theme-sticky-logo-alt
img-alt
img-alt

Attila İlhan ve Lawrence Durell Romanında Renk ve Cinsellik · Kubilayhan Yalçın

21 Nisan 2020
1360 Okunma

Attilâ İlhan, 12 Mart 1967 tarihli Durrell yazısına: “Kitapçının vitrininde Justine’e rastladım” diyerek başlıyordu: [G]izemlerle dolu bir yolculuğu saygıyla tamamlar gibi, ağır ağır, Lawrence Durrell’in İskenderiye Dörtlemesi’ni okuyorum.”

Kaptan, İskenderiye Dörtlüsü’nü yere göğe sığdıramıyor,  dört ciltlik yapıtın Balzac gibi düşünülmüş fakat Proust gibi yazılmış” olduğunu vurguluyor ve edebiyat ordularına verilmiş bir emir gibi “Okuyun bu yapıtı” diyerek yazısını sonlandırıyordu.

Yazarın, “Attilâ İlhan Kanonu” demeyi tercih ettiğim on üç romanı, Sokaktaki Adam (1953) ile başlar, üçüncü romanı Kurtlar Sofrası ile faz değiştirip, evrimsel sıçrama yaşar, Aynanın İçindekiler nehir roman dizisiyle teknik ve estetik bir crescendo ile ustalık sınıfının basamaklarını tırmanır. Ve bitiremeden vefat ettiği O Sarışın Kurt (2007) ile de noktalanır.

Attilâ İlhan romanları ya da Anılar ve Acılar dizisi gibi (Hangi Sol, Hangi Batı vd.)  fikir ve deneme kitapları, sevilen bir şarkıyı tekrar tekrar dinler gibi, sık ziyaret ettiğim, “sonsuz bir okuma” sürecinin ana ve ara istasyonları. Attilâ İlhan’la girişilen bu tarz bir mesainin kazanımları büyüktür. Mesela kendi adıma Lawrence Durrell bu hediyelerden biridir.

Bu mütevazı yazıda, Attilâ İlhan romancılığında Durrell etkisini ispatlamak gibi iddialı bir işe girişmeyeceğim. Bununla birlikte aralarında çarpıcı benzerlikler olduğunu inkâr etmek de mümkün değil.

Durrell ile devam edelim: Akşit Göktürk, İskenderiye Dörtlüsü’nün birinci kitabı Justine’e yazdığı önsözde Durrell için İngiliz yazınında Henry James, Joseph Conrad, James Joyce, Virginia Woolf gibi anlatı ustalarının deneysel yöntemlerinin unutulduğu, sıradan romanların yaygınlaştığı bir dönemde Durrell’ın, “anlatı yöntemini kendine sorun edinen bir yazar olarak” ortaya çıktığını söylüyor: “Einstein ve Freud’un bilimsel kuramlarından esinlenerek geliştirdiği anlatı yöntemiyle roman biçiminde yeni bir devrimi dener Durrell.

Göktürk’ün bu Einstein/Freud vurgusu, Attilâ İlhan’ın Sırtlan Payı romanında karşımıza çıkan, Emre Kongar imzalı arka kapak yazısını hatırlatıyor: “[Attilâ İlhan romanlarında] gerek tarihin yeniden değerlendirilişi, gerek toplumsal ve ekonomik olaylar… teknik olarak her türlü bireysel etkileşim ve hatta sapıklıkları kapsayacak bir örüntü içinde, adeta bir MARX/FREUD bireşiminin arayışını andırır biçimde işlenir.”

Kongar’ın “sapıklıkları kapsayan örüntü” ifadesine mim koyup, Akşit Göktürk’ün önsözüne dönelim: “Dörtlüsünün ilk romanını, Marquis de Sade’ın Justine ou Les malheurs de la vertu romanından aktardığı başlıkla Justine diye adlandırırken Durrell, Sade’ın sevişmenin hiçbir türlüsünü suç saymayan görüşünü de benimser. Böylece, geleneksel törenin cinsel sapıklık sayageldiği her türlü ilişkiyi soğukkanlılıkla ele alır, anlatır.”

Nitekim Durrell de dört kitaplık bu dizinin amacını “çağdaş sevginin irdelenmesi” olarak açıklıyor.

Özellikle kadın eşcinselliği, travestilik, hünsalık/çiftcinsiyetlilik, hemen hemen ilk romanlarından itibaren Attilâ İlhan’da neredeyse “takıntı” düzeyinde ele alınıp, işlenen konular. Attilâ İlhan bu konuyu şöyle açıklıyor: “Ben Türk romanını okurken, özellikle Cumhuriyet nesli romancılarında şöyle bir şey gördüm: Israrla, Türk toplumundaki her türlü azınlıkları yok sayıyorlar… …Türk toplumuna baktığımda inanılmayacak zenginlikte tipler gördüm. İlk romanımdan itibaren etnik azınlıktan tipler almışımdır. Cinsel azınlıklar da hemen arkasından sökün eder… …insanın diyalektiği dediğimiz olay en az toplumsal diyalektik kadar cinsel diyalektiğe de dayanıyor. İnsan davranışlarını yöneten bu ikisi.”

