Bedenin coğrafyasında politik olanla erotik olan sürekli yer değiştirirler. Bir yerde bastırılan şey, aynı anda sonuna dek yaşanan ve hatta tüketilen şey haline gelir. Tıpkı gizil kılınan şeylerin aslında birer göstergeler imparatorluğu yaratması; tabuda saklı şölen ya da takıntı ve teşhir gibi.
Aktöre ve inanç alanına yaslanarak her coğrafya da kendine menkul kurallarını kuran kamusal alan, aslında büyük bir tutarsızlık, riya ve çürüme yatağında debelenen bir çeşit kara kamudur. Bir yerde ne kadar ahlaktan bahsediliyorsa aslında toplumun derin çukurlarında istismar, beden ve onu giydiren kimliklere değin bastırma ve tahakküm; hatta sapıklık ve yoldan çıkmışlık o denli yoğundur. Toplumsalın kaosundan yani kentin içsel hegemonya ağları ve sürekli ona karşı kendini dayatan ama kentin tinsel yoksunluğunu kendi ikiyüzlü katılığında sürekli inşa eden taşradan, ancak doğaya ve onun usulünde doğal (yaban) olana yaklaştığımızda denetim ve kontrol ağlarından uzaklaşıp; bedeni ya da eti çıplak olarak idrak edecek noktalara varırız.
Aşkın işrak ile yan yana olduğu tinsel iklimlerde zen de ya da irfani ( gnostik) olan da, ruh bedeni sarmış zincirlerin yüklerinden arınmaya başlar. Ve orada (yabanın ressamı Miro’ya imrenerek) çocuk, kadın ya da adam; kuş ya da kişi aynı şeylerdir. Önce birer oluş ardından birer akış olarak. Bütüne öznelliğin feda edilmediği, Narkisosçu olanın bencillik ve süper-ego tahakkümü yerine güzelliği oluşturduğu, bastırma riyakârlığına karşı doğal olanın uyumu ve etiği, toplumsal Darwinizme karşı Nazım’ın Bedrettin’e atfettiği yarin yanağından gayri diye tarif ettiği dayanışma modellerinin (kooperatife ve maker’lığa evrilen toplumsalın) hâkim oluşu, ya da kelimenin Fourierci anlamıyla tutkuların birliği. Kuşkusuz tüm bu düşe yaslanan biliş ve tin aslında şiir olan bir hayatı kurmayı heves eder. Rönesans’tan bu yana Sanat ve çılgın aşk; bedenin ve zihnin şiirin hâkimiyetinde olduğu özgür otonomilere hasret kalmıştır.
Şimdi kendini, kendi hırsı ve kapatma aygıtlarıyla yok eden hasta ve karanlık çağda; şiir bedeni yeniden ‘et oluşa’ çağırır. Aklın tahakkümlerinden olduğu kadar deliliğin hücrelerinden uzaklaşmış; ancak ten ile tini aynı anda kavrayan, beden ile ilgili olan şeyin anamalcı sistemlerde sınıfsal sömürü ve meta fetişizmiyle hep iç içe olduğunu idrak eden, aktörenin ördüğü kumaşların sadece kendi ikiyüzlülüklerini örttüğünü bilen bir bilişsellikle yeniden uyanış mümkündür. Şiire ve tine geri dönüş kuşkusuz Antonin Artaud’un vahşi bilişine (şamana ve ilkel ritüele) dönüş ama şiiri deliliğinde dağlarına sürgün etmeden. Hans Bellmer’in bebeğindeki masumiyeti de idrak eden bir göz (bakış) ya da düş ile. Ritüel, oyun ve karnavalın sihirselliğini keşfetmeye aç tenin ve tinin yoksunluğunda sonsuz bir orji sürerken; beden toplumsalın vebalinden kaçıp yeniden eti kurmayı özlüyor.
Şimdi gündeliğin her yerini kuşatan ağın ya da bedene (ve zihne) eklemlenen teknolojinin yeni bir sınırsızlık elde edene değin insanı sınamaya başladığı bir zamandayız. Teknoloji çoktan bir aparattan önce bir çeşit uzva, bir adım ötedeki gelecekte nano-teknoloji ve üç boyutlu yeni arttırılmış gerçeklik evrenlerinde etsel olana karşı kendi kapatma aygıtlarını kurmaya hazırlanıyor. Bu cesur ve yeni dünyanın; vaat ettiği evren de -yani sanal uzama bağlanan zihnin ve onun zırhı (aslında kabuğu) etin ilk defa sınırsız özgürlük içinde ve suçtan ırak olduğu bir uzamda; bedeni ana karnındaki rüya âleminin durağanlığına geri çekmeye soyunmuşken; şimdi etin matematiğini en çıplak haliyle otopsi masasına ( canlı olduğunu varsaysa da) yatırma vaktidir.
Özellikle çağdaş sanatın yaşadığımız çağın git gide kararan, ağır gündemiyle topu sürekli taca attığını; soyuta ve dekoratif olana yaslandığını bir dönem de, tinsel olana geri dönmek için önce et’e çıplak bakmak, bedeni yeniden tartışmaya açmak önemli. Figür olan ve olmayan, etin bedenleşmesi, bedenin iktidarlaşması, tenin tini yiyişi bu tartışmanın menzilindedir. Teknoloji uzam ve sanal yaşamla iç içe geçmiş gündelik yaşamlarımızla, şimdi “etin fenomenolojisini” ameliyat masasına yatırma ve simülasyon evresinde “et imgesine” minör bir bakış atma vakti.
Ya da “Hayaletin Eti” üzerine yeniden ve yeniden düşünmenin.
*
“Tinsel Kuşatma”
-Sergi, Fanzin, Oturum-
2 Kasım- 22 Aralık 2018
Kare Sanat Galerisi
Küratör: Rafet Arslan
Sanatçılar: Sadık Arı, Zeynep Beler, Betül Bolat, Canavar, Gökhan Çiçek, İsmet Doğan, Elif Varol Ergen, Dilara Göl, Alper T. İnce, Ece Nada, Onston, Gümüş Özdeş
Konuşmacılar ve Fanzine Katılımcıları: Esra Özkan, Ahmet Ergenç, Can Batukan
Konuşma Günü: 17 Kasım /Cumartesi, saat: 18:00