“Ama ısrarlı bir kader, rastlatırsa
seni ona… Kendini Tanrı’ya emanet et.”
seni ona… Kendini Tanrı’ya emanet et.”
Edgar Allan Poe – “Sone – Sessizlik”
Burada
yazanların tümü, her şeyini kaybetmiş bir adama aittir. Anlatacaklarıma
inanmanız benim için bir önem arz etmemekte. Kısacası; inanmamanız, inanmanız
kadar önemli. Kısanın da kısası: Hiç… Hayatımın büyük bir çoğunluğunu
Bakırköy’de geçirdim. Eğer Bakırköy’de yaşıyorsanız, herhangi birisinizdir. Herhangi
biri, evet… Sokağa her çıktığınızda, tanıdık tiplerle ve bir o kadar da yabancı
yüzlerle karşılaşırsınız. Tanıdık yüzlerin sizinle aynı sokakta oturma
ihtimali, yabancılarınkiyle aynıdır. Merkezi denilen bir yerde oturuyorsanız,
herkes komşunuzdur. Hiç kimse komşunuz değildir. O yüzden eğer ki
sosyalleşebilmek için bu tarz yerlerden medet umuyorsanız, ummayın. Zira ben
kırk beş senedir yalnızım. Sadece ömrümün şu son üç ayında yeni bir aileyle
tanıştığımı size söylemek istedim. Anlatacağım anım da o aile ve benim o ailenin
küçük kızı ile yaşadıklarım arasında.
yazanların tümü, her şeyini kaybetmiş bir adama aittir. Anlatacaklarıma
inanmanız benim için bir önem arz etmemekte. Kısacası; inanmamanız, inanmanız
kadar önemli. Kısanın da kısası: Hiç… Hayatımın büyük bir çoğunluğunu
Bakırköy’de geçirdim. Eğer Bakırköy’de yaşıyorsanız, herhangi birisinizdir. Herhangi
biri, evet… Sokağa her çıktığınızda, tanıdık tiplerle ve bir o kadar da yabancı
yüzlerle karşılaşırsınız. Tanıdık yüzlerin sizinle aynı sokakta oturma
ihtimali, yabancılarınkiyle aynıdır. Merkezi denilen bir yerde oturuyorsanız,
herkes komşunuzdur. Hiç kimse komşunuz değildir. O yüzden eğer ki
sosyalleşebilmek için bu tarz yerlerden medet umuyorsanız, ummayın. Zira ben
kırk beş senedir yalnızım. Sadece ömrümün şu son üç ayında yeni bir aileyle
tanıştığımı size söylemek istedim. Anlatacağım anım da o aile ve benim o ailenin
küçük kızı ile yaşadıklarım arasında.
Dört
kişilik olan ve –benim tanımım ile- yarı çekirdek aile sınıfına giren bu hane
ile ilk temasım, on bir yaşındaki kızları ve üç yaşındaki oğullarının kavgasına
şahit olmamla başladı. Küçük kız, erkek kardeşinin suratına bahçe hortumu ile
vurmak üzereyken son anda araya girmiş ve aile bireylerini çağırarak olanları
anlatıp duruma engel olmalarını söylemiştim. Gıda işi ile uğraşan baba ve
eczacı anne –mürekkep yalamış insanlar- aynı hortumla kızlarının üzerine yürüyerek
durumu yatıştırmaya çalışmıştı. Olay, yine benim araya girmemle sonuçlanmıştı kısacası… Yaşanan bu ve benzeri
olaylardan sonra –bir kere de küçük çocuk ablasının gözünü çıkarmak için çiçeklerin
dibine saplanan ince uçlu ağaçlardan birini kullanmaya çalışmıştı fakat hızlı
koşan küçük kız kendini kurtarmıştı- sık sık görüşmeye başladık ve bu
görüşmeler bir akşam yemeği ile sonuçlandı.
