Bahri Barlas, Kalem Kahve Klavye için Alpcan Candan tarafından
yazılan bir hikaye dizisi olup iki hafta, dört bölüm halinde, 12-14-19-21 Kasım
geceleri yayınlanacaktır.
yazılan bir hikaye dizisi olup iki hafta, dört bölüm halinde, 12-14-19-21 Kasım
geceleri yayınlanacaktır.
Günün Sonu
“Birinin seni hiç unutmamasını istiyorsan, onun
en değer verdiği kişiyi öldür!”
en değer verdiği kişiyi öldür!”
Bir dönemin Sağlık
Bakanı Sadi Konuk ‘un adının verildiği Eğitim
ve Araştırma Hastanesi ‘ndeydiler. Gökalp’in yüzü kan kusarken, Nursel de
Bahri de ne olduğunu anlayamadıkları için donup kalmış, ilk çözülen de Nursel
olmuştu. Tıpkı ilk planı yapanın da o olduğu gibi.
Bakanı Sadi Konuk ‘un adının verildiği Eğitim
ve Araştırma Hastanesi ‘ndeydiler. Gökalp’in yüzü kan kusarken, Nursel de
Bahri de ne olduğunu anlayamadıkları için donup kalmış, ilk çözülen de Nursel
olmuştu. Tıpkı ilk planı yapanın da o olduğu gibi.
Gökalp’i apar topar arabanın arkasına yatırmak
için seslenmişti Nursel, Bahri’ye. Ve sürekli “Hassiktir!” diye tekrarladığı
için de “Kes sesini!” demişti. Arabayı kullanan da Nursel olmuştu. Çünkü Bahri,
araba kullanmayı bilmiyordu. On dakika içinde acil servisin önüne getirdikleri
arabadan Gökalp’i indirmeye çalışırlarken, onları gören iki hastabakıcı önce görmezden
gelmiş, ancak Gökalp’in kan kusan suratını gördüklerinde daha önce görmedikleri
bir manzarayla karşı karşıya oldukları için yerlerinden kalkmışlardı. Biri
arabaya koşmuş, diğeri de bir sedye çıkarmak için içeri girmişti.
için seslenmişti Nursel, Bahri’ye. Ve sürekli “Hassiktir!” diye tekrarladığı
için de “Kes sesini!” demişti. Arabayı kullanan da Nursel olmuştu. Çünkü Bahri,
araba kullanmayı bilmiyordu. On dakika içinde acil servisin önüne getirdikleri
arabadan Gökalp’i indirmeye çalışırlarken, onları gören iki hastabakıcı önce görmezden
gelmiş, ancak Gökalp’in kan kusan suratını gördüklerinde daha önce görmedikleri
bir manzarayla karşı karşıya oldukları için yerlerinden kalkmışlardı. Biri
arabaya koşmuş, diğeri de bir sedye çıkarmak için içeri girmişti.
“Hastalıklar ve hastaneler insanlara
yalnızlıklarını hatırlatmak zorundalar mı?”
yalnızlıklarını hatırlatmak zorundalar mı?”
Acil servisin az ilerisinde duran kırmızı Opel
Vectra’yı ilk gören Bahri oldu. Arabaya doğru ilk yürüyen de Nursel.
Nişalandıkları gün, anlayamadığı bir sebepten, Nursel’in haber vermesiyle apar
topar hastaneye gelen Hamza’nın yüzü, ne olduğunu anlayamayan bir insan kadar
şaşkındı. Bahri’nin arabadan sonra gördüğü ikinci görüntü de buydu.
Vectra’yı ilk gören Bahri oldu. Arabaya doğru ilk yürüyen de Nursel.
Nişalandıkları gün, anlayamadığı bir sebepten, Nursel’in haber vermesiyle apar
topar hastaneye gelen Hamza’nın yüzü, ne olduğunu anlayamayan bir insan kadar
şaşkındı. Bahri’nin arabadan sonra gördüğü ikinci görüntü de buydu.
