İşte
o günlerde anlamıştım işlenenin, yaratılandan daha değerli olduğunu. Tanrı
tarafından bize sunulmuş bir balık, insan tarafından bize sunulmuş bir cam
fanustan daha değersizdi.
o günlerde anlamıştım işlenenin, yaratılandan daha değerli olduğunu. Tanrı
tarafından bize sunulmuş bir balık, insan tarafından bize sunulmuş bir cam
fanustan daha değersizdi.
“Şeytan işletmeci, İnsan müşteri…” Ticaret ve popüler kültür salgını
üzerine söylenmiş güzel bir söz dizisi. Söz dizisi ifadesi ise son derece
alengirli olduğu için cümle deyip geçmek en iyisi olabilir. Her neyse… Konuşma
ve kendimi ifade etmekte olan zayıflığım, kalem
ve kâğıt bir araya geldiğinde ise cümlelerime yansımaktaydı. Bu derece
afili bir cümleyi yazmayı, kalabalıkların önünde de haykırarak söylemeyi çok
isterdim hâlbuki. Sahip olduğum bu eksiklikten her ne kadar utansam da, şu anda
sahip olduğum hayatımı, muhtemelen hayatımda yer alan eksiklikler zincirine
borçluydum. Robinson Crouse ’dan
farksız olan statüm, beni sık sık yalnız başına yapılan yolcukların içine
atıyordu. Farklı farklı, kasabalar ve şehirlerde günümü gün ederken, ne dünü ne
de yarını düşünüyordum. Issız bir adada yaşamın en büyük avantajı: Her şeyin
sahibi ve her şeyi yöneten olmaktı.
üzerine söylenmiş güzel bir söz dizisi. Söz dizisi ifadesi ise son derece
alengirli olduğu için cümle deyip geçmek en iyisi olabilir. Her neyse… Konuşma
ve kendimi ifade etmekte olan zayıflığım, kalem
ve kâğıt bir araya geldiğinde ise cümlelerime yansımaktaydı. Bu derece
afili bir cümleyi yazmayı, kalabalıkların önünde de haykırarak söylemeyi çok
isterdim hâlbuki. Sahip olduğum bu eksiklikten her ne kadar utansam da, şu anda
sahip olduğum hayatımı, muhtemelen hayatımda yer alan eksiklikler zincirine
borçluydum. Robinson Crouse ’dan
farksız olan statüm, beni sık sık yalnız başına yapılan yolcukların içine
atıyordu. Farklı farklı, kasabalar ve şehirlerde günümü gün ederken, ne dünü ne
de yarını düşünüyordum. Issız bir adada yaşamın en büyük avantajı: Her şeyin
sahibi ve her şeyi yöneten olmaktı.
Geceleri içine girdiğim
ormana, gündüzleri dışarı çıkan insanlar birer kibrit atıp kül olmasına sebep
oluyorlardı. Kendi ektikleri tohumlarla oluşturdukları yalnızlığımı, kendi
attıkları kibritlerle de yakıyorlardı. Birileri gidiyor, birileri geliyor ve
ben o gidip gelenlerin arasında –koca bir şelalenin ortasında kalmış bir çakıl
taşı gibi duruyordum öylece. Biraz daha kuvvetli olsam belki gidip gelme
şiddetini değiştirebilir ya da en azından birkaç kişinin önünü kesebilirdim fakat
gürül gürül akan bir suyun kudreti karşısında durabilecek kadar güçlü değildim
hiçbir zaman. Issız ada muhabbeti de
bu işte: Açıklama yapacağım hiç kimsem olmadığı için, kendimi özgür
zannediyordum. Böylesi daha hoş geliyordu kulağa ya da insanların toplu halde
hareket edip beni yalnız bıraktıklarını düşünüyor, kendimi koca dünya nüfusuna
karşı koyuyor zannediyordum. Fakat kendime hiç sormuyordum, “Ben; din, ırk, cinsiyet, mezhep… gibi onca
ayrıma sahip olan insanı bir araya getirecek öneme sahip miyim?” diye. Bir
suçum yok. Sadece yalnızlığımı, baktığı aynada daha güzel göstermeye
çalışıyordum.
