Herbert George Wells külliyatının ayrı bir yerinde duran Tuhaf Kuş’un Görüldüğü Gece romanı, Epsilon Yayınevi’nden Belgin Selen Haktanır çevirisiyle çıktı. Kitabı KalemKahveKlavye okurları için Selnur Güneş inceledi.
İnançlarına körü körüne bağlı birini hayal edin veya tüm inançlarından arınmış, kendini özgür kılan birini… Bu iki insan da olağanüstü bir gerçeklik karşısında, o gerçeklikten şüphe edecektir. Kilisede günbegün meleklerle ilgili hikâyeler dinleyen inançlı bir adam, kiliseden çıktıktan sonra gerçekten bir melekle karşılaşsa ona tepkisi sizce ne olur?
Herbert George Wells, tam da bu çelişkiden yola çıkıyor işte. Karakterlerini ve dolayısıyla bizi inançlarımızla, riyalarımızla, korkularımızla ve nihayetinde yalnızlığımızla baş başa bırakıyor. Zaman Makinesi, Tanrıların Yemeği, Görünmez Adam gibi önemli bilimkurgu eserlere imza atan H. G. Wells, bu romanında bilimkurgudan ziyade, gerçeküstü bir varlığı ele alıyor. Ve dünyayı onun gözünden değerlendiriyor.
“Siz insanların en garip yanı başkalarına acı vermeye çok istekli ve hazır olmanız. (…) Ama insanlar kendileri acı çekmekten hoşlanmıyor.”
Kendi halinde yaşayan, yabancılardan pek hazzetmeyen ve küçük köylerinde her şeyin küçük kalmasından memnun kalmayı bir şekilde başarmış insanların yaşadığı Siddermorton’da, bazı sakinler tarafından tarifi zor bir kuş gözlemleniyor. Görenler ya kendilerinden şüphe ediyor ya da bu kuşu, gerçekliğinden emin olacak kadar gözlemleyecek fırsatları olmuyor. Yine de bu Tuhaf Kuş’un varlığı köylüler arasında konuşulur hale geliyor.
Siddermorton papazı ise kuşlara özel ilgisi olan, bulduğu ilginç türleri avlayıp içini doldurarak koleksiyon yapan, bilime ve anatomiye görece meraklı bir adam. Bu Tuhaf Kuş’un duyumunu alır almaz tüfeğine davranıp ormanın yolunu tutuyor. Hem duydukları ona imkânsız geliyor hem de böyle bir kuş gerçekten varsa, bunun bilim ve biyoloji adına yepyeni bir keşif olabileceğini düşünüyor.
“Bence dikkatimizi etrafımızdan, duyularımızla hissettiğimiz dünyadan çektiğimizde huzurlu bir yere, başka dünyalara gidiyoruz. Gün sona ererken yıldızları, uzaydaki diğer dünyaları gördüğümüz gibi. Bunları en belirgin görenlerse sanatçı ruhlu hayalperestler…”
Ormanda, çalıların arasında Tuhaf Kuş’a o da rastlıyor. Tam tüfeğini çekip vuracakken kuş havalanıyor ve onun suretini görünce aslında bir kuş olmadığını fark ediyor. Panikleyip ateş etse de yüzünü gördüğü an bundan çok pişman oluyor. O görkemli rengârenk kanatları sönüp grileşen ve ufalan zavallı canlı yere kapaklanıyor. Papaz onun yarasını sararken onunla koyu bir sohbete başlıyor. Bu noktada anlıyoruz biz de onun aslında ne bir kuş ne de bir insan olduğunu. O, kendi diyarında uyurken görebildiği bu dünyanın içinde mahsur kalmış bir melek sadece. Kanatları vurulmuş ve evine dönemeyen bir melek. Bu bilgiyi, kitabın henüz ilk bölümlerinde öğreniyoruz.
Papaz, içindeki bu korkunç vicdan azabıyla ona yardım etmeye çalışıyor ve onu evine getiriyor. Ancak kimse papaza inanmıyor. Köylü, papazın, ucube ve uzuvları arazlı bir adamı köye getirip köy halkını onun melek olduğuna inandırmaya çalıştığını yahut kafayı iyice sıyırdığını düşünüyor. Melek, kanatları iyileşsin diye beklerken dünyada geçirdiği süre içerisinde yeni yeni kavramlar, duygular öğreniyor.
“Ziyareti boyunca bu dünyanın acımasızlığı ve karmaşasıyla giderek daha fazla karşılaşmış, erdemli kişiliğiyle olan bağını yitirmişti.”
İnsan olmaya dair her şey ona hem anlamsız hem de ağır geliyor. Acı, beslenmek, barınmak, hayata devam edebilmek için çalışmak, kimi tarla sürerek ter içinde ekmeğini kazanırken kiminin sadece dua ederek para kazanıyor olması, insanların acıdan hazzetmezken başkalarına acı vermekte çok da çekinmemeleri… Utanma, sevgi, öfke, üzüntü gibi bir sürü yeni duyguyla da tanışıyor.
