Seray Şahiner’in yeni kitabı Hepyek Şubat ayında Everest Yayınları’ndan çıktı. 2017’de yayımlanan Kul romanıyla Orhan Kemal Roman Ödül’ü’nü alan Seray Şahiner yeniden adını ilk kez duyurduğu dal olan öykücülüğe dönüş yapıyor. Yazar kendine has üslubu ile her bir öykünün sonunda müstehzi bir gülüş veya inceden bir sızı bıraktırmayı başarıyor. Böylece boksu seven yazar Cortazar’ın öykü ve romanın okuyucuda yarattığı etkiyle ilgili sözlerini anımsatıyor: “Roman sayıyla kazanır, ama öykünün tek şansı nakavt etmektir.” Cortazar’ın sözlerinin hakkını veren Hepyek’in öyküleri, karşılaştığımız ama gerçekten keşfetmeye alışkın olmadığımız karakterlerin dünyalarını yansıtıyor. Böylece günlük hayatımızdaki sıradan buluşmalara farklı bir gözle bakmamızı sağlıyor. Seray Şahiner kendi tabiriyle “normal bir hayatı olmayanların” hikâyelerini ustalıkla anlatıyor.
“Normal hayat dediğin şeyin faturasını ödersin. Aydan aya…Normal bir hayatın olmadığı fark edilirse, cezasını ödersin. Peşin peşin…” (s.124)
Peki öykülerde normal bir hayatı olmayanların arasında karşımıza kimler çıkıyor? Bazılarından söz edecek olursam; yetiştirme yurdundan ayrılmış, dünyayı bir hane değil saçak altı olarak kullanan 17’lik ve 19’luk isimsiz iki genç, başında durduğu mezarda yatmadığını bildiği kocasına Fatiha okuyan Türkan Hanım, piyango çıkan amcasından kalan mirasa konacak iken bulaşıkçı olan Nurcan, kendisinden bir bardak suyu esirgeyen garsona, yaptığı sahne şovu ile haddini bildiren dansöz Selma ve apartman boşluğunda çıplak kalmış gerçek ile rüya, geçmiş ile bugün arasında sıkışıp kalmış bir hayat ve daha nicesi canlanıyor.
Seray Şahiner’in hayat verdiği karakterlerin zihnimizde böylesine güçlü imgelerle canlanmasındaki en büyük etkenin, yer verdiği sosyal tespitler olduğunu düşünüyorum. Okurken beni gülümseten bu analizlerin bazılarına yer vermek istiyorum.
“Dünyada kısım kısım insan var. . .
-Biiir: Sadece uçaklarda yaşayan bir insan türü var; yemeğin yanında domates suyu içenler. İkincisi, sadece taksilerde yaşar: ‘Nerelisin’ sorusuna muhabbet uzamasın diye ‘İstanbulluyum’ cevabı verenler. Üçüncüsü, sadece dolmuşlarda yaşar: İnmek için şoförün tayin edeceği müsait yere razı olanlar. Sonuncusu, sadece belediye otobüslerinde bulunur: Daldığı rüyadan ‘Geldik mi’ diye uyananlar. Söyle bakalım, sen bunlardan hangisisin?” (s.82).
“Karşıdan gelen sırt çantalı kadını gözüne kestirdi. 30’unu geçtiği halde sırt çantası takan bir kadından kimseye zarar gelmezdi. Muhakkak ki bu kadın, belki lazım olur diye çantasında bir sürü gereksiz şey taşıyordu. Yani? İhtimallere açıktı.” (s.100).
Dahası, Seray Şahiner gözlem gücünü bir adım öteye taşıyor. Personel Yemeği öyküsünde, restoranda yarım kalıp mutfağa dönen tabaklara bakan bulaşıkçı Nurcan’a yemek sahiplerinin kimlik analizini yaptırıyor. Okurken en çok eğlendiğim satırlar bunlar oldu. Bitmemiş karnıyarık tabağına adeta fal bakar gibi bakan Nurcan kendinden emin tespitlerine başlıyor.
“-Bunu yiyen 40’larında bir adam.
-Abla nerden anladın?
-Bunu yiyen bir kadın olsaydı… Ev hanımı olsa dışarda karnıyarık yemez, evinde yapar. Çalışan bir kadın olsa zaten yemeği yarım bırakmaz. Yani bunu yiyen bir erkek. Demek adam yeni boşandı ya da daha boşanmadı bile… Ama karısı evden gitmiş, o kesin.
-Niye abla, evli adamlar dışarda karnıyarık yiyemiyor mu?
-Yer de, karısı evde karnıyarık pişirdiği halde aynı yemeği lokantada sipariş eden adam, yarısını tabakta bırakmaz. Masada bu adamın dikkatini çeken başka bir şey var.” (s.70).
Elbette gözünden bir şey kaçmayan Nurcan haklı çıkıyor ve bu adamın karşısında 20’lik bir genç kız oturduğunu da biliyor.
Feleğin çemberinden geçmiş bu karakterlerin hikâyesini okumayı daha zevkli kılan yanlardan biri de yazarın üslubunda saklı. Seray Şahiner kimi zaman çok az sözcükle, kimi zaman sadece söz öbekleriyle çok şey anlatmayı başarıyor. Örnek vermek gerekirse Sarı Işık öyküsünde yazdığı üzere:
“İyiydi. Kocası. Dövmüyordu, sövmüyordu, içmiyordu. Tamamdı. Kocası. Sevmiyordu. Olsundu. Kocası. Ölüyordu.” (s.34).
