Sakarya Üniversitesi ekolünden akademisyen dostlarımızdan Neşe Demirdeler ve Erdem Dönmez tarafından kaleme alınan Albert Camus ‘nün Yabancı eserinde “Saçma” kavramı incelemesini yayınlamamıza izin verdikleri için teşekkür ederiz.
Varoluşçuluk
Varoluşçuluk kavramı üzerine çeşitli tanımlamalar vardır ve Heidegger ya da Sartre’a göre varoluşçuluğun net bir tanımı yoktur. Bu, herhangi bir düşünce okuluna bağlı olmayan, inançlar sistemini yetersiz gören, gelenekçi felsefeyi küçümseyen düşünürlerin ortak anlayışlarını oluşturan düşünce sistemidir.
Tanımlamalardan Ritter’ınkine bakarsak:
Saçma Kavramı, Albert Camus ve Varoluşçuluk
Camus, akıl ile saçmayı açıklamda Chestov’dan faydalanır. Chestov, yoğun araştırmaları sonucunda tüm varlığın temel saçmalığını keşfeder, fakat “bu saçmadır” demek yerine “bu tanrıdır” der. Chestov’a göre us faydasızdır, fakat usun ötesinde bir şey vardır. Saçma bir zihne göre us faydasızdır ve usun ötesinde hiçbir şey yoktur. Yani us dünyayı anlamlandırmanın tek yoludur, ancak etkin değildir. Net yanıt sağlamaz. Yaşamın anlamlandırılması, insanın anlamlandırılmasından geçer. insan işlerindeki tutarlılık ve bilinçlilik hali saçmayı ortandan kaldıracaktır. Nitekim bilinçlilik, yaşamı anlamlandırma, ölüm karşısında insanın konumundan geçer. İnsanın ölüm bilinçliliğinde olmaması, oyuncu ile dekor arasındaki ayrıma benzer ve saçmayı oluşturur. Tutku ile sarılı insan ile us ike kavranamayan insan arasında paralellik yoktur. Bu ikisinin bir araya gelememesi saçmanın temelidir.
İntihar ve Saçma Düşüncesi
Saçma ve Özgürlük
Yabancı
Kahramanın annesinin ölümü üzerine aldığı telgrafa soğukkanlılıkla yaklaşması, annesinin cenazesinin yüzünü nedensizce görmek istememesi, annesinin yaşını bilmemesi, cenaze başında kahve ve sigara ile keyif yapması, annesinin ölmemesi durumunda gezip eğlenmeyi hayal etmesi, cenazeden hemen sonraki gün Marie ile tanışması, onunla sinemaya gitmesi, ölümün karşısında yaşamın saçmalığı (Yine bir Pazar daha toprağın altında. Anacığım şimdi toprağın altında yatıyor, ben yine işimin başına döneceğim ve sonunda her şey hemen eskisi gibi.), Raymond ile fellahın saçma nedenle kavga etmeleri, hayatın değiştirilememesi (“İnsan hayatını değiştiremez ki. Zaten herkesin hayatı birbiri ile aynıdır. Buradaki hayatımı hiç beğenmiyor değilim.), yerde yatan cesede 4 el daha ateş etmesi, savcının annesinin ölümündeki tavrını cinayeti işlediğine dair delil göstermesi (Bütün normal insanlar aşağı yukarı sevdiklerinin ölümünü az çok istemişlerdir./ Annem ölmeseydi elbette daha iyi olurdu), cinayeti işlediğine dair pişmanlık değil sıkıntı duyması, sorgulama bitiminde kendini aileden biri gibi görmesi, gazetelerin cinayet olayına basit bir haber olarak bakması, yaz mevsimi için iş olarak görmesi, kapıcının ikram ettiği kahveyi davada delil gibi sunması, kahramanın kendisinden çok işlediği suçtan söz edilmesi, davada kendisini karıştırmadan kendisini yargılamaları, annesinin cenazesindeki tutumuna dayanarak idama mahkum edilmesi, Mearsault’un buna da alışması ve idama kalabalık insan topluluğunun gelmesini beklemesi… gibi örneklenebilir.
düşüncesi zamanla alışkanlığa döner; hayatının son demlerinin farkına varmak ister, sessizliği dinler, doğanın tüm eylemlerini takip eder, böylelikle annesinin neden nişanlandığını anlar. Onun için karamsarlığın aksine mutluluk ön plandadır ve umut vardır. Son umudu idamına kendisini lanetleyen kalabalık bir insan topluluğunun gelmesidir.