Savaşların olağanlaştığı bir dünyada, korku çağındayız; bu yüzden de akla inancımızı kaybettik. Çağdaş insansal bunalım, ekonomik ve siyasal gelişimimizi sağlayan Aydınlanma felsefesini terk etmemize neden olduğundan bu yana, umutsuzluğun ve karamsarlığın pençesindeyiz. Bireyci kurtuluşun var olduğu düşüncesiyle girdiğimiz yolların çıkmazında yalnızlaştık, yoksunlaştık, kaybolduk. Hepimiz korkunun karamsarlığıyla sarılmış durumdayız. Her birimiz bir diğerini korku nesnesi olarak gördüğü için, kendimizi birbirimizden sakınıyoruz. Yaklaşmaya, dokunmaya hatta konuşmaya bile çekinir duruma geldik. Bu korkularımızı besleyen kurallara uyacak kadar körleştik, köleleştik. Korku kültürünün kurallarını reddeden insanlar için linç kültürü geliştirdik. Birbirimizi gözetlemeyi ve denetlemeyi yaşam biçimi haline getirdik. İnsana yakışmayan tüm yasaklara uymakta sınır tanımıyoruz. Sorgulama ve karşı koyma yetilerimizi yitirdik. Dilimizi, beynimizi sansürledik. Bizden istendiği gibi, istendiği şeyleri söylüyoruz, yazıyoruz.
Korkuların ve sansürlerin hüküm sürdüğü bu postmodernist çağda egemenlerin tüm dayatmalarına rağmen, her şey çok da onların istediği gibi gitmiyor. İnsanoğlu korkularını yenecek, kendini ifade edecek yollar yaratmayı başarıyor. Bu ifade yollarından en önemlilerinden biri de sanat.
Gelişimlerini sağlıklı sürdürmesine olanak tanınmayan, kendine ve topluma yabancılaştıran eğitim sisteminde gençlerin seslerini duyurabilme yollarından biri olan fanzin, günümüzde oldukça çeşitlendi, gittikçe de yaygınlaşıyor. Ülkemizde yeniden keşfedilen bir alan olarak fanzin, gençlerin dünyaya duyarlılığını ve sorunlara ilgisini gösteren, üstelik edebi olma çabasında bir oluşum. Her şey gibi sanat ürünlerinin de metalaştığı bir dönemde metalaşmaya karşı olduğunu iddia eden, çağın gereği olarak da aykırı bir oluşum. Çok yaygın olması, gençlerin edebiyatta kendilerini ifade tarzı olarak fanzini seçmeleri hiç de tesadüf değil. Popüler kültürün tekdüzeleştirdiği, sadece para kazanmaya yönelik kültür politikası karşısında, söyleyecek sözleri olan ama köşe başlarını tutanların aşılmaz engelleriyle karşılaşan gençlerin, edebiyat alanındaki bu çalışmalarını, desteklenmesi gereken bir çaba diye düşünüyorum.
Elbette ki söylenecek sözü olanlar, yazdıklarını görünür kılıyorlarsa ve okunması için çaba gösteriyorlarsa, ürünlerinin belli kalitesinin de olması gerektiğini inancındayım ama edebi ürünler, meta haline gelen sanat ürünleri sınıfına dâhil olduğundan bu yana, bence edebiyat anlamında her ürün okuyucusuna göredir. Üstelik köşe başlarını büyüklerin tuttuğu, hâlâ yazılan ve çizilenlerin ‘tanıdıklar’ vasıtasıyla kendine yer bulduğu edebiyat dünyasında kalitenin neye göre ölçüldüğü belli mi acaba? Ya da büyük olduğunu düşündüğümüz dergilerin yayınladıklarının hepsi, gerçekten yayınlanmaya değecek edebi eserleri mi? Ya da, kime veya neye göre edebi?.. gibi sorular çoğaltılıp durum sorgulanabilir. Bu yüzden de ben, bu ortamda tartışmanın bir sonuca ulaşılmayacağını düşünüyorum. Kaldı ki; “Bugün, var olanı resmetmeye çalışmak umudu teşvik eden bir direniş eylemidir,” diyor Berger. Fanzincilerin de yaptığı bu, en azından bugün içinde yaşadıkları zamanı ve oluştukları çevreyi çok güzel resmediyorlar. Gözümüzün önünde olan ama göremediğimiz birçok gerçeği yüzümüze haykırıyorlar. Düşüncelerini, hayata bakış açılarını, dillerini, oluşturdukları topluluğu ve bir araya geldiklerinde tercih ettikleri yaşam biçimini. Biz onlara kendi gözümüzden bakarken görmediğimiz birçok şeyi görünür kılıyorlar yazdıklarıyla.
Fanzini ve fanzincileri seviyorum. Genç oldukları için, duyarlı oldukları için, söyleyecek sözleri olduğu için, söyleme cesaretini gösterdikleri için. Söyleyiş tarzlarında elbette ki kendimce eleştireceğim çok yönleri var ama ‘kendimce.’ Bu konuda söz söyleyebilmek için de, edebiyat açısından yerlerinin belirlenmesi gerektiğini inancındayım. Tavuskuşu Fanzin’deki bir yazısından sonra Melike Koçak öğretmenin başına gelenler, bir kuşun iktidarı ürkütebilme gücünü keşfetmede hepimize yardımcı olduğu günden bu yana, toplumsal muhalefetin bir parçası olduğunu düşündüğüm fanzinleri, görünür kılmak gerektiği inancındayım.