ormana, gündüzleri dışarı çıkan insanlar birer kibrit atıp kül olmasına sebep
oluyorlardı. Kendi ektikleri tohumlarla oluşturdukları yalnızlığımı, kendi
attıkları kibritlerle de yakıyorlardı. Birileri gidiyor, birileri geliyor ve
ben o gidip gelenlerin arasında –koca bir şelalenin ortasında kalmış bir çakıl
taşı gibi duruyordum öylece. Biraz daha kuvvetli olsam belki gidip gelme
şiddetini değiştirebilir ya da en azından birkaç kişinin önünü kesebilirdim fakat
gürül gürül akan bir suyun kudreti karşısında durabilecek kadar güçlü değildim
hiçbir zaman. Issız ada muhabbeti de
bu işte: Açıklama yapacağım hiç kimsem olmadığı için, kendimi özgür
zannediyordum. Böylesi daha hoş geliyordu kulağa ya da insanların toplu halde
hareket edip beni yalnız bıraktıklarını düşünüyor, kendimi koca dünya nüfusuna
karşı koyuyor zannediyordum. Fakat kendime hiç sormuyordum, “Ben; din, ırk, cinsiyet, mezhep… gibi onca
ayrıma sahip olan insanı bir araya getirecek öneme sahip miyim?” diye. Bir
suçum yok. Sadece yalnızlığımı, baktığı aynada daha güzel göstermeye
çalışıyordum.
Yıllarca
yaşadığım apartman dairesinin önünden geçen tren rayları yüzünden canımdan bezmiştim. Günün belli saatlerinde
geçen tren, camın pervazında duran cam fanusu deviriyor ve içindeki süs
balığımı öldürüyordu. Belirli bir periyotla geçiyordu trenler. Rastgele olacak
değillerdi ya! Ölçü ve diğer sayısal birimlerle aram hiç olmadı. Matematiği ve
analitik zekâsı oldukça iyi biri olsam da, onları düşünerek ya da karşı
apartmanın alt katında yer alan manavın çırağı gibi, gereksiz gürültüye sahip
bir trenin geçeceği saatleri hesaplayacak kadar hırpalanmayı -kendimi yormayı
düşünmedim hiç.
yaşadığım apartman dairesinin önünden geçen tren rayları yüzünden canımdan bezmiştim. Günün belli saatlerinde
geçen tren, camın pervazında duran cam fanusu deviriyor ve içindeki süs
balığımı öldürüyordu. Belirli bir periyotla geçiyordu trenler. Rastgele olacak
değillerdi ya! Ölçü ve diğer sayısal birimlerle aram hiç olmadı. Matematiği ve
analitik zekâsı oldukça iyi biri olsam da, onları düşünerek ya da karşı
apartmanın alt katında yer alan manavın çırağı gibi, gereksiz gürültüye sahip
bir trenin geçeceği saatleri hesaplayacak kadar hırpalanmayı -kendimi yormayı
düşünmedim hiç.
Altı… Tren, tam altı
kere geçtikten sonra titreyen cam pervazım aşağı atıyordu cam fanusu ve her
seferinde farklı isimler verdiğim balığı. Altı dediğime bakmayın. Ben
uyandıktan sonra altı… Ben uyanmadan önce ya da uyuduktan sonra kaç olur
bilmiyorum. Her gün bir tane balık alıp, onu bu şekilde öldürmekten kesinlikle
zevk almıyordum lakin öteki türlü evden dışarı çıkmamı gerektirecek bir durum
yaşanmayacağı için, -sözde- temiz havaya ihtiyaç duyan bedenimin pencerelerini
açmam gerekiyordu.
kere geçtikten sonra titreyen cam pervazım aşağı atıyordu cam fanusu ve her
seferinde farklı isimler verdiğim balığı. Altı dediğime bakmayın. Ben
uyandıktan sonra altı… Ben uyanmadan önce ya da uyuduktan sonra kaç olur
bilmiyorum. Her gün bir tane balık alıp, onu bu şekilde öldürmekten kesinlikle
zevk almıyordum lakin öteki türlü evden dışarı çıkmamı gerektirecek bir durum
yaşanmayacağı için, -sözde- temiz havaya ihtiyaç duyan bedenimin pencerelerini
açmam gerekiyordu.
