Müziğin ve müzik yayıncılığının da hemen her şey gibi dönüştüğü, dijitalize olduğu bir zamanda arşivciliğin de bu yönde gelişmesinin bir örneği, uzun zamandır yayında olan Türkiye’de Ağır Müziğin Geçmişi projesi. Adnan Alper Demirci, bireysel arşivini kamuya açtığı TAMG web sitesinin yanı sıra Instagram, Twitter ve Youtube mecralarında da Türkiye’de rock ve metal tarihinin kronolojik kaydını tutuyor.
Bu saygıdeğer uğraş yakın zamanda projeyle aynı adla bir kitapla taçlandırıldı: Karakarga Yayınları‘nın muzikmentor serisinden çıkan Türkiye’de Ağır Müziğin Geçmişi kitabını, arşivciliği, müzik yayıncılığını ve kaçınılmaz olarak Rock/Metal müziğini ve kültürünü Adnan Alper Demirci ile konuştuk.
2020’de aynı yayınevinden yayımlanan kitabım Yeraltı Kütüphanesi için yararlandığım derli toplu kaynaklardan olan TAMG projesinin mimarı Adnan Alper Demirci’ye kitapta ve bu söyleşide yaptığı atıflar için ayrıca teşekkür ederim.
**
Selam Alper. Kitabı tebrik ederek başlamak isterim, eline sağlık. İlk tepkiler, yorumlar nasıl?
Teşekkür ederim. İlk tepkiler heyecan dolu. Kitabın çıkışı okurlar için sürpriz oldu, bu yüzden bu ani çıkışı biraz 2012’de Facebook sayfasını ilk açtığım zamana benzetiyorum. Henüz bitirip yorum yazan olmadı, yorumlar daha çok heyecanı tabir etmek üzerine.
TAMG dijitalde başlayan ve kitaba dönüşen bir arşivcilik işi. Yaklaşık on bin satırlık bir Excel indeksinden bahsediyorsun kitapta. Bu malzemeyi kitaba dönüştürme sürecini, tasnif ve eleme kısmını anlatır mısın?
Özellikle 2019’dan bu yana kesintisiz bir şekilde paylaşım yaptığım için hikâyenin çoğuna idmanlıydım. Arşivde hangi belge nerede, elimle koymuş gibi, ki hakikaten elimle koydum, bulabiliyordum. 1991 yılının sonuna kadar web sitesindeki içerik de hazır olunca kitabın önemli bir kısmı için ön çalışma yapmam gerekmedi, olaylara sırasıyla siteden baka baka atladım. Bu bakımdan özellikle 80’li yılları yazması oldukça hızlı ve kolay oldu. Kısacası arşiv tarihe göre dizili durumda, ben de kitabı yazarken onu takip ettim. Arşivin yetmediği ileriki yıllarda, özellikle 2002 sonrası metot değişikliğine gittim.
“Ağır müziğin geçmişi” kapsamındaki olaylar ve bu konudaki çalışmalar bizim gibi bu alanın ilgilisini heyecanlandırıyor elbette. Peki daha geniş bir sosyolojiden ve yakın Türkiye tarihi çerçevesinden baktığında bu müziğin/kültürün tarihi bize başka neler anlatıyor sence?
Türkiye’deki aile yapısı gençlerin bağımsız yaşamasını engelliyor. Bu sebeple hep dile getirilen “isyanın müziği” mitinin çoğu kişi tarafından sözde yaşandığını düşünüyorum. Bu düşünceye farklı dönemlerden okuduğum demeçler sonucunda ulaştım, kitapta da iğneyi kendimize batırdığım noktalarda bu konuda eleştirilerim oldu. İsyan ediyor diye sokakta araba devirecek değil tabi fakat kendisine mikrofon uzatıldığında “Biz aslında efendi çocuklarız, böyle göründüğümüze bakmayın” da dememeli genç. Öte yandan Türkiye’nin yakın tarihi o hep bahsedilen imkânsızlıkları açıklıyor diye düşünüyorum. Enstrüman bulamamak, konser izinleri, sokaktaki tepkiler gibi durumlarda yaşanan değişimler, Türkiye’de yaşanan değişimlerin bir yansıması.