“Hastanız öldü abi. Bir içeri kadar gelirsen,
doktor bey de yanında şimdi. Başınız sağ olsun.”
doktor bey de yanında şimdi. Başınız sağ olsun.”
“Bu adam neden hasta bakıcılık yapıyor? Neden N
harfi ağzından nazal olarak çıkıyor? Ne oluyor?”
harfi ağzından nazal olarak çıkıyor? Ne oluyor?”
“Abi duydun mu beni? Başın sağ olsun. Doktor bey
içerde. Bir gelsen.”
içerde. Bir gelsen.”
“Demek Gökalp öldü!” dedi. Ama Bahri’den başka
kimse bu sesi duymadı. Kimsenin duymayacağı şekilde de devam etti.
kimse bu sesi duymadı. Kimsenin duymayacağı şekilde de devam etti.
“Yüzü kan kustu. Ne bir silah patladı ne de
kavgaya karıştık. Durduk yerde, öylece yüzü kan kustu. Acaba? Yok artık!”
kavgaya karıştık. Durduk yerde, öylece yüzü kan kustu. Acaba? Yok artık!”
Tamam Alpcan
Candan, bırak, bundan sonrasını ben anlatırım. Neyse ki hâlâ bu kadar
dirençli olduğumu hissebiliyorum. Bu kadar dirençli olduğumu hissetmemin
sebebi; neden bu kadar dirençsiz kalabildiğimi anlatma isteğimden geçiyor.
Anlatmak zorunda hissediyorum. O gece Gökalp öldü. O gün ikinci kez gördüğüm
kırmızı Opel Vectra’ya bakarken, bir değişik konuşan, yüzünü şu an tam
anlamıyla hatırlayamadığım o hasta bakıcının ağzından öğrendim öldüğünü. Hayat
elbette ummadık şeylerle dolu. Ama sanki bu kadar da olmamalıydı.
Candan, bırak, bundan sonrasını ben anlatırım. Neyse ki hâlâ bu kadar
dirençli olduğumu hissebiliyorum. Bu kadar dirençli olduğumu hissetmemin
sebebi; neden bu kadar dirençsiz kalabildiğimi anlatma isteğimden geçiyor.
Anlatmak zorunda hissediyorum. O gece Gökalp öldü. O gün ikinci kez gördüğüm
kırmızı Opel Vectra’ya bakarken, bir değişik konuşan, yüzünü şu an tam
anlamıyla hatırlayamadığım o hasta bakıcının ağzından öğrendim öldüğünü. Hayat
elbette ummadık şeylerle dolu. Ama sanki bu kadar da olmamalıydı.
“Acaba” dedim! “Yok artık” da dedim! Evet,
çocukluğundan beri ilgisini çeken, gökyüzünün arkasında saklanan yaratıklar
tarafından öldürüldüğüne inandım. Bu inancım, doktorun, Gökalp’in ölü bedeni
başında durarak bana “Yüzüne bir taş saplanmış. Sanıyorum yoldan geçen bir
arabanın lastiği fırlattı o taşı. Ama bilemiyorum. Siz bir şey gördünüz mü?”
demesiyle mantığa dönüştü. Ben, hayatta hiçbir inancımın mantığa dönüşmesini
istemezdim. Çünkü mantığa dönüştükten sonra, bunun nasıl bir boşluk
yarattığını, bu boşluğun içinde bir tek benim olduğumu ve bu tekliğin benim
hayatımı mahvetmesini acıyarak izledim. İzliyorum da. Sanırım inançlar mantığa dönüşmemek için varlar. Kendini kandırmanın
bir hâli. İnsanlık sağ, ben selamet!
