O yaşatmayı seviyordu, öldürmeyi değil. Yazılarımız yan yana geldiğinde; bir seri katille süper kahraman el ele tutuşuyordu.
Ailem ve çevrem tarafından sevilen
biriydim. Yaptığım onca şeye rağmen beni desteklemeleri de bunun en büyük
göstergesiydi. Birinin sizi desteklemesi tabii ki de sevildiğinizin kanıtı
olamaz, fakat onlara verecek bir şeyimin olmayışı ve buna rağmen benimle sürekli
paylaşabilecek bir şeyler yaratmaları bana göre sevgiye bağlıydı.
biriydim. Yaptığım onca şeye rağmen beni desteklemeleri de bunun en büyük
göstergesiydi. Birinin sizi desteklemesi tabii ki de sevildiğinizin kanıtı
olamaz, fakat onlara verecek bir şeyimin olmayışı ve buna rağmen benimle sürekli
paylaşabilecek bir şeyler yaratmaları bana göre sevgiye bağlıydı.
Yaşadığım kasabanın en çok okunan
gazetelerinden birine yazılar göndererek hayatımı sürdürüyordum. Maddi anlamda
değil. Kimse o yazılar için bana para
vermezdi ve ben de istemezdim; hayatı sürdürme eylemi paraya bağlı olamazdı
zaten. Ailem bana manevi değerlerin ne denli önemli olduğunu her fırsatta
anlatmıştı. Bu belki bir öğretiydi; hoş, ne olduğunun bir önemi yoktu fakat
günümüzde insanlar, öğretileri pek samimi bulmuyorlardı. Bazı tepkiler
içgüdüsel olamayacak kadar sonradan olmaydı. Mesela, madde ve maddenin insanlar
üzerindeki etkilerinin içgüdülerimizde yer alması uzun yıllar sonra gelişecekti
belki. Bu sebeple bu ve bunun gibi şeyler sonradan öğrenme yöntemiyle yol
gösterecekti bize. Bunlara daha sonra değiniriz. Anlatmak istediğim başka
şeyler var.
gazetelerinden birine yazılar göndererek hayatımı sürdürüyordum. Maddi anlamda
değil. Kimse o yazılar için bana para
vermezdi ve ben de istemezdim; hayatı sürdürme eylemi paraya bağlı olamazdı
zaten. Ailem bana manevi değerlerin ne denli önemli olduğunu her fırsatta
anlatmıştı. Bu belki bir öğretiydi; hoş, ne olduğunun bir önemi yoktu fakat
günümüzde insanlar, öğretileri pek samimi bulmuyorlardı. Bazı tepkiler
içgüdüsel olamayacak kadar sonradan olmaydı. Mesela, madde ve maddenin insanlar
üzerindeki etkilerinin içgüdülerimizde yer alması uzun yıllar sonra gelişecekti
belki. Bu sebeple bu ve bunun gibi şeyler sonradan öğrenme yöntemiyle yol
gösterecekti bize. Bunlara daha sonra değiniriz. Anlatmak istediğim başka
şeyler var.
Yazılarımın benden daha önemli olmasını
düşlüyordum. Yazan kişinin ismi sebebiyle edinilen okurun hiçbir önemi yoktu.
Beni seven ve kendimi iyi hissedeyim diye yazılarımı okuyan kişiler yerimde
saymama sebep oluyordu. Yazdıklarımın değerini,
tanımadıklarım belirleyecekti. Geniş kitlelere ulaşmak özellikle şu
andan sonra büyük bir hayaldi tabii ki. Lakin insan yine de -küçük bir kasabada
da olsa- henüz selamlaşmadığı biri
tarafından okunmayı da istiyordu. Kafamdaki geniş kitle de bundan pek büyük
sayılmaz anlayacağınız. Yazılarım genellikle ölüm ve bitip gitmek üzerineydi.