Bu apartmandan, bu
kentten gitme fikri –baba yadigârı olarak çocukluğumdan beri kafamın içinde var
olsa da, beni ateşleyen ve popoma atılan bir zıpkın etkisi yaratan güç –babadan
aldığım altın öğütler olmadı.
kentten gitme fikri –baba yadigârı olarak çocukluğumdan beri kafamın içinde var
olsa da, beni ateşleyen ve popoma atılan bir zıpkın etkisi yaratan güç –babadan
aldığım altın öğütler olmadı.
Çalışan insanların
sahip olduğu “pazartesi sendromu”
bende de vardı. Başlangıçlar insanı her daim yorar. Pazartesi sendromu, insanın
doğasında yer alan koca bir açık kapıydı. Ömründen koca bir yedi günün geçişi
bizi sevindirirken, hayatta kalmak ve iyi şeyler yapmak için verilen ekstra
yedi günün üzmesinin tek sebebi –insanı o yedi gün içerisinde çalışmak zorunda
bırakan kapital sistemden başka bir şey değildi. Aklım bu tarz konulara pek
ermese de ara sıra kendi çapımda ufak tefek teoriler üretmiyor da değilim. Yine
bütünlüğü sağlayamayıp konuyu dağıttım. Oysa ki kişinin amacı, söyleyeceklerini
karşı tarafa en duru şekilde iletmek olmalı. Fakat insan egosu ve karşısındaki
yere serme dürtüsü, konuyu böyle dolandırmasına sebep oluyor. Karşı tarafın
anlamsız gözlerle, anlıyormuş gibi gözükme çabası –kurduğumuz üstünlüğe verilen
büyük bir kupa gibidir aynı. Fakat benim bu şekilde davranma sebebim, egolarım
değil –demin de bahsettiğim eksikliklerimden başka bir şey değil.
sahip olduğu “pazartesi sendromu”
bende de vardı. Başlangıçlar insanı her daim yorar. Pazartesi sendromu, insanın
doğasında yer alan koca bir açık kapıydı. Ömründen koca bir yedi günün geçişi
bizi sevindirirken, hayatta kalmak ve iyi şeyler yapmak için verilen ekstra
yedi günün üzmesinin tek sebebi –insanı o yedi gün içerisinde çalışmak zorunda
bırakan kapital sistemden başka bir şey değildi. Aklım bu tarz konulara pek
ermese de ara sıra kendi çapımda ufak tefek teoriler üretmiyor da değilim. Yine
bütünlüğü sağlayamayıp konuyu dağıttım. Oysa ki kişinin amacı, söyleyeceklerini
karşı tarafa en duru şekilde iletmek olmalı. Fakat insan egosu ve karşısındaki
yere serme dürtüsü, konuyu böyle dolandırmasına sebep oluyor. Karşı tarafın
anlamsız gözlerle, anlıyormuş gibi gözükme çabası –kurduğumuz üstünlüğe verilen
büyük bir kupa gibidir aynı. Fakat benim bu şekilde davranma sebebim, egolarım
değil –demin de bahsettiğim eksikliklerimden başka bir şey değil.
Pazartesi sabahı,
sallanan pencere raflarımın gürültüsüne uyandım her zamanki gibi. Aralanmış
pencerelerden yine her sabah olduğu gibi uğultular gelmekteydi fakat bu kez,
duymaktan sıkıldığım o yavan uğultular –içten gelen çığlıklarla süslenmişti.
Gri, güneş geçirmeyen kalın perdelerimi aralayıp aşağı baktığımda, yerde bir
gazete tomarı ve onun etrafına üşüşmüş, ağlayan, insanları gördüm. Balığımın
hala düşmemiş olmasına rağmen aşağı inip ne olup bittiğine bakmak istedim.
