanıyacak, daha fenası onların gölgesinde kaldığı bir eril vizyon çerçevesinden görecektir.
Mirasyedi Dergicilik
OT dergisinin kurucusu, dolayısıyla bu furyanın başlatıcılarından Metin Üstündağ, Notos’taki söyleşisinde “Yeni çıkan bir dergi, var olan dergicilik anlayışını yerle bir etmeyecekse çıkmasına pek de gerek yoktur,” diyor. Yanlış da sayılmaz, var olan dergicilik anlayışını yerle bir etti gerçekten. Etti de, yerine bir şey koymadı. Burada, satış odağının yanı sıra rahatsızlık duyduğum bir diğer noktaya geçiyorum: Mirasyedilik.
Yeni dergilerin en büyük handikaplarından birisi mirasyediliktir. Öncelikle yaşayanların miraslarını yerler: Bazılarını okumaktan haz aldığım Hakan Günday, Emrah Serbes, Murat Menteş, Ercan Mehmet Erdem gibi isimlerle temeli sağlamlaştırırlar. Sonra sıra Arabesk kültürüne, Yeşilçam tarihine, Türkiye solcularına ve örneğin Frida Kahlo veya Kafka gibi dünyaya mal olmuş diğer isimlere gelir. Ölülerin ve geçmişin kanı emilir de emilir.
Bir derginin kapağında Adile Naşit’in, Münir Özkul’un veya Müslüm Gürses’in olmasının elbette bir sakıncası yoktur. Ama insan bir yerden sonra da “Peki yenilerden kim var?” diye sormaz mı?
Gerçekten de bu dergiler, kendi sayfalarından doğan kaç iyi yazar sundular? Küçük veya büyük, kendi yazarlık maceralarını bu dergilerde başlatıp gerçekten yeni bir şey koyan kaç yazar var? Lütfen Ali Lidar demeyin; Ali Lidar, Kahraman Tazeoğlu’nun, Ahmet Batman’ın biraz arabeskleştirilmiş, biraz underground’laştırılmış, biraz da solculaştırılmış halinden başka bir şey değil yazarlık anlamında. Karşı çıkan olursa söz konusu yazarların sözdizimi algoritmalarını, metafor ve kelime dağarcıklarını karşılaştırmalı olarak inceleyebilirler. Karşılaştırmalı okumayı bilecek kadar iyi okumuş bir okur da zaten benimle aynı düşünecektir.
Dolayısıyla iyi yazarların sırf çok sattıkları için bu dergilere minnet duymasına, bu dergilerin iyi yazarlara verdiği sayfaya ve telife lütuf gözüyle bakmasına göz yumacak değiliz. Bu dergiler zaten popüler isimlerin, zaten halka mal olmuş kültür ikonlarının ekmeğini yiyerek parladı, parlamaya da devam ediyor.
Bunu yaparken de bir zahmet genç yazarları, şairleri ve çizerleri potansiyel kitleleriyle tanıştırsınlar. Bu yüzden de yeni bir isim çıkaramadıkları gibi, keşfedilmeyi bekleyen çok sıkı yazarların da önünü kapatmasınlar. Nasılsa dergi çıkarmak istediklerinde telefon açıp “Dergi çıkıyor, sen de yazıyorsun” diyebilecekleri yakın arkadaşları var. Dergicilik de arkadaşçılık oldu neticede…
Dergicilik Nereye Evrilecek?
Bitirirken bir bonus bölüm olarak bunu da eklemek istedim.
Yeni dergicilik, “yüksek edebiyat” yapıp yüksek-aşağı ayrımından çıkamayan, yüksekte gördüğü edebiyatın sıkıcı ve gereksiz bir şey olmadığını okura anlatmayı başaramayan klasik dergilerimizin bıraktığı boşluklardan çıktı, deniliyor. Kısmen doğru olsa da eğitimin, ekonominin payını da unutmamak gerek. Tartışmaya açık.
Fakat tartışmaya açık olmayan kesin bir durum var ki hangi boşluğu doldurmak için çıkmış olurlarsa olsunlar, yeni dergiler henüz tam anlamıyla herhangi bir boşluğu dolduramadılar. Öyle olsaydı birbiri ardına kopyaları çıkmazdı. Bir boşluğu doldurmanın aksine, var olan boşluğu ve açlığı daha da büyüten bu dergiler Cemil Meriç’in söylediği gibi bu devrin “çehresini makyajsız olarak bulabileceğimiz” mecraları ve bu “neslin vasiyetnamesi” midir, yoksa daha iyi veya daha kötü bir döneme geçiş aşaması mıdır; emin değilim.