Öykülerimde de muhakkak bir ceset var… Dünyayı bir mezarlık olarak görüyorum,
içinde ölü olmayan bir mezarlık da amacına ulaşamamış bir insana benzerdi
haliyle. Sizce de her öyküde bir ceset olması normal değil mi? Yaşadığınız her
an, her paragraf bir ceset barındırmıyor mu? Lafı gevelemenin bir manası yok: Ben
de içinden ölü geçmeyen bir mezarlıktım. Maslow’a göre kendini henüz gerçekleştirememiş
bir insan. Başlı başına bir ölü de olabilirdim. Kafanızı daha fazla allak
bullak etmeden anlatmaya devam edeyim. Ölüm kavramı hayatımda bu denli yer
edince ve ölüm üzerine çok fazla şey yazınca, gerçeğine de kurgu olarak bakmaya
başlamak üzereydim. Fakat şu an size anlattıklarım kesinlikle kurgu değildi,
üzerinde durduğum taburede kıç üstü oturmuyordum çünkü. Dizlerim titriyordu ve
emin olabilirsiniz ki: Tavanı boyamıyor, ampul değiştirmiyordum. Tepeden sarkan
ipin ucuna geçecek şey bir pinyata değildi. Kafamın içi çok dolu ve
karmakarışıktı bir bakıma, evet; fakat öyle küçük sopa darbeleriyle dağılacak
kadar da zayıf bir dış cepheye sahip değildi.
Eğer bu yaşadıklarım bir öykü olsaydı, “Tabure Üstü Hatırası” olurdu ismi. Dünyamın ne denli gerçeklikten
uzaklaştığını varın siz anlayın. Onca sahne ve mizansenin içinde, gerçek olan şeyler de vardı tabii. Yaşadığım hayatı çekilebilir kılan ve isminin
en duru anlamıyla “hayat” olmasını sağlayan şeylerdi bunlar. O, onun saç telleri,
cümleleri ve onu düşünerek geçirdiğim saniyeler başlıca değerlerdendi.
düşlüyordum. Yazan kişinin ismi sebebiyle edinilen okurun hiçbir önemi yoktu.
Beni seven ve kendimi iyi hissedeyim diye yazılarımı okuyan kişiler yerimde
saymama sebep oluyordu. Yazdıklarımın değerini,
tanımadıklarım belirleyecekti. Geniş kitlelere ulaşmak özellikle şu
andan sonra büyük bir hayaldi tabii ki. Lakin insan yine de -küçük bir kasabada
da olsa- henüz selamlaşmadığı biri
tarafından okunmayı da istiyordu. Kafamdaki geniş kitle de bundan pek büyük
sayılmaz anlayacağınız. Yazılarım genellikle ölüm ve bitip gitmek üzerineydi.
Öykülerimde de muhakkak bir ceset var… Dünyayı bir mezarlık olarak görüyorum,
içinde ölü olmayan bir mezarlık da amacına ulaşamamış bir insana benzerdi
haliyle. Sizce de her öyküde bir ceset olması normal değil mi? Yaşadığınız her
an, her paragraf bir ceset barındırmıyor mu? Lafı gevelemenin bir manası yok: Ben
de içinden ölü geçmeyen bir mezarlıktım. Maslow’a göre kendini henüz gerçekleştirememiş
bir insan. Başlı başına bir ölü de olabilirdim. Kafanızı daha fazla allak
bullak etmeden anlatmaya devam edeyim. Ölüm kavramı hayatımda bu denli yer
edince ve ölüm üzerine çok fazla şey yazınca, gerçeğine de kurgu olarak bakmaya
başlamak üzereydim. Fakat şu an size anlattıklarım kesinlikle kurgu değildi,
üzerinde durduğum taburede kıç üstü oturmuyordum çünkü. Dizlerim titriyordu ve
emin olabilirsiniz ki: Tavanı boyamıyor, ampul değiştirmiyordum. Tepeden sarkan
ipin ucuna geçecek şey bir pinyata değildi. Kafamın içi çok dolu ve
karmakarışıktı bir bakıma, evet; fakat öyle küçük sopa darbeleriyle dağılacak
kadar da zayıf bir dış cepheye sahip değildi.