Caddeye çıktığımda ise tahminlerimde yanılmadığımı fark ettim: Biri ölmüştü. Çapraz
apartmanımda oturan, her sabah kravat ve takım elbise ile meyhaneye giden
–hayatı boyunca hiçbir iş yapmamış, karısının maaşı ile geçinen ve
çevredekilerin “Hasan Amca!” diye hayıflandıkları adamdı bu. Sapasağlam
adammış. Bugün evden çıkmadan, hafif kalp çarpıntısı olmuş sadece. Yoksa hiçbir
şeyi yokmuş. Sebebi de ecelmiş. Ecelin insanı, nerede ve nasıl yakalayacağı da
hiç belli olmazmış.
sallanan pencere raflarımın gürültüsüne uyandım her zamanki gibi. Aralanmış
pencerelerden yine her sabah olduğu gibi uğultular gelmekteydi fakat bu kez,
duymaktan sıkıldığım o yavan uğultular –içten gelen çığlıklarla süslenmişti.
Gri, güneş geçirmeyen kalın perdelerimi aralayıp aşağı baktığımda, yerde bir
gazete tomarı ve onun etrafına üşüşmüş, ağlayan, insanları gördüm. Balığımın
hala düşmemiş olmasına rağmen aşağı inip ne olup bittiğine bakmak istedim.
Caddeye çıktığımda ise tahminlerimde yanılmadığımı fark ettim: Biri ölmüştü. Çapraz
apartmanımda oturan, her sabah kravat ve takım elbise ile meyhaneye giden
–hayatı boyunca hiçbir iş yapmamış, karısının maaşı ile geçinen ve
çevredekilerin “Hasan Amca!” diye hayıflandıkları adamdı bu. Sapasağlam
adammış. Bugün evden çıkmadan, hafif kalp çarpıntısı olmuş sadece. Yoksa hiçbir
şeyi yokmuş. Sebebi de ecelmiş. Ecelin insanı, nerede ve nasıl yakalayacağı da
hiç belli olmazmış.
Ölüm konusunda yüksek lisans
yapmış üstatlarıma, kalp krizinin ne anlama geldiğini anlatacak mertebede
olmadığım için, ölme ihtimalinden emin olduğum evdeki balığımın yerine yenisini
almak üzere akvaryum dükkânına yöneldim. İlk birkaç hafta, cam fanus da
kırılmıştı bu düşüşler sırasında. Orta boy bir cam parçası, küçük boy bir
canlıdan daha pahalı olduğu için her gün almak zorunda kaldığım bu fanus,
ekonomik bütçemi bir hayli sarsmıştı. Zaten babadan kalan emekli maaşı da beni en fazla Hasan
Amca kadar idare edebilirdi. Köhne bir meyhanede, her gün aynı takım elbise
ile bir duble rakı içip gerisine
evde pijamalarla devam edecek kadar yani… İşte
o günlerde anlamıştım işlenenin, yaratılandan daha değerli olduğunu. Tanrı
tarafından bize sunulmuş bir balık, insan tarafından bize sunulmuş bir cam
fanustan daha değersizdi. Bu da bir yerde Avusturya Kralı’nın, Osmanlı
Sadrazamı’na eşit olduğunu göstermekteydi.
yapmış üstatlarıma, kalp krizinin ne anlama geldiğini anlatacak mertebede
olmadığım için, ölme ihtimalinden emin olduğum evdeki balığımın yerine yenisini
almak üzere akvaryum dükkânına yöneldim. İlk birkaç hafta, cam fanus da
kırılmıştı bu düşüşler sırasında. Orta boy bir cam parçası, küçük boy bir
canlıdan daha pahalı olduğu için her gün almak zorunda kaldığım bu fanus,
ekonomik bütçemi bir hayli sarsmıştı. Zaten babadan kalan emekli maaşı da beni en fazla Hasan
Amca kadar idare edebilirdi. Köhne bir meyhanede, her gün aynı takım elbise
ile bir duble rakı içip gerisine
evde pijamalarla devam edecek kadar yani… İşte
o günlerde anlamıştım işlenenin, yaratılandan daha değerli olduğunu. Tanrı
tarafından bize sunulmuş bir balık, insan tarafından bize sunulmuş bir cam
fanustan daha değersizdi. Bu da bir yerde Avusturya Kralı’nın, Osmanlı
Sadrazamı’na eşit olduğunu göstermekteydi.