Görkemli kanatlarıyla dünyamıza yolu düşen bir meleğin kanatlarının günbegün soluşunu izliyoruz her sayfada. Meleğin bu dünyayı keşif sürecini izlerken de yazar bizi dünyamıza dair birçok şeyi sorgulamaya itiyor.
“Bu hayatın engelleri karşısında eli kolu bağlı kalmış, zaptedilmiş, kör olmuş ve aptallaşmıştı; korkunç bir zehir içmiş gibiydi ve yıkımın içine yayıldığını hissediyordu.”
Kitabı okumaya başladığımda, sadece bu tuhaf kuşun macerasına eşlik edeceğimi sanıyordum. Ancak sayfalar ilerledikçe, karakterlerin fikirleri, düşünce yapıları, dünyalarını çevreleyen bağnazlıkları ve vicdani yükümlülükleri aracılığıyla yazarın bize anlamlı bir felsefi anlatı sunduğunu fark ettim. Olaylar, yaşananlar, hatta bir noktada Tuhaf Kuş bile aslında insanın içinde sürekli susmak bilmeyen soruları harekete geçiren birer araçtı.
Belgin Selen Haktanır’ın akıcı çevirisiyle Epsilon Yayınevi’nden çıkan Tuhaf Kuşun Görüldüğü Gece, bizi dünyamızdan çıkıp dünyamıza bakmaya davet ediyor. Ama şimdiden söyleyeyim, tahmin edersiniz ki uzaktan bakınca dünyanın, insanlığın ve yaşayışımızın manzarası pek de iç açıcı değil.
Tuhaf Kuş’un Görüldüğü Gece · Babil Ekspres Serisi’nin İlk Kitabı
Kafka Kitap’ın, dünya edebiyatında iz bırakan yazarların Türkiye’de daha önce basılmamış önemli eserlerinden oluşan yepyeni serisi Babil Ekspres, Tuhaf Kuş’un Görüldüğü Gece ile yola çıkıyor. Bugüne dek okuduğumuz H. G. Wells yapıtlarından bariz bir biçimde ayrılan Tuhaf Kuş’un Görüldüğü Gece, yazarının olanca dehâsı, mizahı ve dikte edilmiş doğruları sorgulama cesaretiyle ilk kez Türkçe’de okurlarla buluşuyor. H. G. Wells’in sınırsız ve parlak hayal gücünün adeta bir kanıtı niteliğindeki Tuhaf Kuş’un Görüldüğü Gece, Babil Ekspres serisinin ilk kitabı olarak raflarda ve internet sitelerinde yerini aldı.
Uluslararası alanda beğeni kazanmış seçkin romanları edebiyatseverlerle buluşturmaya devam eden Kafka Kitap, Babil Ekspres serisiyle yayıncılık dünyasında yeni bir sayfa açıyor. Dünya edebiyatının önemli isimlerinin daha önce Türkçe’de yayımlanmamış kitaplarından oluşan seri, H. G. Wells’in sıradışı eseri Tuhaf Kuş’un Görüldüğü Gece ile başlıyor. Yazarın geri planda kalmış en önemli eleştirel metinlerinden biri olan Tuhaf Kuş’un Görüldüğü Gece’nin çevirisi, Belgin Selen Haktanır’ın imzasını taşıyor.
Siddermorton papazı Rahip Hilyer, bir gece önce alevler eşliğinde gökyüzünde görülen garip nesneyi konuşan halkın fısıldaşmalarını henüz işitmemiştir… Sıcak bir öğleden sonra kilise önünde uzanan yeşil düzlüklerde avlanırken bu kez gökte süzülenin tuhaf, oldukça büyük bir kuş olduğunu anlar. Tek bir atışla kanadından vurulan kuş, yeryüzüne düşer düşmez bir melek olduğunu söyler. Bilinmeyen bir sebeple “Harikalar Diyarı”ndan ayrı düşüp “Rüyalar Diyarı” olarak adlandırdığı dünyanın atmosferine girmiş, kısa süre sonra da bir insan tarafından vurularak uçma kabiliyetini de yitirmiştir. Göz alıcı renkleri ve görenler tarafından nahoş bulunan giysileriyle bu, dini anlatılar ve masallarda tasvir edilenden çok, Rönesans dönemi tasvirlerini andıran bir melektir. Yaşananlar karşısında şoke olan ve bildiği tüm dini metinleri gözden geçirmeye başlayan rahip, parçalanan kanadı iyileştirme çabasına girişir ancak bunun zaman alacağı bellidir. Yeryüzünde geçirdiği her gün biraz daha insansılaşan Bay Melek ise insan gibi yaşamanın ne demek olduğunu öğrenirken hiç de adil olmayan adalet sistemi ve toplumsal kodlarımızı sorgulaması nedeniyle bir sosyalist olmakla suçlanır ki içine düştüğü dönem icabı bu, yüz kızartıcı olmaktan çok öte bir suçtur.
18 Eylül 1992’de Mersin’de doğdu. Yedi yıl blog yazarlığı yaptı. Çeşitli dergi ve yayınlarda öyküleri, incelemeleri ve denemeleri yayımlandı. Freelance içerik editörlüğü ve redaktörlük yapıyor. Lisans öğrenimini Osmangazi Üniversitesi’nde Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde tamamladı.