çocukluğundan beri ilgisini çeken, gökyüzünün arkasında saklanan yaratıklar
tarafından öldürüldüğüne inandım. Bu inancım, doktorun, Gökalp’in ölü bedeni
başında durarak bana “Yüzüne bir taş saplanmış. Sanıyorum yoldan geçen bir
arabanın lastiği fırlattı o taşı. Ama bilemiyorum. Siz bir şey gördünüz mü?”
demesiyle mantığa dönüştü. Ben, hayatta hiçbir inancımın mantığa dönüşmesini
istemezdim. Çünkü mantığa dönüştükten sonra, bunun nasıl bir boşluk
yarattığını, bu boşluğun içinde bir tek benim olduğumu ve bu tekliğin benim
hayatımı mahvetmesini acıyarak izledim. İzliyorum da. Sanırım inançlar mantığa dönüşmemek için varlar. Kendini kandırmanın
bir hâli. İnsanlık sağ, ben selamet!
Çocuklukta yaşayanlar çocuk olarak mı ölürler?
Gökalp nasıl öldü? Bana bunu şimdi kim söyleyecek? Her şeyi öğrenmek istiyorum.
Bu öğrenme isteğinin getirdiği his, içimde ucunun nereye dayanacağını
bilemediğim bir şiddeti de dürtüyor. Ben herhangi bir şey olamadım. Ben
herhangi birine zarar veremedim. Dünyadaki
insanlar zarar verenler ve zarar veremeyenler diye ikiye ayrılsa, bir de
düşünenler diye bir alt kategori açarım. Ben düşündüm. Hep düşündüm.
Düşünmek ne zor bir yaşamdı, değil mi? Silahsız olanlar bir silaha ihtiyaç
duyduklarında çok tehlikeli olurlar. Şimdilik buna eminim. Ama bütün bu
düşünceler şimdi ne işe yarayacak. Ne yazık ki kendime güle güle bunu da
düşünüyorum. Bana merak ettiğim soruların yanıtlarını kim verecek?
Gökalp nasıl öldü? Bana bunu şimdi kim söyleyecek? Her şeyi öğrenmek istiyorum.
Bu öğrenme isteğinin getirdiği his, içimde ucunun nereye dayanacağını
bilemediğim bir şiddeti de dürtüyor. Ben herhangi bir şey olamadım. Ben
herhangi birine zarar veremedim. Dünyadaki
insanlar zarar verenler ve zarar veremeyenler diye ikiye ayrılsa, bir de
düşünenler diye bir alt kategori açarım. Ben düşündüm. Hep düşündüm.
Düşünmek ne zor bir yaşamdı, değil mi? Silahsız olanlar bir silaha ihtiyaç
duyduklarında çok tehlikeli olurlar. Şimdilik buna eminim. Ama bütün bu
düşünceler şimdi ne işe yarayacak. Ne yazık ki kendime güle güle bunu da
düşünüyorum. Bana merak ettiğim soruların yanıtlarını kim verecek?
O gece Nursel gitti. Ben o sayede bu şekilde
düşünmeye başladım. Unutacak kadar düşünmeye. Düşünmenin sonunun unutmaya
vardığını o gece anladım. Benim yaşamım, “çocukluğum ve Nursel”, bir de “saflığım
ve Nursel” olmak üzere ikiye ayrılıyor. Bu herhangi bir aşk hikayesi değil. Ve
aşk, zaten herhangi bir hikaye değil. Pazartesi’nin benim beynimdeki ismi; onu
görme günüydü. Onu görme günü, sabah saat sekizde başlıyor ve öğlen bire kadar
sürüyordu. “Çocukluğum ve Nursel” başlığına giren bu tanım, benim hayatımda pazartesinin
herhangi başka bir anlamı olmadığını anlamama yardımcı oldu. Bu yüzden ben,
normal insanlar gibi, pazartesi gününü bir yoğunluk olarak algılayamadım. Benim
yoğunluk meselem başkaydı. Yani insanlık sağ, ben selamet!
