Evet, gerçek hayatta devler yoktur; ama masallardaki devler, devleşmiş bir egonun simgesel ifadesi olabilir. Masallardaki krallıklar da, tıpkı rüyalarımızdaki evler, kuleler vb. mekânlar gibi, aslında “inanç sistemimizin” alegorik bir yansıması…
Hele o aynalar: “Ayna, ayna, güzel ayna!” Bazı gotik romanlarda vampirler aynada görünmez. Masonluğa giriş töreninde aday, simgesel ölümünün gerçekleştiği Düşünce Odası denen bir hücreye kapatılır. Odadaki objelerden biri de aynadır. Aday burada kendiyle yüzleşir. Narsisos’un aynası da bir su birikintisidir. Lacan’ın Ayna Evresi ise tüm Bu mitik, ezoterik ve fantastik kurgulara bilimsel bir şerh koyuyor.
Antik Yunan’da gece tanrıçası Nyx, ölüm tanrısı Thanatos ve uyku tanrısı Hypnos’un anasıdır. Hypnos’un üç oğlu var: Rüya tanrısı Morpheus, (morfin kelimesi buradan gelir), kâbuslardan sorumlu Phobetor (fobi kelimesi de buradan) ve rüyalardaki gerçeküstü içerikten sorumlu tanrıcık Phantasos (fantezi kavramı da buradan türer).
Bir zamanlar, Rüyana adını verdiğim bir anlatı şiirde şöyle bir laf etmiştim:
“Hayal gücü diye bir şey konuşmaz buranın dilleri,
Zaten güçlü bir hayaldir buranın illeri.”
O gün bu gündür ben de rüya günlüğü tutuyorum. Ama bana bu ilhamı veren kişi bir İngiliz: Samuel Taylor Coleridge.
Her taşın altından Coleridge çıkar ama ülkemizde Byron, Woolf ya da Dickens kadar bilinmez. Bizim nesil hatırlar: Bir dönem dağa taşa, açılan her bara “Xanadu” adı veriliyordu. Xanadu, Coleridge’in Kubla Khan (Kubilay Han) şiirinde var olan ütopik bir yeryüzü cenneti. Aslında Moğol İmparatoru Kubilay Han’ın yazlık sarayının bulunduğu Shang-tu’dan türetiyor bu kelimeyi Coleridge. Nüfus cüzdanıma göre benim de adım Kubilayhan. Coleridge’in öldüğü gün 25 Temmuz da benim doğum günüm.
Peki bunun rüyalarla ne ilişkisi var?
Coleridge, rivayete göre, Kubilay Han’ın dizelerini, likit afyon tesiriyle daldığı bir uyku esnasında rüyasında görmüştü. Uyandığında aklında kalan dizeleri yazmaya başlar. O esnada kapı çalınır, davetsiz bir misafirle (Porlock’tan gelen adam) ilgilenmek zorunda kalınca şiirin geri kalanı aklından uçup gider.
Çizgi roman kahramanı Martin Mystere’in Xanadu adlı bir macerası vardır. Macerada Coleridge’in Kubilay Han şiirinin kaybolan bölümlerinin efsanevi yeraltı uygarlığı Agarta’nın koordinatlarını verdiği anlatılır.
Iron Maiden Coleridge’ın başyapıtı Rime of the Ancient Mariner‘ı şarkı yapmıştı. Ancient Mariner‘ın 3-4 farklı Türkçe çevirisi yayımlandı. Bir tanesi Gustav Dore ilüstrasyonlarıyla bezenmiş İletişim Yayınları’ndan çıkan Yaşlı Denizci.
Douglas Adams’ın Kutsal Dedektiflik Bürosu da Coleridge’in Kubilay Han şiiri üzerinde kurgulanmış bir fantezi. Karayip Korsanları‘nın esinlenildiği On Stranger Tides‘ın yazarı Tim Powers’ın Coleridge’in de karakterlerden biri olduğu Anubis Kapıları adlı bir romanı var. Roman İthaki’den yayımlandı. Ayrıca Coleridge’ın Yaşlı Denizci’si ve Karayip Korsanları, daha doğrusu On Stranger Tides arasında da tematik bağlar var. Yeri gelmişken: Shakespeare, bir dönem tıpkı Johan Sebastian Bach gibi unutulmuştu. Bach nasıl Felix Mendelssohn gibi 19. yüzyıl Romantikleri tarafından yeniden keşfedilip dirildiyse, Shakespeare de Coleridge ve William Hazlitt gibi edebiyatçıların öncülüğünde bugünkü şanına ulaştı.
Borges, Moğol İmparatoru Kubilay Han’ın Shang-tu sarayını bir gece rüyasında görüp, ardından inşa ettirdiğini söylüyor. Ona göre Coleridge, Moğol İmparatoru’nun bu rüyasını bilmiyordu. Yüzyıllar sonra Coleridge de rüyasında Kubilay Han’ın sarayıyla ilgili bir şiirin dizelerini gördü. Borges haklıysa hoş bir şiirsel-metafizik zincir oluşmuş. Ve Borges’e göre bu zincir hala devam ediyor…