İnsan, kendi yaptığını
Tanrı’nın yaptığına rakip gösterecek kadar büyüdüyse Tanrı’yı yenecek kadar
büyüyebilir demekti. Yanılıyor muydum? Yoksa insanlık ergenliğinde aile
fertlerine kafa tutan genç kıvamında mıydı? Düşündükçe gerçeğe, hakikate daha
fazla yaklaşıyordum. Hakikat, karşıma koca bir akvaryum dükkânı olarak
çıkıverdi. Hali hazırda sahip olduğum ikinci balığıma bakarken, üzerimize çöken
ani karanlık ile irkildim. Uzunca bir süre afallayıp, ne olup bittiğini
kavramaya çalıştıktan sonra –güneşi uyutan gece perdelerimi aralayıp dışarı
baktım: Sokaklar da benim evim gibi karanlık ve sessizdi. Yalnızlığım gibi,
elektrik kesintisini de afilileştirmiştim. Gereksiz bir afililik… El yordamı
ile bulduğum mum vasıtasıyla etrafı aydınlatıp, aldığım yedek balığı –diğerinin
yanına, fanusa, yerleştirdim. Yaşanan kesinti yüzünden iptal edilen tren
seferleri, onlara ekstradan bir gün kazandırmıştı. Sarıya çalan mum ışığında,
bir sağa bir sola ahenkle yüzen balıkları seyrederken –yalnızlığımın son derece
çirkin olduğunu fark ettim. Her altıncı tren seferinde ölmesi gereken balıklar
değil, belki de ben olmalıydım. Ben bu kararın üzerinde düşünürken, hakikat
karşıma yüksek desibelli bir tren kornası şeklinde çıktı bu sefer.
Tanrı’nın yaptığına rakip gösterecek kadar büyüdüyse Tanrı’yı yenecek kadar
büyüyebilir demekti. Yanılıyor muydum? Yoksa insanlık ergenliğinde aile
fertlerine kafa tutan genç kıvamında mıydı? Düşündükçe gerçeğe, hakikate daha
fazla yaklaşıyordum. Hakikat, karşıma koca bir akvaryum dükkânı olarak
çıkıverdi. Hali hazırda sahip olduğum ikinci balığıma bakarken, üzerimize çöken
ani karanlık ile irkildim. Uzunca bir süre afallayıp, ne olup bittiğini
kavramaya çalıştıktan sonra –güneşi uyutan gece perdelerimi aralayıp dışarı
baktım: Sokaklar da benim evim gibi karanlık ve sessizdi. Yalnızlığım gibi,
elektrik kesintisini de afilileştirmiştim. Gereksiz bir afililik… El yordamı
ile bulduğum mum vasıtasıyla etrafı aydınlatıp, aldığım yedek balığı –diğerinin
yanına, fanusa, yerleştirdim. Yaşanan kesinti yüzünden iptal edilen tren
seferleri, onlara ekstradan bir gün kazandırmıştı. Sarıya çalan mum ışığında,
bir sağa bir sola ahenkle yüzen balıkları seyrederken –yalnızlığımın son derece
çirkin olduğunu fark ettim. Her altıncı tren seferinde ölmesi gereken balıklar
değil, belki de ben olmalıydım. Ben bu kararın üzerinde düşünürken, hakikat
karşıma yüksek desibelli bir tren kornası şeklinde çıktı bu sefer.
Uyandığımda;
elektrikler gelmiş, tren seferleri başlamış ve cam fanus –pervazın üzerinde yer
alan ve her seferinde koyduğum çatlaktan birkaç parmak boyunda uzaklaşmıştı.