kişilik olan ve –benim tanımım ile- yarı çekirdek aile sınıfına giren bu hane
ile ilk temasım, on bir yaşındaki kızları ve üç yaşındaki oğullarının kavgasına
şahit olmamla başladı. Küçük kız, erkek kardeşinin suratına bahçe hortumu ile
vurmak üzereyken son anda araya girmiş ve aile bireylerini çağırarak olanları
anlatıp duruma engel olmalarını söylemiştim. Gıda işi ile uğraşan baba ve
eczacı anne –mürekkep yalamış insanlar- aynı hortumla kızlarının üzerine yürüyerek
durumu yatıştırmaya çalışmıştı. Olay, yine benim araya girmemle sonuçlanmıştı kısacası… Yaşanan bu ve benzeri
olaylardan sonra –bir kere de küçük çocuk ablasının gözünü çıkarmak için çiçeklerin
dibine saplanan ince uçlu ağaçlardan birini kullanmaya çalışmıştı fakat hızlı
koşan küçük kız kendini kurtarmıştı- sık sık görüşmeye başladık ve bu
görüşmeler bir akşam yemeği ile sonuçlandı.
Gördüğüm
her odanın duvarı fıstık yeşiliydi. Sarıya çalan koltuklara sahiptiler ve şıkır
şıkır parlayan kristallerle süslü avizeleri tüm salonu aydınlatıyordu. Mum ve
abajur kullanan birinin gözleri, böylesi bir aydınlığa alışık değildi.
her odanın duvarı fıstık yeşiliydi. Sarıya çalan koltuklara sahiptiler ve şıkır
şıkır parlayan kristallerle süslü avizeleri tüm salonu aydınlatıyordu. Mum ve
abajur kullanan birinin gözleri, böylesi bir aydınlığa alışık değildi.
Yemekte;
et sote, pilav, mercimek çorbası ve soğuk mezeler vardı. İçecek olarak şarap ya
da rakı beklerken kola ve sade gazoz ikram etmeleri her ne kadar hayal
kırıklığına uğratsa da bunu onlara belli etmeden yaşadım içimde. Yemek, olanca
kibarlığı ile devam ederken, evin küçük oğlu tabağındaki lokmaları elini
kullanarak yemeye çalışıyor, ağzına sığmayan parçaları ise ablasının üzerine
siliyordu. Zavallı kız gık demeden yapılan tüm bu zulme nefretle gülümseyerek onay
verse de, arada bir gözlerimin içine bakarak, ona yardım etmemi istiyordu. Meslekler
ve hayat üzerine yapılan konuşmamız, nasıl olduysa din ve ahlak üzerinde ilerlemeye başlamıştı. Bu günlerde ateizm pek
hoş karşılanan bir inanç olmadığı için susmayı tercih ettim fakat gıda işi ile
uğraşan ve hayatında yemek kitapları dışında tek bir sayfa bile çevirmemiş bu
adam benim sularımda yüzmeye başlayınca içimde ister istemez bir müdahale etme
dürtüsü oluştu.
et sote, pilav, mercimek çorbası ve soğuk mezeler vardı. İçecek olarak şarap ya
da rakı beklerken kola ve sade gazoz ikram etmeleri her ne kadar hayal
kırıklığına uğratsa da bunu onlara belli etmeden yaşadım içimde. Yemek, olanca
kibarlığı ile devam ederken, evin küçük oğlu tabağındaki lokmaları elini
kullanarak yemeye çalışıyor, ağzına sığmayan parçaları ise ablasının üzerine
siliyordu. Zavallı kız gık demeden yapılan tüm bu zulme nefretle gülümseyerek onay
verse de, arada bir gözlerimin içine bakarak, ona yardım etmemi istiyordu. Meslekler
ve hayat üzerine yapılan konuşmamız, nasıl olduysa din ve ahlak üzerinde ilerlemeye başlamıştı. Bu günlerde ateizm pek
hoş karşılanan bir inanç olmadığı için susmayı tercih ettim fakat gıda işi ile
uğraşan ve hayatında yemek kitapları dışında tek bir sayfa bile çevirmemiş bu
adam benim sularımda yüzmeye başlayınca içimde ister istemez bir müdahale etme
dürtüsü oluştu.
