Geçtiğimiz Mart ayında Bursa’nın Nilüfer ilçesine bağlı Misi köyünde açılan Edebiyat Müzesi, ülkemizde ilk olma özelliği taşıyor. Tek bir yazarı veya eseri kapsayan müzelerden farklı olarak, Türk Edebiyatını geniş bir bakış açısıyla ele alan müzede, yazarların el yazması mektuplarını, daktilo, gözlük, kalem gibi kişisel eşyalarını, kitaplarının imzalı ilk baskılarını, hatta eskizlerini görmek mümkün.
Nilüfer Belediyesi’nin önderliğinde, Edebiyatçılar Derneği, Boğaziçi Üniversitesi Arşiv ve Dokümantasyon Merkezi, PEN Yazarlar Derneği ve Türkiye Yazarlar Sendikası iş birliğiyle bir araya getirilen bu değerli koleksiyon, özenle hazırlanmış bir mekânda edebiyat severlerle buluşuyor. Ağaçların arasındaki iki katlı müze binası, kiremit rengi ve bakımlı dış cephesi ile hemen seçiliyor. Ahşap kapıdan içeri girmemle beraber edebiyat dünyamızda 20. yüzyılın başlarından günümüze uzanan bir gezintiye çıkmış gibi hissediyorum. Giriş kat geçici süreli sergiler için ayrılmış. Ziyaretim sırasında Vedat Günyol’un eserleri ve hayatını konu alan bir sergi vardı. Cemal Süreya tarafından “Edebiyatımızın Cumhurbaşkanı” unvanı verilen Vedat Günyol’un biyografisinin yanısıra çevirmenliğini yaptığı eserler, çıkardığı Yeni Ufuklar dergisinin kopyaları ve dönemin başbakanı olan Bülent Ecevit’e yazdığı bir mektup bulunuyordu.
Kalıcı koleksiyonun olduğu üst kata yöneldiğimde, kırmızı duvar üzerinde, Nazım Hikmet’in Piraye’ye hitaben yazdığı dizelerle ve siyah beyaz fotoğrafıyla, ziyaretçileri selamladığını gördüm.
Bursa’da cezaevi.
Kapatmışlar bir devi.
Ellerini ısıtsın,
yüreğimin alevi.
Bu köşe, Nazım Hikmet’in, cezaevinde 11 yılını geçirdiği ve bu sırada Memleketimden İnsan Manzaraları‘nı yazdığı Bursa’nın, usta şaire saygı duruşu niteliğinde olmuş.
Karşı duvarda, müzenin Danışma Kurulu’nda bulunan Feridun Andaç’ın yazma yolculuğu üzerine ifadeleri, yazar ve şairlerin iç dünyasına ışık tutuyor.
“Günter Grass’ın Yüzyılım kitabında ‘Onlar bütün bunları ileride okusun diye yazdım, yazmak acı verse de, bir zamanlar neler olduğunu. Ama siz sadece okuyun,’ diyordu… Bir yazarın yazarak vardığı kıyıydı bu… hem de kalemi hiç elinden düşmemecesine…
Kalem sizi tutar, eliniz değmişse eğer bir deftere ya da mürekkebin kokusu almışsa sizi bendine; çizgide buluşan hışırtının sesi kalbinizin sesi gibi dökülür kağıda. Ötesini bilmezseniz de gene de kağıtlara yazılanlar o öyküyü anlatırlar size. Bir bellek yolculuğuna da sizi çıkarır kalem. Vazgeçilmez kıldığınızda, hayatınıza iz düşüren her şeyde kalemin ne tür dokunuşlar yarattığını da göreceksinizdir. Çünkü kalem yaratıcıdır.”
Edebiyat tutkunlarının, zor koşullara rağmen sürdürdükleri yazma motivasyonlarını anlamlandıran bu satırlar, birazdan buluşacağım yazar ve şairlerin dünyasına girmemi kolaylaştırıyor.
İkinci katta yazarlara ve şairlere ayrılmış vitrinler bulunuyor. Kaybettiğimiz ustaların yanında, çağdaş yazarlarımıza da yer verilmiş. Bir sonraki vitrinde kiminle karşılaşacağımın merakı ve heyecanıyla dolaşıyorum. Severek okunan bir romanın çalışma notlarını ve ilk baskılarını görmek ya da ezbere bilinen bir dizeyi el yazmasından okumak, edebiyatımızı yeniden keşfettiriyor. Hangisinden bahsetsem bir başkasını atlamış olacağım ama beni etkileyen birkaç içeriğe yer vermek istiyorum.
Yaşar Kemal için ayrılan genişçe vitrinde, İnce Memed, Ortadirek ve Sarısıcak romanlarının oldukça eski baskıları ve yazarın kasketiyle el yazması notları sergileniyor. Yaşar Kemal beyaz bir aydınlığın içindeki fotoğrafından bakıyor. Notlardan birinin Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana romanı üzerine olduğu anlaşılıyor, zira romanın kahramanı Vasili’nin adı geçiyor:
“Kuşlar gelmez olur. Vasili kuşların neden gelmediğini anlatır. Kuşlar niçin gelmiyorlar, nereye gittiler acaba?”