Girişte bir nostalji eleştirisi yapıyorsun. Bunu ben de Yeraltı Kütüphanesi’nde özellikle belirtmiş ve “altın çağ yanılgısından” bahsetmiştim. Öte yandan bu gibi çalışmaların, nostalji sosuna bandırıldığında, bol görselli ve yaldızlanmış bir geçmiş anlatısı sunulduğunda daha çok “sattığı” bir gerçek. Senin bu anlamdaki nostalji karşıtlığın nasıl başladı ve bununla ilgili bir ikilemin veya aldığın tavsiyeler oldu mu bu süreçte?
Nostaljiye olan karşı duruşumu ben kitabı yazarken keşfettim, önceden varmış. Zaman içinde nostaljiye bakışım kitapta açıkladığım gibi gelişmiş. Bu tabii sürekli eskiyi araştıran ya da güncel olmayan kültür ürünlerinden beslenen benim için bir çelişki olarak değerlendirilebilir. Fakat burada duruş önemli. Ben o ürünleri eski günleri yad etmek için değil, belli bir süzgeçten geçtikleri için besin kaynağı olarak görüyorum. Yeni çıkan her ürüne yetişmem mümkün değil, o yüzden güncelin içerisinde iyiyi bulmak bana iğneyle kuyu kazmak gibi geliyor. Nostalji meselesini kitap çıkmadan önce sadece bir kişiyle konuştum, bana pek katılmadı, lafı da biraz fazla uzattı, tavsiyelerini aklımda tutamadım. 🙂
Görselden bahsetmişken şunu da sormak isterim: Dolu bir arşivin var. Bunları kitapta sunmak yerine web sitesine giden karekodlar yerleştirilmiş. Bu bilinçli bir tercih miydi yoksa malum maliyet meselelerinin getirdiği bir zorunluluk mu?
“Doğal bir tercih” demek daha uygun çünkü kitabı yazmaya başladığımda halihazırda bir web sitesi vardı zaten ve bu web sitesinin işlevi, arşivi paylaşmaktı. Kitabın son birkaç sayfasına birkaç belge eklesek asla yetmeyecekti. “Neden eleme yapayım?” diye düşündüm ve Tolga Akyıldız ile beraber karekodlardan faydalanmayı uygun gördük. Türkiye’de Ağır Müziğin Geçmişi sadece bir kitap değil, web sitesi de projenin önemli bir sacayağı.
Kitabın editörü Tolga Akyıldız önsözde “Dijital dönüşüm müzik arşivciliğini yok edecek gibi görünüyor” diyor. Bunu nasıl yorumluyorsun? Müzik dijitalde yayınlansa da neticede konserlerde, medyada, sosyal medyada arşiv materyalleri oluşmaya devam ediyor ve dijital medya da uçucu bir şey. Bildiğimiz arşivciliğin yerini başka türlü yöntemler, kayıtlar alır mı mesela?
Bence Tolga ağbinin bahsettiği arşivcilik benim yaptığımdan ziyade albüm biriktirmeyle ilgili. Kaset, plak, CD… Bu bilinçten gelen biri için büyük bir sorun yok diye düşünüyorum. Ben mesela dinlediğim albümleri Apple Music kütüphaneme ekledim, bilumum “Deluxe edition” tarzı etiketleri sildim, bonus parçaları çıkardım, kapak resimlerini düzelttim çünkü orijinali yerine özel basım kapağını eklemişler… Steril bir şekilde dijital müzik arşivimi dinliyorum. Fakat gün geliyor albümde dördüncü şarkıyı dinlerken bir bakıyorum şarkının başka versiyonunu koymuşlar. İşte o zaman dijital dönüşüme lanet ediyorum. Albüm biriktirme kültüründen gelenleri geçelim, bu dönüşümün içine doğan insanlar için durum içler acısı. Whisky’nin sanatçı sayfasında dünyanın öbür tarafında bambaşka tarzda aynı mahlaslı bir müzisyenin kayıtları var. Ve geçen gün Twitter’da yaşça çok küçük olmadığını düşündüğüm biri bu kayıtların bizim Whisky’den çıkıp çıkmadığını sordu. Daha bazı albümleri eklenmeyen gruplar var. Diğer kaynaklara bakma alışkanlığı olmayan insanlar bu grupların diskografisini hiçbir zaman tam anlamıyla keşfedemeyecek. Örneğin Anadolu pop tarzının önde gelen isimlerini buralardan öğrenmek mümkün değil çünkü bir sürü derlemeyle, şarkı sırası değiştirilen albümlerle, farklı kapaklarla karman çorman bir diskografiye dönüşmüş Erkin Koray, Cem Karaca ve Barış Manço’nun eserleri. Albüm notları diye bir şeyin kalmadığını da söylemek gerek. Böyle bakınca dijital ortamda arşivciliğin normalden daha fazla bilinç gerektiren bir şey olduğunu düşünüyorum. Kütüphaneyi düzenli hale getirmek kolay değil.