“Hayır…”
dedim, “Ahlak, dinin bir öğesi değildir, ahlak dinden bağımsızdır. Bakın ….. Bey:
Din; ahlakın, hukuki ya da adli olanıdır…” Bu cümleden sonra alaycı bir
ifadeyle güldü ve bunu açıklamamı istedi, “Olur” dedim ve ufak çaplı birkaç
örnek ile durumu ona açıklamaya başladım:
dedim, “Ahlak, dinin bir öğesi değildir, ahlak dinden bağımsızdır. Bakın ….. Bey:
Din; ahlakın, hukuki ya da adli olanıdır…” Bu cümleden sonra alaycı bir
ifadeyle güldü ve bunu açıklamamı istedi, “Olur” dedim ve ufak çaplı birkaç
örnek ile durumu ona açıklamaya başladım:
“Ahlak, tüm canlılarda göreceli bir
şekilde vardır. Yani benim ahlak anlayışımla sizinki farklı olabilir evet, böyle
bir durumda inanç eksikliği yüzünden olduğunu söylemeniz pek doğru olmaz.” “Kaldı ki inançlı bir insan olarak sabahın
üçünde bağıra çağıra kavga etmek, çocuklarınızın arasında bariz bir ayrım yapıp
uyarı mahiyetinde uyguladığınız şiddeti işkence boyutuna getirmek pek de etik
değil sanırım … Bey ve … Hanım…” demek istedim fakat misafir olarak
gittiğim bir evde böyle bir kabalık etmek benim ahlak anlayışıma uymuyordu. Pasif
agresif bir yapıya sahip olduğum için ellerim ve dizlerim, tartışma sırasında
titremeye başladı. Bu yüzden boğazım kurusa da su içmek için elimi bardağa
uzatmadım ve hafif çatallaşan sesimle konuşmaya devam ettim:
şekilde vardır. Yani benim ahlak anlayışımla sizinki farklı olabilir evet, böyle
bir durumda inanç eksikliği yüzünden olduğunu söylemeniz pek doğru olmaz.” “Kaldı ki inançlı bir insan olarak sabahın
üçünde bağıra çağıra kavga etmek, çocuklarınızın arasında bariz bir ayrım yapıp
uyarı mahiyetinde uyguladığınız şiddeti işkence boyutuna getirmek pek de etik
değil sanırım … Bey ve … Hanım…” demek istedim fakat misafir olarak
gittiğim bir evde böyle bir kabalık etmek benim ahlak anlayışıma uymuyordu. Pasif
agresif bir yapıya sahip olduğum için ellerim ve dizlerim, tartışma sırasında
titremeye başladı. Bu yüzden boğazım kurusa da su içmek için elimi bardağa
uzatmadım ve hafif çatallaşan sesimle konuşmaya devam ettim:
“Ahlak
yıllardır süregelen yazısız kurallar bütünüdür. Din ise ahlaka oranla daha gerçek ceza ve yaptırımlara sahiptir. Yani komşularını rahatsız eden, kanun
çerçevesi içinde çevreye yapabileceği her türlü kötülüğü yapan bir kişinin
ahlak kurallarına göre alacağı en büyük ceza, kınama ve dışlamadır. Açıkçası
böyle bir işe girişen birinin verilen bu cezaları pek de önemseyeceğini
zannetmiyorum. İşte! Dünya böyle insanlarla doluyken, dini kurallar devreye
girdi ve o kişilere cehennem yolu gözüktü… Ahlakın hukuksallaştırılması burada
başladı… Söylesenize … Bey; diri diri yanacağınızı bilseniz, türlü türlü
işkencelere maruz kalacağınız da bunun hemen ardından gelse, varsayalım ki
yaptığınız o etik dışı eylemlere hala devam eder miydiniz?” dedikten sonra
devreye … Hanım girdi, tam cümlesine başlayacakken küçük çocuk, üzerinde
dumanlar tüten çorbayı ablasının bacağına boşaltınca kızcağız çığlık atarak
yerinden zıpladı. Bu sıçrayışın ardından …Bey kızının suratına öyle bir tokat
attı ki çıkan ses, evin tüm odalarında yankılandı, çıkan ses benim de canımın
yanmasına sebep oldu. İsrafil’in Sûr düdüğü kadar acı olan bu ses, kızın
hıçkırıkları ile karıştı. Kardeşi yüzünden yemeğini yiyememiş ve hala aç olan kızcağız
sofradan kalkmak istemedi. Ağlaya ağlaya yemeğinden birkaç lokma aldı, ben de o
sırada yemeğimi bitirmiş, ellerimi yıkamak için aile bireylerinden izin
istemiştim. Ellerimi kurularken küçük kız yanıma geldi ve beni gömleğimden
çekiştirerek odasına davet etti.