Bunlara ek olarak bir de alt katımda oturan, üniversite öğrencisi genç kız
kendini asmıştı. “Her güne bir ölüm”
sloganı ile evlerimizi kiraya verebilirdik meraklısına. Tren saatlerini
hesaplayan manavın problemli çırağı, içinden tren geçen bir kasabadan
bahsetmişti. Birbirimizi pek sevmezdik aslında, kasabayı anlata anlata
bitirememişti. Gariplik kasabada değil; onun, vaktinden feragat edip bunu
anlatmasında ve benim vaktimden feragat edip, onu dinlememdeydi. Kasabanın
içinden tren geçiyor, hiçbir iş yapmıyor ve kira ödemiyordum. Birkaç
haftalığına oraya gitsem, kaybedeceğim tek şey balıklarım olurdu ki “Buna hiç alışık değilim…” dedikten sonra
hafif sırıtarak kızın cesedinin cenaze aracına yüklenişini seyrettim. Kendi
kendime yaptığım bu espri, yaşanılan bu hüznü yenebilecek güce sahip değildi.
Bu yüzden o ufak çaplı tebessüm siliniverdi yüzümden.
elektrikler gelmiş, tren seferleri başlamış ve cam fanus –pervazın üzerinde yer
alan ve her seferinde koyduğum çatlaktan birkaç parmak boyunda uzaklaşmıştı.
Bunlara ek olarak bir de alt katımda oturan, üniversite öğrencisi genç kız
kendini asmıştı. “Her güne bir ölüm”
sloganı ile evlerimizi kiraya verebilirdik meraklısına. Tren saatlerini
hesaplayan manavın problemli çırağı, içinden tren geçen bir kasabadan
bahsetmişti. Birbirimizi pek sevmezdik aslında, kasabayı anlata anlata
bitirememişti. Gariplik kasabada değil; onun, vaktinden feragat edip bunu
anlatmasında ve benim vaktimden feragat edip, onu dinlememdeydi. Kasabanın
içinden tren geçiyor, hiçbir iş yapmıyor ve kira ödemiyordum. Birkaç
haftalığına oraya gitsem, kaybedeceğim tek şey balıklarım olurdu ki “Buna hiç alışık değilim…” dedikten sonra
hafif sırıtarak kızın cesedinin cenaze aracına yüklenişini seyrettim. Kendi
kendime yaptığım bu espri, yaşanılan bu hüznü yenebilecek güce sahip değildi.
Bu yüzden o ufak çaplı tebessüm siliniverdi yüzümden.
O
kasabada bir pansiyona yerleşmiştim. Kent ve apartman daireme dair hiçbir şeyi
özlemiyordum. Burada yemekleri yapan güzel bir kadın vardı. Bana, “Yalnızlığını
ve basit bir elektrik kesintisini bile bu denli güzelleştiren biri, nasıl olur
da ayna karşısında kendini beğenmez. Çirkin vakaları süsleyip beğendiren biri,
güzel şeyleri nasıl çirkinleştirebilir ki?” deyip duruyordu. Doğrudan iltifat
etmeye çekindiği için, gözlerimdeki anlamamış fakat anlıyormuş gibi davranan
ifadeye bakıp gülüyordu.
kasabada bir pansiyona yerleşmiştim. Kent ve apartman daireme dair hiçbir şeyi
özlemiyordum. Burada yemekleri yapan güzel bir kadın vardı. Bana, “Yalnızlığını
ve basit bir elektrik kesintisini bile bu denli güzelleştiren biri, nasıl olur
da ayna karşısında kendini beğenmez. Çirkin vakaları süsleyip beğendiren biri,
güzel şeyleri nasıl çirkinleştirebilir ki?” deyip duruyordu. Doğrudan iltifat
etmeye çekindiği için, gözlerimdeki anlamamış fakat anlıyormuş gibi davranan
ifadeye bakıp gülüyordu.