Attilâ İlhan bu “cinsel diyalektik” meselesini, romanları dışında, örneğin Hangi Seks? ve Yanlış Kadınlar, Yanlış Erkekler gibi araştırma-inceleme kitaplarında da gazeteci ve düşün adamı kimliğiyle de ele alır.

İlhan’ın hünsalık/androjenlik/çift cinsiyetlilik ve/veya günümüzde onun tabiriyle giderek “erkekleşen kadınlar, kadınlaşan erkekler”le ilgili tespitleri Reich, Marcuse, Adorno ya da kısaca Frankfurt Okulu’dan izler taşır: Sanayi Devrimi’yle birlikte kadınlar da artık üretime, çalışma hayatına, erkeklerle birlikte üretime katılmış, fabrikalarda çalışmaya başlamıştır. Bunun neticesinde ekonomik özgürlüklerini kazanan kadınlar, bireysel haklarının daha ateşli savunucuları olmuşlardır. Kadınların erkekler gibi kısa saç kestirmeleri ya da pantolon giymeleri sadece modacıların keyfiyet ya da hayal gücünden kaynaklanan bir konu değildir. Hem fabrikada çalışıp hem çocuk yetiştiriyorsanız gündelik hayatınızda artık eski tip kıyafetler, korseler giymeniz mümkün değil.

Bireysel hak ve özgürlüğün bir başka boyutu da cinsel özgürlüktür. Attilâ İlhan kadın eşcinselliğini sadece sanayi devrimi perspektifiyle açıklamaz. Lesbos’lu (lezbiyen kavramı buradan gelir) kadın şair Sappho’dan, erkekteki dişilik, kadındaki erkeklik hormonlarına varan, tarihsel ve biyolojik bir spektrum içerisinde konuya açıklık getirmeye çalışır.

***

Attilâ İlhan ve Lawrence Durrell romanlarındaki ortak motifler, tematik benzerlikler cinsellikle sınırlı değil.

Attilâ İlhan 15 Ekim 1985 tarihli, Yeni Gündem gazetesine verdiği bir röportajında, ünlü nehir roman dizisi Aynanın İçindekiler’den bahsederken şöyle diyor: “Demek ki bir Attilâ İlhan imge sistemi var. Bunu geliştirebiliyor muyum? …Mesela, bütün Aynanın İçindekiler’de renkleri de edebiyata dâhil etmişimdir. Kendi İzmir’imi, Paris’imi temsil edecek vurucu renkler, imgeler vardır; İzmir’de kıyı kahvelerinin kalabalığı, Şam’da kavurucu sıcağın sarısı.”

Bu noktada bir dil virtüözü ve imge jeneratörü olan Attilâ İlhan’ın ustalık eserlerinden Fena Halde Leman’a bir göz atalım: “Haşhaş pembesi ve mor damarlı bulutların, Körfezin batısına kat kat yığılışına dalmışım. Yukarlarda şiddetli bir rüzgâr, onları önüne katmış sürüyor. Şimdi İnciraltı dolaylarında barut siyahına döküp kalınlaştırdıysa, birazdan Narlıdere taraflarında tel tel çözerek, pirinç sarısına kaydırıyor.

Okur, bir renk spektrumunun içinden geçiyor, resimsel bir İzmir panoramasının üzerinde geziniyor.

Edebiyata renkleri de dâhil etmek konusu ya da tutkusu Durrell’de de karşımıza çıkıyor. Hem de Attilâ İlhan’ın tarifine benzer bir şekilde:  Şehrin, mekânın rengini tasvir ve tarif etmek biçiminde değil; şehri, mekânı renklerle yansıtmak, çizmek biçiminde:  İskenderiye Dörtlüsü’nün ikinci kitabı Balthazar’ın girişine bir göz atalım:  “Doğa görünümü renkleri: Kahverengiden tunç rengine, dimdik yükselen kent silueti, alçak bulutlar, inci rengi toprak, koyulu açıklı istiridye, menekşe rengi yansımalar. Çölün aslan rengi tozu: Eski zaman gölünün üstündeki günbatımında çinko ve bakır rengine dönüşen peygamber mezarları… …Mareotis sıcak leylak rengi bir göğün altında.”

Yukarıdaki renk temalı örnekler, Attilâ İlhan ve Durrell romanlarındaki baş döndürücü “imge sistemi” hakkında, bu yazarlarla henüz tanışmamış okura fikir verebilecek düzeyde değil. Her iki yazarda da karşımıza çıkan bu “imge gücü” son tahlilde “Realist/Gerçekçi” roman kategorisinde değerlendirilen Durrell ve İlhan romanlarını neredeyse fantastik edebiyatın sınırlarına yaklaştırıyor, okuru bir tür rüya atmosferine sokuyor.