Bu satırlar bir romanın yazım süreci üzerine düşündürüyor. Yaşar Kemal, Vasili’yi yaratırken neler düşünmüştü? Aklına gelenleri unutmamak için bu notu hızla mı yazmıştı yoksa uzun zamandır zihninde taşıdığı fikirleri yalnızca kağıda mı dökmüştü?
Kafamda bu sorularla ilerlerken Didem Madak ile karşılaşıyorum. 2011 yılında kaybettiğimiz Didem Madak’ın pasaportunun önünde içim sızlayarak duruyorum. 2000 yılında İnkılap Kitabevi’nden aldığı Şiir Ödülü’nün yanında, kareli bir metod defter sayfasına aldığı notları bulunuyor. Bu mütevazı görünümlü notlar Kurtlarla Koşan Kadınlar üzerine yazılmış. Feminist edebiyatın başlıca eserlerinden kabul edilen bu kitabın kendisi üzerinde yarattığı etkiyi, Didem Madak şöyle tarif etmiş:
“Hayatımda ilk defa bir kitap üzerine yazmak konusunda bu kadar yoğun bir istek duydum. Çünkü okudukça ölene kadar başucumda yer alacak bir kitap olduğunu hissettim.”
Okunacak kitaplar listeme Kurtlarla Koşan Kadınlar’ı ekleyerek devam ediyorum.
Çağdaş yazarlarımızdan severek okuduğum Ayfer Tunç’un Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi romanı ve hazırlık notlarıyla karşılaşmak beni heyecanlandırıyor. 19.yy’dan günümüze geniş bir zamanda geçen onlarca öykünün ve karakterin, birbirine ustalıkla bağlandığı bu romanı, hayranlıkla okumuştum. Hazırlık aşamasında karmaşık şemalar kullanıldığını sanmama rağmen, alt alta yazılmış sade bir kronolojik sıralama olduğunu görüyorum.
Yine çağdaş yazarlarımızdan Oya Baydar ise, çocukken babasına yazdığı ilk mektubu ve okuduğu ilk kitapları, aşağıdaki samimi notuyla beraber, müzeye armağan etmiş.
“Okuduğum ilk kitaplar (6 yaşından 8 yaşına kadar)
Küçük Prens’in ayrı yeri var. Yazdığım her metinde Küçük Prens alıntısı vardır. Bu, Fransızca ilk Küçük Prens’im.”
Her yaşta yeni bir bakış açısı ile okunabilecek kadar zengin içeriğe sahip Küçük Prens’ten, Oya Baydar’ın bu kadar etkilenmesine, içtenlikle hak veriyorum.
Müzenin bu katında bir mektup odası var. Yazar ve şairlere ait 50 adet el yazması mektup sergileniyor. Ayrıca Boğaziçi Üniversitesi Arşiv ve Dokümantasyon Merkezi’nin katkılarıyla dijital ortama aktarılmış 800 mektuba erişmek mümkün. Yakında bu arşivin online olarak da erişime açılması planlanıyor.
Yazar ve şairlerin el yazılarının yerini tutmasa da, müzede video ve seslendirme içerikli kayıtlara yer verilmesinin faydalı olacağını düşünüyorum. Multimedya desteği, çocukların daha çok ilgisini çekerken, yetişkinlerin de bu değerli koleksiyonu daha kolay özümsemesini sağlayacaktır. Müze görevlilerinden önümüzdeki dönemde bu alanda gelişmeler olacağı bilgisini aldım.
Müzenin açılışı anısına Aziz Nesin, Gülten Akın ve Vedat Günyol adına basılan pullardan ve kartpostaldan alarak ayrılırken, ziyarete gelen bir çocuk grubu ile karşılaşıyorum. Sevincim ikiye katlanıyor. Kitaplara alıştıklarından farklı bir gözle bakma imkanının, çocuklara yeni ufuklar açacağına inanıyorum.
Edebiyatımızı ve edebiyatımızın mutfağını daha görünür hale getiren bu müzeyi bir hazine gibi buldum. İçinde saatler geçirilebilir. Gezerken gözden kaçırdığım, keşfedilecek onlarca detay olduğuna eminim. Hazırlık aşamasında emek veren ve katkıda bulunan kurumlara ve şahıslara teşekkür ediyorum.
Edebiyat Müzesi, Pazartesi günleri hariç her gün, saat 10.00-18.30 arasında ziyaretçileriyle buluşmayı bekliyor. Okuyucularla yaşayan ve gelişen bir müze olmasını diliyorum.
KAYNAKLAR
http://haberler.boun.edu.tr/tr/haber/bogazicinden-nilufere-edebiyat-muzesi
[su_divider]
Elçin Yıldızbayrak 1988 yılında İstanbul’da doğdu. 2010 yılında Sabancı Üniversitesi Endüstri Mühendisliği bölümünden mezun oldu. Özel bir şirkette Bilgi Teknolojileri alanında çalışmaktadır. Küçük yaşlardan beri yazmaya ve okumaya olan heyecanını sürdürdü. Okuduğu kitaplar ve izlediği filmler üzerine yazdığı bir blogu ve hikaye çalışmaları var. Halk oyunları oynamakta ve fırsat buldukça seyahat etmektedir.