Soruyu biraz tersinden de sormak isterim: Senin kitabın, dijitaldeki çabalarının bir anlamda “keşfiyle” ortaya çıktı. Dijital bir iş matbu mecraya kavuştu. Özellikle 2000’lerden sonra ağır aksak ilerleyen hatta belki de pek ilerlemeyen müzik yayıncılığımızın ileride bu şekilde dönüştürebileceği bir “dijital damar” var mı, oluşur mu sence?
Son birkaç yıldır Türkiye’de yaygın bir müzik dergisi yok. Dijital ortamda da bir dergi kitlesine ulaşan müzikle ilgili bir oluşum varsa ben bilmiyorum. Demek istediğim 50 bin takipçili, “Bu albüm çıkalı şu kadar yıl oldu, albümden en sevdiğiniz şarkı hangisi?” tadında paylaşımlar yapan Twitter ya da Instagram sayfaları değil. Yazı yazan, içerik üreten bir oluşum. Kolundan tutup dijitalden basılıya çekilebilecek bir oluşum bahsettiğim. Varsa okurlar yorumlarda yazsın. Bir tek şimdi Paslanmaz Kalem geliyor aklıma. Eğer başka yoksa bu dijital damar oluşur mu diye durup bir düşünüyorum, hayal edebildiğim kadarıyla durum pek iç açıcı değil. Fakat ben iki yıl önce “yazı yazacağım, basılı bir şey yapacağım” demeseydim Tolga Akyıldız Türkiye’de Ağır Müziğin Geçmişi’ni matbu bir proje olarak keşfedemezdi sanıyorum. Çünkü her ne kadar sitede sıralı olsa da diğer mecralarda az metinli rastgele paylaşımlar yapıyordum. O yüzden nereden ne çıkacağı belli olmaz yine. Yeter ki imkânı olan insanlar algılarını açık tutsun.
Şöyle demişsin kitapta: “Türkiye’de ağır müziğin geçmişini rock ve punk perspektifinden anlatmak için halen daha birer boşluk var, gelecekte müzik çalışmaları yürütecek olanlar bu boşlukları doldurmayı tercih edebilirler.” Burada gördüğün boşluklar neler tam olarak?
Kitapta, “ağır müzik” gibi şemsiye bir terim kullanmama rağmen bariz bir heavy metal yoğunluğu var. Hal böyle olunca rock ve punk kendine pek yer bulamadı denebilir. Bunu öngörerek bu boşluklardan bahsettim. Biri rock odaklı bir kitap çıkarır, diğeri punk odaklı bir araştırma yürütür, benim kitabımın kapatamadığı boşlukları böylece kapatır. Benim literatüre bakışım bu şekilde. Bir kişinin bütün bir külliyatı yüzde yüz ele almasını çok zor görüyorum, bir duvar örmeye benzetiyorum bunu. Duvarda ele almadığı konuların boşlukları var. Bir başkası bunun hemen arkasına bir duvar daha örerek bu boşlukları kapatabilir. Kalan boşlukları da başka birinin duvarı kapatabilir. Bu benzetme sonucunda da Hole in the Wall’a, dolayısıyla Bülent Benli’ye de selam olsun 🙂
Kimi arşivciler, özellikle bir materyal için ciddi emek ve masraf sarf etmişse, kendine saklamayı tercih ederler. Senin bu konudaki tutumun nasıl? Bu arşivi oluştururken materyal sağlama konusunda ne derece destek ve köstek gördün?
Benim bu konudaki tutumum tam tersi, ne varsa paylaşma taraftarıyım. Web sitesine henüz eklemediğim bir içerik varsa bu arşivi sakınmaktan değil, benim tembelliğimden kaynaklı. Sadece kendi emeğim ve kaynaklarımla taradığım fanzinlere filigran ekliyorum, onun dışında ne varsa aynen paylaşıyorum. Malzemeleri toplarken pek köstek görmedim, en fazla bir şey göndermeye söz verip unutan olmuştur. Bugüne kadar desteklerle yaşadım.
Dijitalden matbuya, basım öncesi ve sonrasında TAMG ile ilgili ne gibi eleştiriler aldın? “Şu eksik kalmış, bu da olmalıymış” veya “Yaşı kaçmış ki böyle bir işe girişmiş” gibi durumlar oldu mu hiç? Bunlara karşı tutumun nasıl?