İzmir, fanzin açısından oldukça haraketli ve çok çeşitlilik barındıran bir şehir. İçlerinden bir tanesi doğumuna ve büyümesine tanık olduğum, hatta benim öykülerimi yayınlamadılar diye çok da kıskandığım “…SIVADIK” isimli fanzin.
Kendi halinde, alçakgönüllü bir yayın sürecinden, gittikçe büyüyen, şehirlerarası hatta ülkelerarası bir konuma gelen fanzin oluşumunun bir parçası. Diğer fanzinlerle haberleşip “Fanzin Apartmanı” adı altında oluşturdukları ağlarıyla, hem ekinlikler düzenliyor, hem de bir araya gelip tartışıyorlar. Aslında olanları benim yazdıklarımdan okumaktansa, adresine girip yapıp ettikleri hakkında fikir sahibi olmak mümkün.
İzmir’e özel olarak başlatılan “Fanzin Apartmanı” hareketini Facebook üzerinden de takip edebiliyor, ülke genelindeki fanzinlerden haberdar olabiliyorsunuz. Asıl dikkat çeken, bu hareketin içinde filizlenen bir başka oluşum; “Fankit, yayıncıların edebi eserler üzerindeki basım ve dağıtım hegemonyasına ve kitabevlerinin ‘çok satanlar’ listelerine karşı inatçı ve bağımsız bir alternatif olmayı amaçlıyor,” iddialı cümlesiyle kendini tanımlayan Fankit isimli fotokopi kitapçık.
Fanzin yazanlarından, yazdıklarını fanzinin kısıtlı sayfalarına sığdıramayanların, öykü ile roman arasında sınıflandırılabilecek, konuları ve kurgularıyla oldukça sağlam yapıtlarını kendi çabalarıyla fotokopi olarak çoğaltıp dağıttıkları kitapçıklarına verdikleri ad Fankit.
Kısa bir geçmişi olan tanışıklığımızda öykülerinin büyümesine tanıklık ettiğim, genç yazan arkadaşım Efe Elmastaş’ın “Kara Duvar” adlı öyküsünü bir solukta okudum. Sağlam bir kurgusu ve konusu olan bu distopik metni çok beğendim. Emrah Ersan ile Yiğit Gönlügür’ün güzel çizimleriyle zenginleştirilen, çok güzel bir fankit olmuş. Okumanıza eşlik eden görseller, fanzin yazarlarının kullandığı yöntemlerden. Bence yakışıyor da. “Kara Duvar” bilimkurgu tarzında yazılmış distopik bir öykü. Savaşların olağan hale geldiği dünyamızda, çoğumuz için yaşam çekilmez halde. Dünyanın hâkimi kapitalistlerin yaşadığı gelişmiş ülkelerin dışındaki ülkelerin hemen hepsi, bir savaşın mağduru durumundalar. Dünyanın çoğu bölgesi harabeye döndü. Hammadde için doğayı tahrip ettiğimiz yetmiyormuş gibi, savaşların getirdiği yıkımlarla eksik kalanları tamamlıyoruz. Bu acımasızlığın ve yıkımların sonunda dünyayı kaybedeceğimizi bile bile, bize bunu yapanların karşısında sessiz kalıyoruz. ‘Kara duvar’ bu anlamda, sessizliğe bir başkaldırı, bir karşı duruş. “Acaba başka bir dünya mümkün mü?” Sorusuna cevabı da içinde taşıyarak, şu karanlık günlerde, hayatı anlamlı kılmanın gerekliliğini hatırlatıyor. ‘İnsan en umutsuz anlarda bile mücadele gücünü hep diri tutmalı.’ Dedirtiyor.
Efe Elmastaş fanzin uğraşı içindeyken Kara Duvar Fankitini yayınladıktan sonra şimdi de Kanguru Yayınları’ndan “Kargo” isimli kitabıyla karşımızda. Mutfaktan yeni çıkan kitabını henüz okumadım. En kısa zamanda okuyup görüşlerimi paylaşmayı düşünüyorum.
Son söz olarak da, sisteme muhalif bir başka fanzinin daha ismini söylemek istiyorum. “No Pasaran!” Mutlaka takip edilmeli, diğer fanzinler gibi. Kulaklarımızı ve beynimizi açmalıyız artık. Çevremizdeki sesleri duymak zamanı gelip geçmeden, gençlerin bize söylemek istediklerine kulak vermeliyiz. Zaman hak edene değerini verir diye, bir şey yapmadan beklemektense, düşünen, düşündüğünü ifade etmeye cesaret eden gençlerin görünür kılınmaları gerekliliğine olan inancımla, fanzinler okunmalı, incelenmeli ve hatta akademisyenlerce görüş bildirilmeli. Hem edebiyat açısından, hem de sosyoloji açısından diyerek, düşüncelerimi paylaşmak istiyorum.