yıllardır süregelen yazısız kurallar bütünüdür. Din ise ahlaka oranla daha gerçek ceza ve yaptırımlara sahiptir. Yani komşularını rahatsız eden, kanun
çerçevesi içinde çevreye yapabileceği her türlü kötülüğü yapan bir kişinin
ahlak kurallarına göre alacağı en büyük ceza, kınama ve dışlamadır. Açıkçası
böyle bir işe girişen birinin verilen bu cezaları pek de önemseyeceğini
zannetmiyorum. İşte! Dünya böyle insanlarla doluyken, dini kurallar devreye
girdi ve o kişilere cehennem yolu gözüktü… Ahlakın hukuksallaştırılması burada
başladı… Söylesenize … Bey; diri diri yanacağınızı bilseniz, türlü türlü
işkencelere maruz kalacağınız da bunun hemen ardından gelse, varsayalım ki
yaptığınız o etik dışı eylemlere hala devam eder miydiniz?” dedikten sonra
devreye … Hanım girdi, tam cümlesine başlayacakken küçük çocuk, üzerinde
dumanlar tüten çorbayı ablasının bacağına boşaltınca kızcağız çığlık atarak
yerinden zıpladı. Bu sıçrayışın ardından …Bey kızının suratına öyle bir tokat
attı ki çıkan ses, evin tüm odalarında yankılandı, çıkan ses benim de canımın
yanmasına sebep oldu. İsrafil’in Sûr düdüğü kadar acı olan bu ses, kızın
hıçkırıkları ile karıştı. Kardeşi yüzünden yemeğini yiyememiş ve hala aç olan kızcağız
sofradan kalkmak istemedi. Ağlaya ağlaya yemeğinden birkaç lokma aldı, ben de o
sırada yemeğimi bitirmiş, ellerimi yıkamak için aile bireylerinden izin
istemiştim. Ellerimi kurularken küçük kız yanıma geldi ve beni gömleğimden
çekiştirerek odasına davet etti.
Odada
sadece bir yatak, bir çalışma masası ve yerdeki kitaplar vardı. Ailenin bariz
nefreti çocuğun odasına da yansımıştı. Masadaki Agatha Christie kitaplarına baktım ve “Anne ve babanın
kitaplarını odana götürmemelisin. Onlar buna kızabilir” dedikten sonra o
kitapların anne ve babasına değil, kendine ait olduğunu söyleyince az önce
gelen tokat sesiyle hissettiğim korku, iki katına çıkmıştı. Sadece on bir
yaşında olan; bembeyaz bir yüze, tombik yanaklara ve sapsarı saçlara sahip
küçük, güzel bir kız çocuğu niye bu tarz kitaplar okurdu ki? Oyuncak bebekler dururken…
sadece bir yatak, bir çalışma masası ve yerdeki kitaplar vardı. Ailenin bariz
nefreti çocuğun odasına da yansımıştı. Masadaki Agatha Christie kitaplarına baktım ve “Anne ve babanın
kitaplarını odana götürmemelisin. Onlar buna kızabilir” dedikten sonra o
kitapların anne ve babasına değil, kendine ait olduğunu söyleyince az önce
gelen tokat sesiyle hissettiğim korku, iki katına çıkmıştı. Sadece on bir
yaşında olan; bembeyaz bir yüze, tombik yanaklara ve sapsarı saçlara sahip
küçük, güzel bir kız çocuğu niye bu tarz kitaplar okurdu ki? Oyuncak bebekler dururken…
Tişörtünü
sıyırdı ve bana sırtını gösterdi. Koca bir kesik izi vardı. Tanrım! Bunu
ailesinin yaptığını düşündüm bir anda, pek de yanılmış sayılmam.
sıyırdı ve bana sırtını gösterdi. Koca bir kesik izi vardı. Tanrım! Bunu
ailesinin yaptığını düşündüm bir anda, pek de yanılmış sayılmam.
