Vâlâ Nûreddin’i sıklıkla Bu Dünyadan Nâzım Geçti adlı kitabı ile tanırız. “Nâzım’ın Yol Arkadaşı” sıfatı ile de bilinen Vâlâ Nûreddin, şair Hikmet ile beraber önce Bolu’da, sonra Batum’da, sonra da Moskova’da bulunmuştur. Moskova’da Nâzım ile beraber Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi’ne (KUTV) kaydolan kişilerden biridir. (Bir diğeri Şevket Süreyya Aydemir’dir.) Yaşamındaki tüm bu derin izler ile beraber, Vâlâ Nûreddin Türk basınına neredeyse yarım asır hizmet etmiştir. Öyle ki bugünün köşe yazarlarının öncüleri arasındadır. Dahası, edebiyatın farklı pek çok türünde eser veren Nûreddin, geniş bir yelpazede dirsek çürütmüştür. Hatıratlar onun, edebiyattaki üretkenliğinin yanı sıra son derece dost canlısı ve sosyal zekâsı yüksek biri olduğunu da kaydeder. Tüm bunlar ekseninde Vâlâ Nûreddin hakkında daha çok şey bilmek gerek.
Çocuk Vâlâ Nûreddin
Vâlâ Nûreddin’in bugünkü kayıtlara göre doğum yılı 1901. Doğum yeri hakkında kesin bir bilgi yoksa da ihtimaller Selanik’i işaret eder. Babası Beyrut Valisi Mehmet Nurettin Bey, annesi ise Zahire Hanım. Vâlâ on altı yaşına girdiğinde Galatasaray Lisesi’nde ortaöğretimini tamamlar. Üniversiteyi ise Viyana Ticaret Akademisi’nde bitirmesi ile dört dörtlük bir formel eğitimi tamamlar. Buraya gitme sebebi ise biraz da annesi. Genç Vâlâ, on bir yaşında babasını kaybedince, yaşıtları da cepheye sevk edilince annesi telaşlanır ve liseden Viyana’ya yollanır. Şiire Galatasaray Lisesi’nde okuduğu yıllarda başlasa da Vâ-Nû hem kişisel tercihi hem Nâzım Hikmet ile olan dostluğu gereği daha sonraları nesir alanına kayar.
Daha Sonra…
Viyana’da eğitimini tamamlayınca memlekete dönüşte İtibar-ı Milli Bankası’nda memurluğa başlayıp iş hayatına atılır. Ne var ki burada çok kalmaz ve Yusuf Ziya ile Orhan Seyfi’nin neşriyat şirketi kurma teklifleri kendisine çok cazip gelir. Artık istikamet Vâ-Nû için bellidir: Yazmak. Daha çok da gazete ve fıkra yazarlığı. Ayrıca tercümanlığı da hem yazın dünyasındaki diğer işleridir hem de ikinci geçim kaynağıdır. Böylece karşımıza Vakit, Havadis, Cumhuriyet, Tercüman gibi gazetelerde dirsek çürüten Vâlâ Nûreddin çıkmaya başlar.
Nüktedan ve Ateşli Vâ-Nû

Sara Okçu
Vâ-Nû, son derece dışa dönük, arkadaş canlısı, pek yalnız kalmamış, çevresi daima dostları ile örülü bir yaşam sürer. Tüm bu ilişkileri ve iştirakleri gereği de yazarın sosyal yönü çok güçlü bir insan olduğu belirtilir. Aşk hayatından günlük sosyal hayatına kadar çok yalnız kalmamış olan Nûreddin, üç evlilik yapmıştır. Edebi konularda ve milletin istikbali hakkında konuştukları zengin bir arkadaş grubu vardır. Öyle ki ünlü şair Yahya Kemal Beyatlı da bu meşhur edebiyat çevresinin önemli isimlerindendir.
İlk evliliğini Nâzım Hikmet’le birlikte gittiği Sovyetler Birliği’nde yapan Vâlâ Nûreddin, yurda dönerken yanında getiremediği eşinden ve kızından ayrılmak zorunda kalmıştır. İkinci kez Meziyet Hanım ile evlenen yazarın yedi yıllık mutlu evliliği, eşinin ölümü üzerine bitmiştir. Vâ-Nû iki yıl sonra Müzehher Hanım’la evlenmiş ve sonraki yıllarını onunla geçirmiştir. Müzehher Hanım ile evlendikten sonra Kalamış’a taşınmışlardır. İşte bu eve Sabahattin Ali, Yahya Kemal, Hıfzı Topuz, Saadettin Gökçepınar, Şahap Balcıoğlu gibi devrin önemli isimleri misafir olarak gelirler. Öyle ki semtteki Todori adlı meyhaneye de gidilir ve Yahya Kemal buranın müdavimidir. Hatta ve hatta mekân bugün de açıktır… Tüm bu isimleri, onların devrini, o devrin İstanbul’unu ve dahasını öğrenmek isteyenler için çok önemli bir kaynak: Bir Dönemin Tanıklığı / Müzehher Vâ-Nû.