Yaşla ilgili olmadı ancak eksik kalan kısımlarla ilgili gelen eleştiri vardı. Nadiren bilgi yanlışı bulup buna işaret edenler, doğrusunu ya da kendi bakış açısını söyleyenler de oluyor. Eksik kısımlarla ilgili eleştirilere cevabım için iki soru önceki duvar benzetmem yine geçerli. Bilgi yanlışlarını da derleyip ayrı bir makalede ele almayı düşünüyorum. Bunu kitabın ilerleyen baskılarından birine ek yapmak da söz konusu olabilir, internette bir yazı platformunda yayınlamak da… Bu arada henüz çok olmamakla beraber “ağır müzik” terimine de tek tük eleştiriler geliyor. Kulak tırmalamaktan, “literatür” üretmeye karşı olmaya, slow müzik çağrışımı yapmaya uzanan çeşitli fakat az sayıda “ağır müzik” eleştirisi var. Benim gözlemim, 11 yılda çoğunluğun, özellikle bu müziği üretenlerin nezdinde bu terimin kabul gördüğü yönünde.
TAMG serüveninde kitabın, dijitaldeki arşivin nihai şekli olduğunu söylüyorsun. Kitaptan sonra basılı ürün, dijitale ağır basıyor mu senin için? Mesela şu veya bu malzemeyi kitaba saklarım gibi bir durum oluştu mu?
Yarın distopik bir dünyaya uyansak, internetin fişi çekilse benim kitap dışında yaptığım her şey çöpe gitmiş olacak. Bu bakımdan basılı ürünün dijital çalışmalara bir üstünlüğü olduğu söylenebilir. Kitap basmanın zorlaştığı ve alım gücünün, okumaya ayrılan vaktin düştüğünü varsaydığımız bir dönemde 400 sayfayı aşan bir kitabın basılmış olması takdire şayan bir hareket olarak değerlendirilmeli. Bu sebeple kitaba “kıymetlimiz” demekte bir sakınca görmüyorum. Diğer taraftan, kitaba sakladığım bir malzeme olmadı. Hatta kitap yazımı esnasında yeni bulduğum şeyleri anında dijitalde paylaştım. Keşfetmenin heyecanını kitap çıkacak diye gizlemedim yani.
Kitabın dilinden, akıcılığından belli bir yazma pratiğin olduğunu hissediyoruz. Müzik ve arşiv meselesi haricinde okur ve yazar olarak yazıyla ilişkin nasıl?
2006-2014 yılları arasında çeşitli dönemlerde Boo! adında bir kültür sanat dergisi çıkardım. Yazma konusundaki becerim orada şekillendi diyebilirim. 2010-2016 yıllarında da Headbang dergisinde yazdım. Bu bakımdan kelimelerle aram iyi denebilir. Fakat yeterince kitap okuduğumu düşünmüyorum. Edebiyat kültürüm genelde isim bilmekten ibaret. İçerik desen yok. 🙂 Bu isim hafızası da dergi çıkardığım dönemde editörlük yaparken kazandığım bir şey.
Kitapta “Bilmiyorum” diyorsun ama güncellemek için sormak isterim: Türkiye’de Ağır Müziğin Geçmişi projesi için sırada ne var?
Şu anki durumda eşim belgesel yapmam konusunda ısrarcı. Bense bir belgesel film çekmenin fizibilitesi ile ilgili hiçbir fikre sahip değilim. Olgunlaşması gereken bir basamak. Fakat çok fazla zaman da geçirmemek lazım, geçmişin tanıkları birer birer aramızdan ayrılıyorlar.
Rock, punk, metal, sound olarak değilse de tavır olarak grunge, vs… Türkiye’nin sosyokültürel ve ekonomik durumundan ötürü biz bu türleri ve altkültürleri belli bir gecikmeyle deneyimliyor gibiyiz. Bu tespite ne dersin ve bağlı olarak, bu kültüre/müziğe dair bizdeki gelecek öngörülerin nelerdir?