“O
gün… Kardeşimi hortumla kovalarken beni gördün ya…” Ona hemen bunu ailesinin mi yaptığını sorunca,
daha da kötüsü, kardeşinin yaptığını söyledi…
gün… Kardeşimi hortumla kovalarken beni gördün ya…” Ona hemen bunu ailesinin mi yaptığını sorunca,
daha da kötüsü, kardeşinin yaptığını söyledi…
Bir
ailenin nasıl böyle bir ayrım yapabileceğini, bütün gece düşündüm. Mumları
söndürdüm, abajuru kapattım fakat kulağımda çınlayan tokat sesi ve gözümü,
avizenin yaydığı ışıktan daha fazla rahatsız eden küçük kızın sırtındaki yara,
uyumama engel oluyordu. Agatha Christie… Uykusuzluğumu perçinleyen tonla sebep
varken, bir de katıldığım şu akşam yemeği işi iyice karıştırmıştı. Yıllarca,
cahil insanların böyle bir ayrım yapacağını savunurken, sözde mürekkep yalamış
bu insanların iki kardeşi birbirine düşman etme çabası mide bulandırıcıydı. Küçük
kızı yanıma alıp, o aileyi öldürmeyi düşündüm… Derken uyuyakaldım.
ailenin nasıl böyle bir ayrım yapabileceğini, bütün gece düşündüm. Mumları
söndürdüm, abajuru kapattım fakat kulağımda çınlayan tokat sesi ve gözümü,
avizenin yaydığı ışıktan daha fazla rahatsız eden küçük kızın sırtındaki yara,
uyumama engel oluyordu. Agatha Christie… Uykusuzluğumu perçinleyen tonla sebep
varken, bir de katıldığım şu akşam yemeği işi iyice karıştırmıştı. Yıllarca,
cahil insanların böyle bir ayrım yapacağını savunurken, sözde mürekkep yalamış
bu insanların iki kardeşi birbirine düşman etme çabası mide bulandırıcıydı. Küçük
kızı yanıma alıp, o aileyi öldürmeyi düşündüm… Derken uyuyakaldım.
Bir bıçak… Koca bir bıçak… Hayır! O
bıçak havada kalmalı, aşağı inmemeli! Derken indi… Kim çalıyor bu gitarı? Bu
çığlıklar! Bu çığlıklar Sûr düdüğü
olmalı İsrafil’in çaldığı! Kim ağlıyor! Bir bebek arabası mı o? Evet evet! Bebek arabası! Bu defter… Her şeyini
kaybetmiş bir adama aittir… Neyim vardı ki? Her şeyimi kaybettiğimi söylüyorum
ama hiçbir şeyimin olmadığını fark ediyorum. Hiçbir şeyim yoksa birileri benim
payıma düşeni çalmış demektir. Bu da bir kaybediş değil mi? Bebek arabası mı o?
Hayır! O bıçak yere inmemeli! Hayır! Bir dakika… O bıçak… İnmeli! Poirot seni
bulamaz, indir o bıçağı… Derken indi!
bıçak havada kalmalı, aşağı inmemeli! Derken indi… Kim çalıyor bu gitarı? Bu
çığlıklar! Bu çığlıklar Sûr düdüğü
olmalı İsrafil’in çaldığı! Kim ağlıyor! Bir bebek arabası mı o? Evet evet! Bebek arabası! Bu defter… Her şeyini
kaybetmiş bir adama aittir… Neyim vardı ki? Her şeyimi kaybettiğimi söylüyorum
ama hiçbir şeyimin olmadığını fark ediyorum. Hiçbir şeyim yoksa birileri benim
payıma düşeni çalmış demektir. Bu da bir kaybediş değil mi? Bebek arabası mı o?
Hayır! O bıçak yere inmemeli! Hayır! Bir dakika… O bıçak… İnmeli! Poirot seni
bulamaz, indir o bıçağı… Derken indi!