Yazarın canlı, hararetli yapısı ve nüktedanlığı pek çok hatırattan elde edebildiklerimizdir. Halide Nusret’in Bir Devrin Romanı isimli eseri ulaştığımız güçlü kaynaklardan biri. Derin dostluk kurduğu Vâ-Nû hakkında Halide Nusret Hanım şunları kaydeder: “Gene, şimdi elimin altında bulunan Vâlâ’nın mektuplarına rastgele bakıyorum. Aman Allah’ım ne çeşit konular, ne renkli tasvirler, ne samimi ifade, ne tatlı dedikodular.”
Vâlâ Nûreddin’in bu “tatlı dedikodular”ı salt kuru bir gıybet olmasından öte özellikle 1960’lı yılların öncesindeki sanat-edebiyat ortamlarına dair mühim bilgiler içerir. Örneğin, bu tatlı dedikodulardan birine göre yazarlar-sanatçılar arasında bir kolektif ortam yoktur. Ve daha çok herkes kendi küçük grupları ile birlikte oturur. Bir araya gelmekten hoşlansa da bu toplulukta örgütlülük, birliktelik anlayışı yoktur. Toplanmalarından Vâlâ Nûreddin de memnundur fakat yine de bu topluluktan bir entelektüel birliktelik çıkmamasından yakınır.
Vâlâ Nûreddin ile ilgili bir diğer önemli hatıra da henüz geçenlerde yitirdiğimiz Hıfzı Topuz’un anılarından gelir. Topuz, Gülümseyen Anılar adını verdiği kitabında Vâlâ Nûreddin’in gençlik aşklarından birinin de Nâzım Hikmet’in teyzesi Sara Hanım (Sara Okçu) olduğunu söyler. Cumhuriyet devrinde bikini giyen ilk kadınlardan biri olarak bilinir Sara Hanım. Güzelliği meşhurdur. Öyle ki Nâzım Hikmet, teyzesine 12 yaşında şu dizeleri yazmıştır: “Teyzemin adı Sare / Kendisi minik bir fare / Girdiği kalpleri / Etmektedir pare pare.”
Nâzım, Anadolu, Moskova
Vâlâ Nûreddin de devrin pek çok yazarı, sanatçısı gibi memleket meselelerine kayıtsız değildir. Esaret altındaki yurtta yaşananları yakından takip eden yazar, Anadolu’ya gitme zamanı olduğuna karar verir. 1921’de Nâzım Hikmet ile Vâlâ Nûreddin, Ankara’ya geçmek üzere Yeni Dünya vapuru ile İstanbul’dan yola çıkarlar ve İnebolu’ya geçerler. Nâzım 18, Vâlâ ise henüz 19 yaşındadır. İki sıkı dost, burada kendileri gibi Ankara’dan onay çıkmasını bekleyen ve Almanya’dan gelen Türk Spartakistleri ile karşılaşırlar. Vâlâ Nûreddin bu hatırasını Bu Dünyadan Nâzım Geçti kitabında da aktarır. Kitabın bu bölümünde yazar, Türk Spartakistlerin genç Nâzım’ı çok etkilediğini söyler. Sadık Ahi (Mehmet Eti) adlı gencin Karl Liebknecht hakkında anlattıkları Nâzım düşüncelerinde kırılmalara yol açar. Bolu’daki öğretmenlik döneminin ardından ise Vâ-Nû, adeta ailesi gibi gördüğü Nâzım ve Şevket Süreyya Aydemir ile beraber Moskova’ya gider ve Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi’ne (KUTV) kaydolur. Özetle, yazar Kurtuluş Savaşı yıllarında Bolu’da öğretmenken, Nâzım Hikmet ile Rusya’ya geçmiş, Sovyet devriminin ilk yıllarında orada, Moskova’da Doğu Üniversitesi’ni bitirmiş, ünlü yazar Şevket Süreyya Aydemir’le birlikte bulunmuştur. Sovyet yolculuğu hakkında Şevket Süreyya Aydemir’in Suyu Arayan Adam kitabından da önemli bilgilere erişebilirsiniz.