düşünmeye başladım. Unutacak kadar düşünmeye. Düşünmenin sonunun unutmaya
vardığını o gece anladım. Benim yaşamım, “çocukluğum ve Nursel”, bir de “saflığım
ve Nursel” olmak üzere ikiye ayrılıyor. Bu herhangi bir aşk hikayesi değil. Ve
aşk, zaten herhangi bir hikaye değil. Pazartesi’nin benim beynimdeki ismi; onu
görme günüydü. Onu görme günü, sabah saat sekizde başlıyor ve öğlen bire kadar
sürüyordu. “Çocukluğum ve Nursel” başlığına giren bu tanım, benim hayatımda pazartesinin
herhangi başka bir anlamı olmadığını anlamama yardımcı oldu. Bu yüzden ben,
normal insanlar gibi, pazartesi gününü bir yoğunluk olarak algılayamadım. Benim
yoğunluk meselem başkaydı. Yani insanlık sağ, ben selamet!
Ve Nursel bu durumu, o gece ağlayarak kırmızı
Opel Vectra’ya binip, benim yüzüme dahi bakmayı hatırlamayacak kadar
önemsemedi. Ve Gökalp, benim tekliğimi, belki bir şekilde bu tekliğin ucundan
dönebilme ihtimalini umursamadan öldü. Belki bir saydamlıktım. Bunu da
düşündüm. O gece bir tek Barlas’ı düşünemedim. Çünkü umut adına elimde hiçbir
şey yoktu. Artık yoktu.
Opel Vectra’ya binip, benim yüzüme dahi bakmayı hatırlamayacak kadar
önemsemedi. Ve Gökalp, benim tekliğimi, belki bir şekilde bu tekliğin ucundan
dönebilme ihtimalini umursamadan öldü. Belki bir saydamlıktım. Bunu da
düşündüm. O gece bir tek Barlas’ı düşünemedim. Çünkü umut adına elimde hiçbir
şey yoktu. Artık yoktu.
Cinayet, yapamadığımız her şeydir. Ucuz bir
polisiye çizgi-romanda okumuştum bu sözü. Okuduğum gibi de kendime mâl
etmiştim. Yazanın canı cehenneme. İnsanlık sağ, ben selamet! Kendimi mutlu
yapamadım. Kendini mutlu yapmak, hangi malzemeleri kullandığını iyi bilmekten
mi geçer, bilemedim. Nursel’i hayatıma, hayatımı da herhangi bir normalliğe
dahil edemedim. Sonuçta yapamadığım şeylerin adı cinayetti. Kendime mâl
etmiştim. Gökalp öldükten dört saat sonra Nursel’i bıçakladım. Nasıl yaptığımı
hatırlıyorum. Kendimi hatırlıyorum.
polisiye çizgi-romanda okumuştum bu sözü. Okuduğum gibi de kendime mâl
etmiştim. Yazanın canı cehenneme. İnsanlık sağ, ben selamet! Kendimi mutlu
yapamadım. Kendini mutlu yapmak, hangi malzemeleri kullandığını iyi bilmekten
mi geçer, bilemedim. Nursel’i hayatıma, hayatımı da herhangi bir normalliğe
dahil edemedim. Sonuçta yapamadığım şeylerin adı cinayetti. Kendime mâl
etmiştim. Gökalp öldükten dört saat sonra Nursel’i bıçakladım. Nasıl yaptığımı
hatırlıyorum. Kendimi hatırlıyorum.
Hastaneden çıktığımda ağlayamayacağımı hissettim.
Gökalp’in babasından kalma fırında çalışan çocuklar karşımdaydılar. Onlarla
konuşmamak için o an görünmez olmayı ne de çok istedim. Ama bu dünyada
istediğim her şey gibi bu isteğim de bir yerlerden reddedildi. Çocuklar bana
bir şeyler söylüyor ama hiçbirini dinlemiyordum. Sadece ağlayamayacağımı
biliyordum ve neden ağlayamadığımı düşünüyordum. Çocuklar bir süre konuştular,
bir süre yüzüme baktılar sonra da yanımdan geçip hastanaye doğru gittiler.