Eğer bu yaşadıklarım bir öykü olsaydı, “Tabure Üstü Hatırası” olurdu ismi. Dünyamın ne denli gerçeklikten
uzaklaştığını varın siz anlayın. Onca sahne ve mizansenin içinde, gerçek olan şeyler de vardı tabii. Yaşadığım hayatı çekilebilir kılan ve isminin
en duru anlamıyla “hayat” olmasını sağlayan şeylerdi bunlar. O, onun saç telleri,
cümleleri ve onu düşünerek geçirdiğim saniyeler başlıca değerlerdendi.
Bir perşembe günü tanımıştım onu. Bu
sebeple perşembe günleri daha bir ayrı düşünüyordum ona dair her şeyi. Diğer
günler düşünmediğim anlamına gelemezdi bu, perşembelerin yeri ayrıydı sadece.
Benimle beraber aynı gazetede yazıyordu. Birbirimize çok benziyorduk. Kısa
sürede gelen yoğun duygu durumunda da oldukça etkili olmuştu bu benzerlik. Bir
konuda farklıydı benden: O yaşatmayı
seviyordu, öldürmeyi değil. Yazılarımız yan yana geldiğinde; bir seri katille süper
kahraman el ele tutuşuyordu. Biz yan yana geldiğimizdeyse kelimelerle
anlatamayacağım şeyler… Ses tonu burada devreye giriyordu ve kontrolsüz bir hal
alıyordu. Eller burada devreye girip titriyor, vücut bir sağa bir sola savruluyordu.
sebeple perşembe günleri daha bir ayrı düşünüyordum ona dair her şeyi. Diğer
günler düşünmediğim anlamına gelemezdi bu, perşembelerin yeri ayrıydı sadece.
Benimle beraber aynı gazetede yazıyordu. Birbirimize çok benziyorduk. Kısa
sürede gelen yoğun duygu durumunda da oldukça etkili olmuştu bu benzerlik. Bir
konuda farklıydı benden: O yaşatmayı
seviyordu, öldürmeyi değil. Yazılarımız yan yana geldiğinde; bir seri katille süper
kahraman el ele tutuşuyordu. Biz yan yana geldiğimizdeyse kelimelerle
anlatamayacağım şeyler… Ses tonu burada devreye giriyordu ve kontrolsüz bir hal
alıyordu. Eller burada devreye girip titriyor, vücut bir sağa bir sola savruluyordu.
O kimseye zarar veremezdi. Öykülerinde,
düşlerinde ve hatta kabuslarında bile. Bu nedenle ben bu taburenin üstündeydim.
Bana zarar veren şeyin o değil, kendim olduğunu diğerlerine anlatabilmek için.
düşlerinde ve hatta kabuslarında bile. Bu nedenle ben bu taburenin üstündeydim.
Bana zarar veren şeyin o değil, kendim olduğunu diğerlerine anlatabilmek için.
Ruhsal acıyı fiziksele çeviren insanlar,
ruhsal olanı kaldıramayacak kadar zayıflardı bana göre. Ruha pansuman yapacak
bir tentürdiyot icat edilmemişti henüz. Edilmiş olsaydı kolayca sarılıp, mikrop
birkaç haftaya öldürülüp kalınan yerden devam edilirdi her ne yapılıyorsa.
Yarayı temizleyecek serumların bulunmamasına karşın, ruhu yok edecek maddelerse
yığınlaydı. Tepemde sallanan ip bana, “Merhaba” diyordu bunları düşünürken. Az
sonra dünyada bir hayalet dolaşacaktı. Son gördüğümde konuştuklarımız geldi
aklıma, hayaletten olsa gerek:
ruhsal olanı kaldıramayacak kadar zayıflardı bana göre. Ruha pansuman yapacak
bir tentürdiyot icat edilmemişti henüz. Edilmiş olsaydı kolayca sarılıp, mikrop
birkaç haftaya öldürülüp kalınan yerden devam edilirdi her ne yapılıyorsa.