Gazeteci Vâlâ Bey

Taha Toros arşivi
Vâlâ Nûreddin, Sovyet’teki öğrencilik yıllarının ardından yurda dönünce Cumhuriyet, Akşam, Vakit gazetelerinde köşe yazıları, röportajlar yazmış, siyasi yorumlar yapar. Dahası, Akşam’da yazdığı dönem ilk müstehcen neşriyat davası da 1931’de gazeteye açılır. Yazarın, Akşam gazetesinde tefrika edilen Rahipler ve Rahibeler Arasında romanı davanın sebebidir. Gazetecilik işlerine telif, tercüme, adapte hikâye yazımı, şiir tenkitleri, çocuk şiirleri yazma, günlük fıkralar da dâhil edilebilir. Bu gazete yazılarından biri de dostu Nâzım Hikmet ile ilgilidir. Çocukluk ve Gençlik Arkadaşım Nâzım Hikmet başlığını taşıyan yazının girişi şöyledir:
Rivayet ederler ki, bir Fransız kıralı, asilzadelerden birine sormuş:
— Ekselans! İspanyolca biliyor musunuz?
— Ne yazık ki hayır, Haşmetmeap!
— Vah vah, çok üzüldüm. Keşke bilseydiniz, Ekselans!Asilzâde kendini için için, yemeğe başlıyor: “Eğer bilseydim, Madrid’e büyükelçi gönderecekti. Ne fırsat kaçırdım, ne fırsat!”
Geceyi gündüze katarak İspanyolcayı mükemmel öğreniyor. Başarısını kırala heyecanla haber verince, ne cevap alsın?
— Pek memnun oldum. Don Quichotte’u aslından okuyunuz. Daha çok zevk alacaksınız, Ekselans.Yalnız Türkiye dışında yaşayan Türkler değil, başka milletler de Nâzım Hikmet’i tercümelerinden okumakla yetinmeyip, onun Türkiye Türkçesiyle yazılmış metinleri üzerine eğiliyorlar. Böylelikle Türkçe, öğrenilmeğe değer kültür dilleri arasına girmiş bulunuyor.
Kayınvalidesine Mektubu Üzerinden Vâlâ Nûreddin

Vâlâ Nureddin ve Meziyet Hanım (1937)
Lâmia Çürüksulu’ya:
Pek muhterem kayınvalidem, hanımefendi,
Bugün 30 Ağustos’ta Köprü üzerinde yaya yürür ve işime giderken, zavallı Meziyetçiğimizle bundan tam on sene evvel, beyaz otomobile binmiş, geçerken mü’lim hâlimiz aklıma geldi. Çok ıztırap çektiği halde, sararmış sevimli yüzünde tebesssüm hasıl oluyordu. Hasta otomobili canavar düdüğünü çaldıkça “Bizim için çalıyor! Pek mühimiz!” diye benimle şakalaşıyordu.
Siz annesiniz, sizin diğer anneler arasında da muhabbetiniz başkalarınınki ile kıyas edilemez. Fakat benim de, kızınızı hayatındayken kendi iktidarım dahilinde sevip kıymetlendirdiğimi ve ölümünün onuncu senesinde de, daha ileride de, daima kudsî ve muazzez tuttuğumu ve tutacağımı bu münasebetle belirtmek istedim. Bu hislerimi de sizden başka bildirecek kimse yoktur. Ne yazık ki, kimbilir hangi tesirlerle elinizi öpmek fırsatını bana vermiyorsunuz. Bundan çok müteessirim, muhterem kayınvalidem, efendim.
30 Ağustos 1949 tarihli bu mektubundan anlaşılıyor ki Vâ–Nû, ikinci eşi Meziyet Hanım’ın acısını bir sır olarak taşımış, daha da ötesi, onunla yaşamış olduğu zamanları, içinde paralel bir yaşantı olarak sürdürmüştür.

Farklı pek çok disiplinde ve alanda içerik üretmeye, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü okuduğum üniversite yıllarında başladım. Görüyordum ki bu işte iyi ilerliyordum ve insanların geri bildirimleri de bu yöndeydi. Zaman geçtikçe kariyer ufkum daha da netleşmişti: Yazmak! E tabii bir de gezginliğin getirdiği fotoğraf çekme merakını eklemezsem boynu bükük kalır analogun.