Onlar gittikten sonra ağlamak üzerine düşünmedim. Demek ki insanların
arasındayken sırf onlardan uzaklaşabilmek için düşünmeyi tercih ediyordum.
Belki de onlardan uzaklaşmanın ciddi anlamda başka bir yolu yoktu.
Gökalp’in babasından kalma fırında çalışan çocuklar karşımdaydılar. Onlarla
konuşmamak için o an görünmez olmayı ne de çok istedim. Ama bu dünyada
istediğim her şey gibi bu isteğim de bir yerlerden reddedildi. Çocuklar bana
bir şeyler söylüyor ama hiçbirini dinlemiyordum. Sadece ağlayamayacağımı
biliyordum ve neden ağlayamadığımı düşünüyordum. Çocuklar bir süre konuştular,
bir süre yüzüme baktılar sonra da yanımdan geçip hastanaye doğru gittiler.
Onlar gittikten sonra ağlamak üzerine düşünmedim. Demek ki insanların
arasındayken sırf onlardan uzaklaşabilmek için düşünmeyi tercih ediyordum.
Belki de onlardan uzaklaşmanın ciddi anlamda başka bir yolu yoktu.
Eve gidecektim. Cenaze vardı. Ama uykum her
şeyden daha çok vardı. Eve gitmeyi düşünürken gitmekten yola çıkarak Nursel’i
hatırladım. Keşke herhangi bir yerden yola çıktığımda bana bir şey çarpsaydı.
Yok olsaydım. O zaman belki de bu kadar acı çekmeyecektim. Bir ara kendimi
biraz da olsa toparladığımı hissettim. Eve doğru yürüyordum. Yürüdüğüm yolların
beni eve çıkartacağını biliyordum. Rahatlıyordum.
şeyden daha çok vardı. Eve gitmeyi düşünürken gitmekten yola çıkarak Nursel’i
hatırladım. Keşke herhangi bir yerden yola çıktığımda bana bir şey çarpsaydı.
Yok olsaydım. O zaman belki de bu kadar acı çekmeyecektim. Bir ara kendimi
biraz da olsa toparladığımı hissettim. Eve doğru yürüyordum. Yürüdüğüm yolların
beni eve çıkartacağını biliyordum. Rahatlıyordum.
O an bir korna sesi duydum. Rahatım bozuldu.
Arkamı döndüğümde kırmızı Opel Vectra’yı gördüm. Sonra 2003 model olduğunu
hatırladım. Niye hatırladım? Niyeyse niye! İnsanlık sağ, ben selamet! O gece
görmemem gereken bir manzaraydı. İstemiyordum artık. Herhangi birini, bir şeyi
görmek istemiyordum. Şiddetle istemediğim için arabanın camı açıldı. Ne
şanssızlık ama! Nursel’in yüzünün ardında Hamza’yı gördüm. Bir de sesini
duydum.
Arkamı döndüğümde kırmızı Opel Vectra’yı gördüm. Sonra 2003 model olduğunu
hatırladım. Niye hatırladım? Niyeyse niye! İnsanlık sağ, ben selamet! O gece
görmemem gereken bir manzaraydı. İstemiyordum artık. Herhangi birini, bir şeyi
görmek istemiyordum. Şiddetle istemediğim için arabanın camı açıldı. Ne
şanssızlık ama! Nursel’in yüzünün ardında Hamza’yı gördüm. Bir de sesini
duydum.
“Bahri, neler oldu?” dedi. Ya da demek istedi.
Ama bir ses duydum.
Ama bir ses duydum.
Ne diyecektim ki? Ne diyebilirdim? Çocukluğumun
en büyük kanıtlarından birinin yok olduğunu mu anlatacaktım? Tabii ki hayır.