Kısa ve kesik cümlelerin yarattığı vurucu etkinin uzun uzadıya cümlelerle kesinlikle yakalanamayacağını düşünüyorum. Ufuk Çizgisi öyküsünde ise köyün imamının eşi hakkında çıkan başka bir erkekle birlikte olduğuna dair dedikodular, kelimeler yerine anlamsız söz öbekleri ile anlatılıyor:
Köylülerin dedikodu namına Behiye hakkında anlattıklarına doğrudan yer vermek, uğultulu seslerin ezici gücünü yaratamazdı. Böylece anlatımını güçlendiren Seray Şahiner bir tekniğe daha başvuruyor. Fotoğrafta görüleceği üzere kelimelerin netlikleriyle oynuyor.
Köyde hakkında söylentiler yayılan “Nizam” her tonlama ile kendinden başka bir surete dönüştürülüyor, çoğaltılıyor ve gerçekle yalan birbirine karışıyor diye yorumluyorum.
Kısa cümlelerin ve vurguların yanı sıra, yazar yeri geldiğinde tek bir uzun cümleye inişli çıkışlı bir hayat hikayesini sığdırmayı da biliyor:
“Babası; Aksaray’da tulumba tatlısı yapıp satarken hamur makinesi bozulan, sonra Eminönü’nde Osmanlı kostümlü sırtı ibrikli şıracıyken lacivert üniformalı TC zabıtası tarafından ceddin deden ilkesi hiçe sayılırcasına ibriğine el konulan, sonra Büyükada’da faytoncuyken atı ölen, ısrarla kaybeden, öfkesi dudak kenarında, bıyığı gizlediğinden oğlunun fark etmediğini sandığı kedere dönüşmüş bir adam.” (s.66).
Bir cümlede pek çok duygu canlanıyor. Dahası hikâyeleri kesen şarkı sözleri, masal cümleleri ve gazete haberleri gibi farklı araçların kullanılmasıyla anlatım giderek zenginleşiyor ve okuma keyfi artıyor.
Hepyek’in öykülerindeki bir diğer tema ise dijitalleşen dünya ile bireylerin imtihanı olarak karşımıza çıkıyor. Akıllı telefonların kullanımı olsun, sosyal medyadaki fotoğraf paylaşımlarının arkasındaki alt mesajlar olsun, günlük hayatımızda artık aşina olduğumuz anları okumak gülümsetiyor. Bulyon öyküsündeki Ceylan, “belgelemek gayretiyle yaşamayı kaçırdığı anların acısını çıkarabilecek” mi diye merak ederken, her akıllı telefon kullanıcısının bu karakterden kendine çıkaracak paylar bulunuyor.
Aynı öyküde hoşuma giden bir başka detay ise son yıllarda sosyal medya üzerinden yapılan içi boşaltılmış edebiyat paylaşımlarına yönelik üstü kapalı eleştiri oluyor. Uzman olduğu konular, ünlülerin makyajsız halleri, bu çocuk hangi yıldızın küçüklüğü, bir zamanlar sevgili olduğuna inanamayacağınız on beş ünlü çift olan Ceylan, ne zaman Galata Köprüsü’nden yürüyerek geçse kendini Orhan Veli şiir kahramanı gibi hissediyor. ‘Gökyüzünü boyarım her sabah, uyanır bakarsınız ki mavi’ (s.97) Açıkça ifade edilmese de çizilen Ceylan karakterinin, neredeyse bir Orhan Veli şiirini bile baştan sona okumadığını hissediyorum. Twitter’da veya Instagram’da güzel bir manzara fotoğrafının yanında paylaşılan dörtlüklerden şairleri, yazarları tanıdığını düşünen biri olmalı diye düşünüyorum. Bu alaycı vurguyu çok yerinde bir eleştiri olarak okuyorum.
Arkaik öyküsü ise dijitalleşen dünyayı bir adım öteye taşıyor ve aslında tüyler ürperten bir gelecek tablosu sunuyor. En özel alanlarımız olan rüyaların bile insanların elinden alınıp yerine video kayıtlarının konduğu bir zamanda geçiyor. Kişisel verileri işleyen markaların, kişiye özel reklamları sadece hedef müşterinin görebileceği şekilde binaların dış cephelerine yerleştirdiği distopik bir dünya yaratılmış. Kulağa korkutucu gelse de maalesef gerçek olmayacağını söyleyemeyeceğimiz kadar düşündürücü!
Hepyek yarattığı kanlı canlı karakterlerle tam da bugünümüze, en içten, belki en dipten haliyle ışık tutuyor. Geleceğe bugünlerden iz bırakıyor. Kitaba adını veren son öykü olan Hepyek’te şu hayatta kimlerden korkulmayacağını anlatırken söylediği gibi, “iyi bir kitap okuduktan sonra dünyayı kurtarabileceğine dair bir hisse kapılanlardan” korkulmaz. Korkulmayacakların azımsanamayacak çoğunluğunu ve iyimserliğini göstererek, Hepyek iyi bir kitap okumanın verdiği cesaretten de fazlasını veriyor.
Elçin Yıldızbayrak 1988 yılında İstanbul’da doğdu. 2010 yılında Sabancı Üniversitesi Endüstri Mühendisliği bölümünden mezun oldu. Özel bir şirkette Bilgi Teknolojileri alanında çalışmaktadır. Küçük yaşlardan beri yazmaya ve okumaya olan heyecanını sürdürdü. Okuduğu kitaplar ve izlediği filmler üzerine yazdığı bir blogu ve hikaye çalışmaları var. Halk oyunları oynamakta ve fırsat buldukça seyahat etmektedir.