Yarayı temizleyecek serumların bulunmamasına karşın, ruhu yok edecek maddelerse
yığınlaydı. Tepemde sallanan ip bana, “Merhaba” diyordu bunları düşünürken. Az
sonra dünyada bir hayalet dolaşacaktı. Son gördüğümde konuştuklarımız geldi
aklıma, hayaletten olsa gerek:
“Hayaletlere inanır mısın?” diye
sormuştum, “Hayır” demişti. Sebebini merak edince de “Yalan söylüyorlar çünkü.
Bir var olup bir yok olan meçhul bir varlığın dürüstlüğünden şüphe etmekte
haksız mıyım sence?”
sormuştum, “Hayır” demişti. Sebebini merak edince de “Yalan söylüyorlar çünkü.
Bir var olup bir yok olan meçhul bir varlığın dürüstlüğünden şüphe etmekte
haksız mıyım sence?”
“Peki ya ben?”
“Sen hayalet değilsin ki… Olma. Tamam mı?” Onaylamıştım. Olumlu cevap
vermiştim. Tanrım! Hayaletlerin dürüstlüğünü sorgulayan birine henüz
hayattayken yalan söylemek üzereydim. Dizlerimin bağı çözülünce, çareyi
oturmakta buldum. Çok ilginçti… Beni ayakta tutan şey “biz” dediğimiz kavramdı.
Beni bu tabureye oturtan şey de öyle… Çok ilginçti…
vermiştim. Tanrım! Hayaletlerin dürüstlüğünü sorgulayan birine henüz
hayattayken yalan söylemek üzereydim. Dizlerimin bağı çözülünce, çareyi
oturmakta buldum. Çok ilginçti… Beni ayakta tutan şey “biz” dediğimiz kavramdı.
Beni bu tabureye oturtan şey de öyle… Çok ilginçti…
Ondan, ben yaratmaya çalışmam aptalcaydı. Size bundan hiç bahsetmedim.
Bahsetmeyi de düşünmüyorum; kurduğum tek cümle, durumu en ince ayrıntısına
kadar anlatmak için yeterli:
Bahsetmeyi de düşünmüyorum; kurduğum tek cümle, durumu en ince ayrıntısına
kadar anlatmak için yeterli:
“Ondan, ben yaratmaya çalışmam APTALCA! Tanrım,
aciz ruhuma yardım et!”
aciz ruhuma yardım et!”
Tabureyi bir kenara kaldırıp ona gitmem
gerekiyordu. Bu zor değildi. Zor olan az önce yaşadıklarımdı, onların arasından
sıyrılıp olması gerekene ulaşmak ve saf bir hal almak üzereydim. Yeteri kadar
kirlenmiş olan ruha pansuman yapılamazdı, fakat içten dilenen bir özür ve
katıksız bir gülüşü hissederek gerekli temizlik yapılabilirdi.
gerekiyordu. Bu zor değildi. Zor olan az önce yaşadıklarımdı, onların arasından
sıyrılıp olması gerekene ulaşmak ve saf bir hal almak üzereydim. Yeteri kadar
kirlenmiş olan ruha pansuman yapılamazdı, fakat içten dilenen bir özür ve
katıksız bir gülüşü hissederek gerekli temizlik yapılabilirdi.
92 İstanbul doğumlu. Varsa yoksa sinema… Tim Burton’ın Türkiye şubesi hayali varoluşunda yer alıyor desek yeridir. Bunun yanında düzenli ilişkisinde kuma görevi gören Edgar Allan Poe sevgisi, öykülerinde de kendini göstermektedir. Kendi yazıp, eşe dosta okuttuğu öyküleri 2013 yılında Kalem Kahve Klavye ile kamuya açıldı. Yıldız Tilbe’nin unutamadığı aşklarını şarkılarına yansıttığı gibi; zaman, ölüm ve varoluşla ilgili sorunlarına film ve öykülerinde yer vermektedir. Kısaca özetlemek gerekirse, Flört sever, Fenerbahçe’li güzel bir adamdır. Bunları da alırsak ortada Kerem namına hiçbir şey kalmaz.
Not: “Ozan Kotra’ya çok benziyorsun,” duyduğu en iyi iltifat.