Neler olduğunu gerçekten merak ediyorlarsa başka yerlerden bir şekilde
öğrenebilirlerdi. İnsanlık sağ, ben selamet! Hiçbir şey söylemedim. Ama nasıl
oldu bilmiyorum beni anladılar. İnsan anlaşılmayı düşünmediği zamanlarda mı
anlaşılıyordu? Bana ne!
en büyük kanıtlarından birinin yok olduğunu mu anlatacaktım? Tabii ki hayır.
Neler olduğunu gerçekten merak ediyorlarsa başka yerlerden bir şekilde
öğrenebilirlerdi. İnsanlık sağ, ben selamet! Hiçbir şey söylemedim. Ama nasıl
oldu bilmiyorum beni anladılar. İnsan anlaşılmayı düşünmediği zamanlarda mı
anlaşılıyordu? Bana ne!
Yürümeye devam ettim. Kırmızı Opel Vectra’yı ve
Nursel’i arkamda bırakıp öylece yürüdüm. Eğer kaçılacak bir yer varsa orayı
bulup, oraya kaçacaktım. Orası bir ülke de olabilirdi, bir kiler de. Ne
olduğunu bulduktan sonra ona göre hayal kurmaya devam edecektim. Hayal kurmaya
hep devam edecektim. Ümitsizlik denilen şey de bana hayal kurduruyordu. Ümitsiz
hayaller. Nereye gidersem gideyim, hep acı çekecektim. Ama gidecektim.
Nursel’i arkamda bırakıp öylece yürüdüm. Eğer kaçılacak bir yer varsa orayı
bulup, oraya kaçacaktım. Orası bir ülke de olabilirdi, bir kiler de. Ne
olduğunu bulduktan sonra ona göre hayal kurmaya devam edecektim. Hayal kurmaya
hep devam edecektim. Ümitsizlik denilen şey de bana hayal kurduruyordu. Ümitsiz
hayaller. Nereye gidersem gideyim, hep acı çekecektim. Ama gidecektim.
Pes edemediler. Yürürken bir anda tekrar yanımda
kırmızı arabayı gördüm. Daha doğrusu arabanın içindekileri. Hamza, yürüme
hızımda arabayı ilerletirken bana “Bin hadi Bahri, bitmeyecek bu gece!
Hastaneden öylece çıkmışsın da polis takılacak peşinize. Çok uzamasın bu
macera. Bin hadi!” dedi. Bunu hiç düşünmemiştim. Gökalp bir anda ölmüştü.
Elbette birileri bunun nedenini soracaktı. Yaşarken “Neden yaşıyorsun?” demeyenler,
gün gelip öldüğünde neden öldüğünü soruyorlar. Ben bu yüzden bu dünyadan
iğreniyordum sanırım.
kırmızı arabayı gördüm. Daha doğrusu arabanın içindekileri. Hamza, yürüme
hızımda arabayı ilerletirken bana “Bin hadi Bahri, bitmeyecek bu gece!
Hastaneden öylece çıkmışsın da polis takılacak peşinize. Çok uzamasın bu
macera. Bin hadi!” dedi. Bunu hiç düşünmemiştim. Gökalp bir anda ölmüştü.
Elbette birileri bunun nedenini soracaktı. Yaşarken “Neden yaşıyorsun?” demeyenler,
gün gelip öldüğünde neden öldüğünü soruyorlar. Ben bu yüzden bu dünyadan
iğreniyordum sanırım.
Arabaya bindim. O ülkeye ya da o kilere
gidecektim, ama ondan önce Hamza’nın arabayı sürdüğü yere gidecektim. Bu duruma
sadece o başka yerin hayalini kurarak tahammül edebilirdim. Zor da olsa kendimi
bu duruma dayandırabilirdim. Düşünmeme gerek yoktu. Şimdilik onlara ayak
uydurabilirdim.
gidecektim, ama ondan önce Hamza’nın arabayı sürdüğü yere gidecektim. Bu duruma
sadece o başka yerin hayalini kurarak tahammül edebilirdim. Zor da olsa kendimi
bu duruma dayandırabilirdim. Düşünmeme gerek yoktu. Şimdilik onlara ayak
uydurabilirdim.
