Ece Karaağaç’ın Holden Kitap‘tan çıkan Kökler ve Kanatlar romanını Büşra Uyar inceledi.
Kutsallık: Yüzyıllardır olduğu gibi hâlâ popüler olan bir konu. Anneliğin, milletin, kana bulanmış toprakların kutsallığı. Hayatına dahil olmadığımız her anne kolayca eleştiriliyor, bayraklar dört bir yanda dalgalanıyor, hemen her masada toprağın nasıl can pahasına, namus gibi korunması gerektiği tartışılıyor.
Tüm bunların empati kurulabilir, yoğun duygular olduğunu düşünsek de, durumun böyle olmadığını anlamak için çevreye kısaca bir göz atmak yeterli. Bir çocuğun gözlerinin içi gülmeli, çocukluğunun her saniyesini mutlu geçirmeli, mülteci çocuklar hariç; hiçbir insan savaşa şahit olmamalı, mülteciler hariç; hiçbir anne çocuğunun ölümüyle sınanmamalı, mülteciler hariç; hiçbir insan eli kanlı emperyalistlerin kirli oyunları yüzünden evinden olmamalı, mülteciler hariç; hiçbir çocuğun hayata tutunmak için çırpınan cansız bedeni sabaha karşı kıyılara vurmamalı; mülteciler hariç.
Mülteciler hariç. Bugünün -şimdilik- keyfi yerinde milliyetçileri için ideal yaşam düzeni bu iki kelimeden geçiyor. Oysa bu kestirip atmanın ötesinde nüfusu neredeyse dört milyona ulaşan, birbirinden acı hayatlar, hikâyeler var. Genç yazar Ece Karaağaç’ın kaleminden de bu hikâyelerden biri dökülüyor. Karaağaç, Holden Kitap’tan çıkan ikinci romanı Kökler ve Kanatlar’da belki her gün rast geldiğimiz binlerce mülteci çocuktan birinin, Afra’nın üzerinden göçmenliğin can acıtan yönünü anlatıyor bize.
Taksim’de patlayan bir bombayla başlıyoruz romana. Leyla Abadi’yi bedeninin tam ortasında kanlı, kocaman bir yarayla, ölürken tanıyoruz. Mülteci bir anne o: Bir köşede evsiz barksız, çocuklarını beslemeye çalışırken kimselerin umrunda olmayan ama ölürken, hem de böylesine acımasızca ölürken birilerinin umrunda olmayı “başarabilen” bir mülteci. Leyla’nın gözleri küçük kızını, Afra’yı arıyor; Leyla son nefesinde çocuğunu kaybetmiş bir anne olmaktan korkuyor.
Leyla’nın hemen ardından ise Ayfer’le tanışıyoruz. Ayfer bizlerin ilgisini çekmek için fazladan çaba sarf etmek zorunda değil. Her şeyden önce, ecdadı sayesinde bu toprakları “hak etmiş” bir kadın o: Lise hayatını “o” kız olarak geçirmesini sağlayan bir güzellik, başarılı bir akademik hayat, lisenin “o” oğlanıyla yapılmış bir evlilik, dünyalar güzeli bir kız çocuğu… Ayfer’in konforlu hayatı, kızı Selin’in hayatını kaybetmesiyle karanlığa gömülüyor. Çocuğunu kaybeden bir anne o, yaşadığı şey bir ismi hak etmeyecek kadar korkunç. Belki de bu yüzden Ayfer evinde bir kabustan uyanır gibi uyandığında, can havliyle “Selin!” diye sarıldığı Afra’yı buluyor yanında, tekrar bir ismi hak edebilmek için.
Ayfer Selin’e, anneliğe tekrar kavuşabilmek için Afra’ya tutunurken, Musab da paramparça olmuş ailesinin son umuduna, kızı Afra’ya ulaşmaya çalışıyor. Karaağaç, Musab’ın, onun en yakın arkadaşı Saffan’ın ve binlerce mültecinin hayata tutunmaya çalıştığı korkunç koşulları ve o koşullara, ölüme rağmen yeşeren hayalleri empati kanalları çok açık bir soğukkanlılıkla anlatıyor bize. Musab’ın ölüm riskine rağmen kızı ve kendisi için kurduğu gelecek hayallerinde; Ayfer’i kimi zaman hırçın, vicdansız bir hayvana dönüştüren kaybında; Ayfer’in anne babasının kimi zaman okur olarak bizim bile sakince karşılamayacağımız tavırlarında empati kurabileceğimiz çok şey var.