***

Attilâ İlhan’ın, Aynanın İçindekiler dizisindeki her roman, şöyle bir açılış notuyla başlar: “Bu kitapta anlatılanların gerçek kişilerle ve olaylarla hiçbir ilgisi yoktur. Onları ben, büyük bir aynanın içinde gördüm. Üstelik ayna dumanlıydı ve olmayan bir şehirde geziniyordu.”

Durrell’in İskenderiye Dörtlüsü’nün birinci kitabı Justine de şu notla:  “Bir dizinin ilki olan bu romanda yer alan kahramanların ve anlatıcının kişilikleri gerçek dışıdır ve yaşayan insanlarla benzerlikleri yoktur. Yalnızca kent gerçektir.”

Durrell de İlhan da, kitaplarında anlatılan kişilerin gerçek olmadığını belirtiyor; yalnız Durrell, “kentin gerçek olduğunu” vurgularken, Attilâ İlhan, “olmayan bir şehir”den bahsediyor. Durrell, kentin gerçek olduğu konusunda doğru söylüyor. İskenderiye şehri,  ismiyle müsemma, İskenderiye Dörtlüsü’nde neredeyse kanlı canlı, düşünen, hisseden, nefes alan bir roman kahramanı gibi canlandırılıyor. Aynanın İçindekiler ise İstanbul, İzmir, Şam hatta Kore gibi farklı ülke ve şehirlerde gezinen bir dizi…

Şimdi “Ayna” nerede diyebilirsiniz. Malum; Attilâ İlhan, kitapta anlatılanları “dumanlı bir ayna”da gördüğünden bahsediyordu. Peki ya Durrell? İskenderiye Dörtlüsü’nün ikinci kitabı Balthazar’da ise Durrell bu sefer Marquis de Sade’dan şöyle bir epigraf koyuyor: “Ayna bir insanı güzel görür; başka bir ayna onu korkunç görür, ondan nefret eder; oysa iki etkiyi de yaratan aynı kişidir.

***

Lawrence Durrell, uzun yıllar İngiliz Dış İşleri Bakanlığı görevlisi olarak çalıştı ve bu vesileyle Mısır, Kıbrıs ve Rodos gibi coğrafyalarda yaşadı. İskenderiye Dörtlüsü’ndeki merkezi karakterlerden biri olan Balthazar, İskenderiye’de yaşayan bir İzmir Yahudisi. Ayrıca dizide Melissa adında yine İzmirli bir karakter var. Attilâ İlhan da İzmir, Karşıyaka’da doğup büyümüş bir yazarımız. Her iki yazarın, belki de en önemli ortak noktası “Akdeniz”.

Karşılaştırmalı Attilâ İlhan/Durrell okumaları edebiyat tarihimiz açısından ilginç kapılar açabilir.

KAYNAKLAR:

  1. İlhan, Attilâ (1997). Faşizmin Ayak Sesleri. Ankara: Bilgi Yayınevi.
  2. İlhan, Attilâ (1979). Fena Halde Leman. İstanbul: Karacan Yayınları.
  3. Sarmaşık, Belgin (2005). Attilâ İlhan: “Söyletme Kötüyü”. Röportajlar-2 (1983-1987). Ankara: Bilgi Yayınevi.
  4. Durrell, Lawrence (2017). Justine, İskenderiye Dörtlüsü 1.(Ülker İnce, Çev.). İstanbul: Can Yayınları.
  5. Durrell, Lawrence (2017). Balthazar, İskenderiye Dörtlüsü 2.(Ülker İnce, Çev.). İstanbul: Can Yayınları.

 

 

1975 İstanbul doğumlu. İstanbul Anadolu Güzel Sanatlar Lisesi Resim Bölümü ve Gazi Üniversitesi Müzik Eğitim Fakültesi mezunu.Yirmi yılı aşkın süredir klasik gitarla iştigal eden Yalçın’ın çocuk gitar eğitimi konulu bir yüksek lisans tezi var. Alirio Diaz, Costas Cotsiolis Tillman Hopstock gibi gitaristlerin atölye çalışmalarına katılan Yalçın, piyanist Anjelika Akbar’ın Su ve Bir Yudum Su albümleri için gitar düzenlemeleri yaptı. Kubilayhan Yalçın’ın fantastik ve bilim kurgu öykülerinden oluşan 2453 Alınyazıcı ve Ruhkurtaran adlı iki kitabı var.Ankara ve Antalya’da yaşayan Yalçın, üçüncü kitabı Milenyum Manastırı’nı yayımlamaya hazırlanıyor.
Yorum 0

    Cevapla

    15 49.0138 8.38624 arrow 0 bullet 0 4000 1 0 horizontal https://kalemkahveklavye.com 300 4000 1