“Hastaneye gidiyoruz Bahri. Polis muhtemelen seni
arıyordur. Neden çıktın gittin hastaneden be adam! Boka saracak her şey senin
yüzünden!” dedi Hamza.
arıyordur. Neden çıktın gittin hastaneden be adam! Boka saracak her şey senin
yüzünden!” dedi Hamza.
Yüzüme bile bakmadı. Direksiyona bakarak konuştu.
Demek ki bu kadar kaybetmiştim. Bu yüzden artık yüzüme bakmadan konuşanları
dinlemeyecektim. Dinlemedim. İki koltuğun arasından geçip gittiğimiz yollara
baktım. Hayallerimi düşündüm. İnsanın içinde biriktirdiği hayal nasıl akabilir?
Belki bir gözyaşıyla, belki küçük bir kesikle. Bende ikisi de yok. Hiçbir yerim
kanamadı, hiç ağlamadım. Demek ki biriktirdiğim hayaller içimde kaldı, en
sonunda beni patlattı. İnsan olarak patladım. Patlamam o kadar uzun sürdü ki
saatlerdir durmadı. Ne hayalmiş ama!
Demek ki bu kadar kaybetmiştim. Bu yüzden artık yüzüme bakmadan konuşanları
dinlemeyecektim. Dinlemedim. İki koltuğun arasından geçip gittiğimiz yollara
baktım. Hayallerimi düşündüm. İnsanın içinde biriktirdiği hayal nasıl akabilir?
Belki bir gözyaşıyla, belki küçük bir kesikle. Bende ikisi de yok. Hiçbir yerim
kanamadı, hiç ağlamadım. Demek ki biriktirdiğim hayaller içimde kaldı, en
sonunda beni patlattı. İnsan olarak patladım. Patlamam o kadar uzun sürdü ki
saatlerdir durmadı. Ne hayalmiş ama!
“Ulan Bahri! Seni geçtim, Nursel’in de hayatını
mahvedeceksin! Hastaneden elini kolunu sallayarak nasıl çıkıp gidiyorsun lan!”
dedi Hamza. Baktığı direksiyona vurdu bu kez.
mahvedeceksin! Hastaneden elini kolunu sallayarak nasıl çıkıp gidiyorsun lan!”
dedi Hamza. Baktığı direksiyona vurdu bu kez.
İnsanlık sağ, ben selamet. Artık umrumda değil.
Herkes mahvolabilir. Bana ne! Çok düşünmüştüm, artık hiç düşünmedim. El
freninin yanındaki boşlukta duran falçatayı aldım. Bu adamın arabasında
falçatanın ne işi vardı? İş için mi diyecekti? Demek ki şiddet hayatımızın her
yerindeydi. İçimize kadar girmişti, işlerimiz olmuştu. Para kazanmamıza
sebepti. Evet, düşünmeyecektim, düşünmedim. Sadece bir hamle yaptım.
Beceremedim. Tek gördüğüm Nursel’in kanayan koluydu. Tek duyduğum Nursel’in
sesiydi.
Herkes mahvolabilir. Bana ne! Çok düşünmüştüm, artık hiç düşünmedim. El
freninin yanındaki boşlukta duran falçatayı aldım. Bu adamın arabasında
falçatanın ne işi vardı? İş için mi diyecekti? Demek ki şiddet hayatımızın her
yerindeydi. İçimize kadar girmişti, işlerimiz olmuştu. Para kazanmamıza
sebepti. Evet, düşünmeyecektim, düşünmedim. Sadece bir hamle yaptım.
Beceremedim. Tek gördüğüm Nursel’in kanayan koluydu. Tek duyduğum Nursel’in
sesiydi.
“Napıyorsun sen gerizekalı!”
O gece Gökalp’ten başka kimse ölmedi.
Ama o gece hiç kimse de benim gibi gömülmemişti!