Kesin olan şu ki OT ile başlayan, Fil, Kafa, Bavul, Deve gibi benzerleriyle devam eden bu dergicilik “akımsısı” yerini tematik dergilere bırakacak. Bırakmaya başladı bile. Bu yazıda geçen bütün tartışma argümanlarından, hangi dergiye hakkını nasıl vereceğini, hangi derginin hangi kısmına para ödeyeceğini şaşıran okurlar için, hepsinden arınmış, sadece nitelik ve içerik tartışmasının söz konusu olacağı tematik dergiler geliyor.
Okur musun, Müşteri mi?
Yazı boyunca yayıncılığın içindeki her kesime yöneltilen eleştiriler ve sorular içerisinde en büyük pay hiç kuşkusuz okura yönelik. Nitelikli Okur, en kötü edebiyat eserinden bile bir şey öğreneceğini bilir: Kötü eserin nasıl olduğunu… Ama bu, sürekli kötü eserlere, ucuz işlere, çakal yayıncılığa prim vereceği anlamına da gelmez.
Dergiciliğe getirmeye çalıştığım bu eleştiri, aslında bir devrin, bir sistemin eleştirisidir. Duyguları ve geçmişi, tıpkı bir kahve, bir kıyafet veya hamburger gibi satmaya çalışan sistemin… Tüketmekten zevk almanıza bir şey diyemem, hepimiz gibi ben de bir tüketiciyim; ama gerçekten kötü kahve yaptığını, buna rağmen kahvesinin değil logosunun ve tabelasının sattığını, dolayısıyla o berbat kahveleri eşek gibi içeceğimizi bilen bir kahve mağazasından kahve almaya devam etmek kendimizi salak hissetmemize yol açmaz mı?
Size duygu satan, bunu da kendi isminde başarılı yazılardan, ölülerden ve onların mirasından yararlanarak yapan dergilere daha ne kadar prim vereceğinizi sorgulamanızı; bunu yapan ve yapmayan dergileri, iyi işle ucuz işi ayırmanızı istiyorum.
Şu da söylenebilir: “Evet müşteriyim, sonuçta bir ürün satın alıyorum.” Bu yazıdaki eleştirinin sistem/kapitalizm/para/siyaset kavramlarıyla çerçevelendiğini göz önüne alırsak, “müşteri” ifadesine aslında kandırılan bir alıcı olarak yaklaşıldığını fark ederiz. Bugünün ekonomik sisteminde müşteri, sadece “iyi niyetli satıcıdan kaliteli ürün alan alıcı”yı karşılamaz. Müşteri, satın almak için gözü ambalajlarla, promosyonlarla boyanan, aslında çok kaliteli olmasa da moda haline getirildiği ve toplumsal anlamda bazı şeylerden geri kalmamak için almak zorunda bırakılan bir “av”dır. Bu şekilde okunursa daha doğru anlaşılabilirim.
Çözüm mü? Çözümüm dergileri almamak değil. Çözüm bizim nitelikli okurlar olmamız. Herhangi bir derginin herhangi bir sayısında bir tuhaflık, bir saçmalık gördüğünüzde, bir başka sayfadaki güzel yazıya kurban etmek yerine onu eleştirmelisiniz. Bir derginin, kapağına solcu şair koyan editörünü iktidarı överken görmekten rahatsız oluyorsanız tepkinizi doğrudan vermelisiniz. Dergilerde her ay aynı ölülerin kanlarının emildiğini görüyorsanız, “Yeter” deyip biraz da yeni ve yaşayan yazarları öne çıkarmalarını istemelisiniz.
Tabii bunun için de size sunulanla yetinmek yerine öne çıkarılmayan iyi işleri ve yazarları, raflardan bulup çıkarmanız, keşfetmeniz, çok satanlar rafından biraz uzak durup ara raflara gitmeniz gerekiyor. Bu bir aydınlanma, bir kültürel isyan meselesidir. Bunun ötesinde ise kendinizi bir müşteri değil de bir okur gibi hissetmek, bir kahve bir kıyafet bir hamburger alır gibi dergi/kitap aldığınızı düşünmemek için yapılması gereken bir şeydir.
1987, Ankara.
Türk Dili ve Edebiyatı lisansı, Yeni Türk Edebiyatı yüksek lisansı…
KalemKahveKlavye’nin kurucusu.
Evli ve iki kedi babası…
Bazı kitaplar yazdı: Kadran Kadraj (2015), Kaosun Kalbi (2020), Yeraltı Kütüphanesi (2020), Gecenin Kıyısından Gelen Suratsız ve Yaşlı Kuzgun: Edgar Allan Poe (2020)
Eleştirinizi okurken durup bir düşünüp “ne yapıyormuşum ben ulan?” dedim kendi kendime. Bu tarz eleştiriler insanın ufkunu açıyor, kendine getiriyor. Daha fazla eleştirmeniz dileğiyle.. Teşekkürler.
Selam Yağmur. Yazılanların boşa gitmediğini, anlaşıldığını görmek çok güzel. Mutlu ettin, çok teşekkürler.)
Merhabalar, sitenizi ve yazılarınızı yeni keşfettim. Yazınızın büyük çoğunluğuna katılıyorum.