İnternet altyapısı Türkiye’de oturduğundan beri üretim olmasa bile tüketim açısından bir gecikme olduğunu sanmıyorum. Konserler devam ettikçe de bir altkültür olmasa bile bir topluluk hissi sürecektir. Yaşanan ekonomik ve toplumsal zorluklara rağmen azımsanmayacak kadar yabancı konserin açıklandığını görüyorum. Burada beni ilgilendiren esas soru şu: 2015-2020 arasında özellikle Çağlan Tekil ve Güven Erkin Erkal’ın organize ettiği eski yerli grupları bir araya getiren özel geceler, konserler salgın sonrası normale döndüğümüz yıllarda da devam edecek mi? Bu etkinlikler topluluk olma yolunda belki de yabancı konserlerden daha önemli, çünkü eski yerli grupların sahneye çıktığı konserlerde, seyirci tarafında gerçekten farklı bir sahiplenme ve kimlik duygusu gözlemledim. Konserler yeniden başladıktan sonra şimdiye kadar yapılan etkinlikleri, Hazy Hill konseri mesela, salgın yüzünden yarım kalan işin tamamlanması olarak görüyorum. Yeni dönemde kim çıkıp eski grupları yeni konserler için ikna edecek, onlar için gerekli ortamı ve kolaylığı sağlayacak? Bu konuda bir öngörüm yok, sadece temennim var. O da bu ikna kabiliyeti yüksek organizatörün ortaya çıkması sürecine bu kitabın ortamı hareketlendirmesi suretiyle katkıda bulunmuş olmak.
Bizden bu kadar. Eklemek istediklerin varsa söz senin.
Teşekkür ederim. Yeraltı Kütüphanesi, Türkiye’de Ağır Müziğin Geçmişi kitabına başlama anlamında ilk kıvılcımı çakan unsur oldu diyebilirim, bu sebeple Koray Sarıdoğan’a da selam olsun.
Selamlar benden. 🙂 Çok teşekkürler.\m/
Adnan Alper Demirci Kimdir?
1988’de İzmir’de doğdu. Aydın’da büyüdü. 2005’te üniversite için İzmir’e döndü. 2016-2017 sezonu haricinde 2022 sonuna dek İzmir’de yaşadı. Ancak gönlü bir yıl yaşayıp mücbir sebeplerle döndüğü, şimdilerde yeniden yerleşmeye çalıştığı Utrecht’ten yanadır. Evlidir.
Lisans eğitimini 2012 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi Elektrik Elektronik Mühendisliği bölümünde tamamlamakla birlikte hiç mühendislik yapmayıp tasarım alanına geçti. Yüksek lisansını İzmir Ekonomi Üniversitesi Tasarım Çalışmaları programında 2015 yılında tamamladı. Tez konusunu görsel iletişim tasarımı alanında belirledi, Laneth ve Non Serviam gibi fanzinlerde yer alan şok edici görsel öğeler üzerinden söylem analizi yaptı. Ardından yedi yıl aynı programda doktora yapmaya çalıştı, bu sefer konu müzikle ve görsel iletişimle alakalı olmayınca çıkmaza girdi, “doktora terk” anılmak durumunda kaldı. Doktora yaptığı dönemde İzmir Ekonomi Üniversitesi Görsel İletişim Tasarımı bölümünde araştırma görevlisi olarak çalıştı.
2006-2014 yılları arasında çeşitli dönemlerde Boo! adında internet üzerinden yayınlanan bir kültür sanat dergisini çıkardı. Ekibi topladı, genel yayın yönetmeni olarak konuları belirledi, derginin sayfalarını tasarladı, gelen yazılara editörlük yaptı. 2020 başındaki “dergi yapmayı özledik” sayısı ile beraber toplam elli dokuz sayı çıktı.
Boo! dergisinin çıkmadığı bir dönemde katıldığı Headbang dergisinde 2010-2016 arasında toplam yetmişe yakın yazılar yazdı, röportaj soruları hazırladı.
2012 yılında Facebook üzerinde müzik arşivini paylaştığı Türkiye’de Ağır Müziğin Geçmişi sayfasını açtı. 2019’da buna YouTube, Twitter ve podcast, 2021’de web sitesi, 2022’de Instagram ve nihayet 2023’te ise kitap eklendi.
Türkiye’de Ağır Müziğin Geçmişi ilk kitabıdır.
1987, Ankara.
Türk Dili ve Edebiyatı lisansı, Yeni Türk Edebiyatı yüksek lisansı…
KalemKahveKlavye’nin kurucusu.
Evli ve iki kedi babası…
Bazı kitaplar yazdı: Kadran Kadraj (2015), Kaosun Kalbi (2020), Yeraltı Kütüphanesi (2020), Gecenin Kıyısından Gelen Suratsız ve Yaşlı Kuzgun: Edgar Allan Poe (2020)