Holden Kitap’tan çıkan Kökler ve Kanatlar, kimseden merhamet dilenen, ötekine acıyabilmesi için okurunu trajedi sarmalına sokan, kolaya kaçan bir roman değil. Karaağaç kurduğu hikâyeye, karakterlerine hayranlık uyandırabilecek bir mesafe koyarken, bir yandan da onların kalbine çok yakın bir yerden konuşuyor bizimle. Biz de bizi giderek sıkıştıran bu nefret çemberinde Karaağaç sayesinde, taş kesmemiş yürekler tanıyoruz. Tüm bu acımasızlığın ortasında ne büyük şans!
Kökler ve Kanatlar · Bir Göçmen Romanı · Basın Bülteni
Yaralı yerlerinden birbirlerine kaynayanların hikâyesi…
Hemen her gün, her köşe başında karşımıza çıkan göçmen çocuklarından biri: Afra. Ayrıcalıklı hayatı öngöremediği bir kazayla darmadağın olan, yaralı bir kadın: Ayfer.
Taksim’de patlayan bir bomba kaderlerini birbirine bağlamakla kalmıyor, onları Akdeniz’in ötesine uzanan bir maceraya da sürüklüyor. Ece Karaağaç, bugün sayısı on sekiz bini aşan kayıp mülteci çocuklardan birinin peşinde, anneliği ve göçmenliğin görünmeyen yüzünü masaya yatırıyor. Kökler ve Kanatlar’ı okurken kendinizi sevginin binbir hâlini, gittiği her yere yabancı olmanın dayanılmaz ağırlığını ve görünenin arkasını düşünürken bulacaksınız.
“Ötekinin hikâyesini anlatırken karşımızda duran en tehlikeli tuzak, onu yüceltmek ya da üstten bir bakışla merhametin konusu haline getirmektir. Kökler ve Kanatlar, ‘öteki’nin dünyasını içeriden görmeyi başarabilen az sayıdaki eserden biri. Yarayı deşerken yeni bir yara açmamayı başarabilen sarsıcı bir roman. Akıcı ve sürükleyici…”
—İsmail Güzelsoy
“Bir bomba, bir kadın, bir çocuk ve kader birliği…Ece Karaağaç, Kökler ve Kanatlar ile okuru, yakın tarihin karanlık olaylarından umuda doğru bir yolculuğa çıkarıyor.”
—Elçin Poyrazlar
“Mültecilik, aşk ve bir ölüm yolculuğu… Ece Karaağaç romanının ilk satırlarından başlayarak bizi nefes kesen bir hikayenin içine alıyor.”
—Mario Levi
Kökler ve Kanatlar · Tadımlık
“Dakikalarca bu küçük kızda Selin’den bir iz aradım. Evet, tüm çocuklar özünde birbirine benziyor ve çocuk olmanın o kapsayıcı çatısı altında buluşuyorlardı ama davranışlarına sızan küçücük ayrıntılar birbirinden tamamen farklı kılıyordu onları. Evet, bu çocuk Selin değildi. Bunu düşündükçe beynimin kıvrımları arasına cam kırıkları serpiliyordu sanki, beynimin her yanına küçük küçük kıymıklar batıyordu. Bu çocuğun yerinde Selin’in olması için kalan ömrümü bir çırpıda feda etmeye hazırdım. Ama… Bu da bir çocuktu işte! Evde yine bir çocuk vardı; etrafta koşuşan, gülen, oyuncaklarıyla oynayan bir çocuk. Bu fikir nicedir soğuk olan kalbimi ısıtıyor, kalbimin usul usul da olsa tekrar atmaya başladığını hissediyordum.
Aklım bu çocuğa fazla alışmamamı söylüyordu, kalbim bambaşka şeyler. Bense henüz hangisini dinleyeceğime karar verememiştim. Çünkü yalnızca aklımla kalbim arasında bir savaş değildi bu. Kalbimin kendine karşı verdiği bir savaştı aynı zamanda.”
Ece Karaağaç Hakkında
1989 yılında Eskişehir’de doğdu. 2011’de Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun oldu. İlk romanı Yarım Kalan Bazı Aşklar 2017 yılında yayımlandı. SabitFikir, K24, Kayıp Rıhtım, Gazete Sanat, Artful Living ve Masa gibi mecralarda yazılarıyla yer alıyor. Yazar hâlihazırda Almanya’da yaşıyor ve yazıyor.