Ot Kafa Bavul dergilerini bende bi süre aldım. Genelde bilinen sanatçılar yazı yazıyordu. Hepsinde yazarların büyük çoğunluğu aynıydı. Tanınmamış kişilerin yazılarıda oluyordu ama derginin geneline göre azdı. Muhalifliği sulandırdıklarıda oluyordu. Ama gerçekten güzel yazılarda oluyordu. Şiir sokakta yı eleştirmişsiniz? Şiirin sokakta olması gayet olağan. Şiiri belli bir yüksek kesimin işi olarak bırakmak yerine halkın yazması lazım. Kötü ve iyi yazsın farketmez. Kötü yaza yaza zaten gelişecektir. Şiiri doğuštan gelen bir yetenek olarak düşünenler var. Ama ben katılmıyorum. Düzenli kitap okuyarak belli bir seviyeye gelen kişiler zaten yazmaya başlar. Şiirin yanında öykü, makale vb deneme yazarlar.
Serçe Dergi, Apartman Dergi, Parende Dergi(kapandı), Düşkovan Dergi, Mukavemet Dergi( ağırlıklı olarak siyasi bir dergi), yeni e dergi, Başka Peron Dergi, İkrar Dergi
Bu dergiler hakkında düşüncelerinizi belirtirseniz iyi olur. Cevabınızı bekliyorum.
Göz atıp yorum yaparsanız sevinirim
https://beninsan1.wordpress.com
Selam Talha. Zaman ayırıp okuduğun, üzerine bir de düşüncelerini paylaştığın için teşekkürler.
Söz konusu ettiğim veya etmediğim dergilerde yer alan yazıları nitelik açısından eleştirmedim; buradaki eleştirim yayıncılık mekanizmasının bugün geldiği ekonomik, politik ve etik durumuydu. Bu dergilerde yazan yazarların çoğuna “Neden burada yazıyorsunuz? Yazmayın!” demek haddim olmadığı gibi ayıplanacak bir şey de değil. Herkes, var olabileceği, yazdıklarını insanlara ulaştırabilecekleri mecralar aramakta ve bunları seçmekte özgür elbet.
Şiir Sokakta’yı eleştirdim; çünkü şiir tarihinden, edebiyat tarihinden, şiir kitabı satın alıp okumak yerine internetten, sosyal medyadan, birçoğu atfedildikleri şairlere bile ait olmayan şiirlerin arabesk sosuyla paylaşılmasından, yanlış şiirlerin yanlış şairlere atfedilmesinden, şiir olmayan, edebilikten uzak çay edebiyatı, arabesk edebiyatı yeni nesil ürünlerin de bu hareket altında şiir diye yutturulmasından rahatsızım. Bu arada “Şiir Sokakta”, sokakta kendi kendine çıkmış bir hareket -belki- olabilir ama bugün sosyal medyadaki popüler hesapları domine eden tiplerin arka planını kazdığınızda, yine bu yazıda eleştirdiğim çevrelerden tipleri göreceksiniz.
Bahsettiğin dergilerin, ilkeli ve nitelikli dergicilik yapmak isteyen tüm yayınların saygı hakettiğini düşünmekle birlikte yeni bir ses, bir akım, zamanın ruhunu değiştirecek bir tavrı hiçbir yerde bulamadığımızı ve muhtemelen uzun zamanlar da bulamayacağımızı belirtmek isterim.
Sevgiler.)
Koray Sarıdoğan
“yeni bir ses, bir akım, zamanın ruhunu değiştirecek bir tavrı hiçbir yerde bulamadığımızı ve muhtemelen uzun zamanlar da bulamayacağımızı belirtmek isterim.”
Eski dönemlere bakınca edebiyat sürekli gelişme içinde. Mesela Erdem Bayazıt edebiyat öğretmeni. Bugün edebiyat öğretmenlerinin çoğu dersi anlat çık mantığında kaç tane edebiyat öğretmeni edebiyatla bu kadar iç içe. Elbet dersi anlat çık mantığında olmayan öģretmenlerde vardır. Genelleme yapmayım.
Yorumlama cevap verdiğiniz için Teşekkürler ?
Yazılarınızda başarılar.
Merhaba çok geç denk geldiğim yazınızı bulmak benim için bir şans oldu çünkü bu arabesklikten rahatsız olurken bunun bir kültürel katkı sağlamadığını görüp üzerin e yetkin olmadigim bir alanda yorum yapmaktan çekindiğim için bahsettiğiniz dergilerle ilgili yorumlarımı hiç paylaşmamıştım , en azından dusuncelerim konusunda önlü arkalı çok-yönlü bir açıklama oldu.
Merhaba… Yazının doğru alıcılara ulaşmasından mutluyum. Zaman ayırıp değerli yorumunuzu paylaştığınız için teşekkür ederim. (KorayS.)