Bu sefer de bir
gümbürtü yaklaştırmıştı beni hakikate. Manava halden meyve getiren yük kamyonu,
alışveriş yapan bir yaşlı kadına, daha sonra o kadınla beraber manavın
vitrinine çarpmıştı. Bense, sıra bana gelmeden yavaş yavaş gitmem gerektiğini
anlamıştım.
gümbürtü yaklaştırmıştı beni hakikate. Manava halden meyve getiren yük kamyonu,
alışveriş yapan bir yaşlı kadına, daha sonra o kadınla beraber manavın
vitrinine çarpmıştı. Bense, sıra bana gelmeden yavaş yavaş gitmem gerektiğini
anlamıştım.
Akşamüzeri manavın
çırağı, dükkânı toparlarken –küfürle karışık bir kere daha söyledi bana o
kasabanın adını ve kaçıncı istasyonda olduğunu. Sanıyorum, herhangi bir sayım
hatası yapmadıysam, tam altınca trene binip kasabaya doğru yol alacaktım.
İstasyonda tren beklerken, yaşadığım kentteki ölümleri birer birer hatırladım
ve oradaki insanların –başta ben olmak üzere- ölüme mahkûm olmuş birer idam mahkûmu
olduğunu düşündüm.
çırağı, dükkânı toparlarken –küfürle karışık bir kere daha söyledi bana o
kasabanın adını ve kaçıncı istasyonda olduğunu. Sanıyorum, herhangi bir sayım
hatası yapmadıysam, tam altınca trene binip kasabaya doğru yol alacaktım.
İstasyonda tren beklerken, yaşadığım kentteki ölümleri birer birer hatırladım
ve oradaki insanların –başta ben olmak üzere- ölüme mahkûm olmuş birer idam mahkûmu
olduğunu düşündüm.
Kısa vadeli düşünen bir
idam mahkûmu gibiydim aynı. Beni rahatsız eden şey; birkaç gün içinde başıma
gelecekler değil, taşımak zorunda bırakıldığım prangalardı. Daha da kötüsü: Bugün
beni rahatsız eden prangalarım yarın ayağımda olmayacaktı ki yarın ben de
burada olmayacaktım. İkimizin tek ortak noktası: Yarınımızın olmamasıydı.
idam mahkûmu gibiydim aynı. Beni rahatsız eden şey; birkaç gün içinde başıma
gelecekler değil, taşımak zorunda bırakıldığım prangalardı. Daha da kötüsü: Bugün
beni rahatsız eden prangalarım yarın ayağımda olmayacaktı ki yarın ben de
burada olmayacaktım. İkimizin tek ortak noktası: Yarınımızın olmamasıydı.
Kendi halinde kurduğum,
kimseye zararı ya da katkısı olmayan bu düşüncelerimin tadını çıkarırken
hakikat, karşıma –gözümü alan tren farları şeklinde çıkıverdi. Ölümün kol
gezdiği bu tekinsiz caddeden kurtulduğum için sevinsem de kurtulduğum
prangaların hayra alamet olmadığını biliyordum.
kimseye zararı ya da katkısı olmayan bu düşüncelerimin tadını çıkarırken
hakikat, karşıma –gözümü alan tren farları şeklinde çıkıverdi. Ölümün kol
gezdiği bu tekinsiz caddeden kurtulduğum için sevinsem de kurtulduğum
prangaların hayra alamet olmadığını biliyordum.
92 İstanbul doğumlu. Varsa yoksa sinema… Tim Burton’ın Türkiye şubesi hayali varoluşunda yer alıyor desek yeridir. Bunun yanında düzenli ilişkisinde kuma görevi gören Edgar Allan Poe sevgisi, öykülerinde de kendini göstermektedir. Kendi yazıp, eşe dosta okuttuğu öyküleri 2013 yılında Kalem Kahve Klavye ile kamuya açıldı. Yıldız Tilbe’nin unutamadığı aşklarını şarkılarına yansıttığı gibi; zaman, ölüm ve varoluşla ilgili sorunlarına film ve öykülerinde yer vermektedir. Kısaca özetlemek gerekirse, Flört sever, Fenerbahçe’li güzel bir adamdır. Bunları da alırsak ortada Kerem namına hiçbir şey kalmaz.
Not: “Ozan Kotra’ya çok benziyorsun,” duyduğu en iyi iltifat.