Derken
ben de uyandım… Dün gece icabet ettiğim yemekten beri böylesine karanlık bir
rüya görmemiştim. Güneşin doğduğunu görmek ve az da olsa yaşadığım karanlığı
yumuşatmak için kalın perdeleri araladım ve dışarı baktım. Komşumuzun kızı,
elinde bir bebek arabası ile gidiyordu… Üzerime bir hırka alıp koşar adımlarla
peşinden gittim. Ayağımda ev terlikleri vardı. Dışarı çıkmamın sebebi, bomboş
bir odaya sahip ve ailesi tarafından dışlanmış bir çocuğun bu tarz bir oyuncağı
nereden bulacağını merak etmemdi. Beni görünce durdu ve yüzüme, kafasını hiç
oynatmadan baktı. Bebek arabasının üzerindeki tente görevi gören duvağımsı bölümü
kaldırdığımda karşılaşacağım manzarayı biliyordum. O yüzden küçük kardeşinin
kanlar içindeki bedenini görünce hiç şaşırmadım. Onu nereye götürdüğünü
sorduğumda, “Gezmeye” dedi son derece
masum bir tavırla ve ekledi, “Bu bizim küçük sırrımız olabilir mi?” Ne
diyeceğimi bilemedim. Bir süre bekledim. Çocuk psikolojisi, pedagoji derken
bunların hiçbirinin on bir yaşında, ailesi tarafından ezilen ve Agatha Christie
okuyan bir kız çocuğunu kapsamayacağına kendimce onay verdim ve “Evet… Bu bizim
küçük sırrımız” dedim. Arkasını döndü ve
ufka, güneşe doğru sürdü bebek arabasını. İlerlerken, rahatlamam için bir de
teselli cümlesi kurdu bana, ben rüzgârla raks eden saçlarını seyrederken:
ben de uyandım… Dün gece icabet ettiğim yemekten beri böylesine karanlık bir
rüya görmemiştim. Güneşin doğduğunu görmek ve az da olsa yaşadığım karanlığı
yumuşatmak için kalın perdeleri araladım ve dışarı baktım. Komşumuzun kızı,
elinde bir bebek arabası ile gidiyordu… Üzerime bir hırka alıp koşar adımlarla
peşinden gittim. Ayağımda ev terlikleri vardı. Dışarı çıkmamın sebebi, bomboş
bir odaya sahip ve ailesi tarafından dışlanmış bir çocuğun bu tarz bir oyuncağı
nereden bulacağını merak etmemdi. Beni görünce durdu ve yüzüme, kafasını hiç
oynatmadan baktı. Bebek arabasının üzerindeki tente görevi gören duvağımsı bölümü
kaldırdığımda karşılaşacağım manzarayı biliyordum. O yüzden küçük kardeşinin
kanlar içindeki bedenini görünce hiç şaşırmadım. Onu nereye götürdüğünü
sorduğumda, “Gezmeye” dedi son derece
masum bir tavırla ve ekledi, “Bu bizim küçük sırrımız olabilir mi?” Ne
diyeceğimi bilemedim. Bir süre bekledim. Çocuk psikolojisi, pedagoji derken
bunların hiçbirinin on bir yaşında, ailesi tarafından ezilen ve Agatha Christie
okuyan bir kız çocuğunu kapsamayacağına kendimce onay verdim ve “Evet… Bu bizim
küçük sırrımız” dedim. Arkasını döndü ve
ufka, güneşe doğru sürdü bebek arabasını. İlerlerken, rahatlamam için bir de
teselli cümlesi kurdu bana, ben rüzgârla raks eden saçlarını seyrederken:
“Merak etmeyin… Poirot beni bulamaz…”
92 İstanbul doğumlu. Varsa yoksa sinema… Tim Burton’ın Türkiye şubesi hayali varoluşunda yer alıyor desek yeridir. Bunun yanında düzenli ilişkisinde kuma görevi gören Edgar Allan Poe sevgisi, öykülerinde de kendini göstermektedir. Kendi yazıp, eşe dosta okuttuğu öyküleri 2013 yılında Kalem Kahve Klavye ile kamuya açıldı. Yıldız Tilbe’nin unutamadığı aşklarını şarkılarına yansıttığı gibi; zaman, ölüm ve varoluşla ilgili sorunlarına film ve öykülerinde yer vermektedir. Kısaca özetlemek gerekirse, Flört sever, Fenerbahçe’li güzel bir adamdır. Bunları da alırsak ortada Kerem namına hiçbir şey kalmaz.
Not: “Ozan Kotra’ya çok benziyorsun,” duyduğu en iyi iltifat.