Bir gece odamın camından atlayıp yukarı düştüğüm için ölememiştim. İntihar girişimimi rutin olarak tekrarladım.
Kolaj: Özlem Çetinkaya |
Yaşımı unutmayı kitaplardan öğrendim. Çişimi söylemeye başladığım gün sağ başparmağımın olmadığını, ilk kanamamda ise belimde yanık izi olduğunu gördüm. Zorlu bir ilk aşk dönemim olmuştu. Ranzadan düştüm ve ilk aşkımı unuttum. Mezardan sağ çıkan büyükannemle yaşıyordum. Bedeninin aslında dilinden ibaret olan ve dili yüzünden ölemeyen kadındı o. Üzerinde çeşitli cinayet senaryoları yazdığım biriydi. Kız olduğum ve güzel olmadığım için benim için hep aşağılayıcı konuşurdu. Babama da küfrederdi bazen. En çok buna içerler ve dudaklarımı ısırıp daha çirkin olurdum. İçimde binlerce katilin affı çıkardı.
Parmağım ile yanık izime karşılık Tanrının melekleriyle konuşabiliyor, onları görebiliyordum. Bir gece odamın camından atlayıp yukarı düştüğüm için ölememiştim. İntihar girişimimi rutin olarak tekrarladım. Aslında ölümün hazzı bana sunuluyordu; yukarıda meleklerle görüşüp dönüyordum. Bulutların üstünde oturup pişti oynardık ve kazanan kendini yok ederdi. Ben henüz hiç kazanmamıştım…
“Gel buraya Allah’ın belası!” Odanın kapısında durdum.
“Efendim büyükanne?”
“Nerdesin işe yaramayan utanç verici şey seni! Ah ben ölünce bir halta yaramayacak, bakıma muhtaç olacaksın!”
Gözlerimden oklar fırlayıp onu oracıkta öldürüyorlardı fakat o ölmüyor ve ben korkaklığım için kendimden bir kez daha nefret ediyordum. Korktuğum hapis değildi, kendimi camdan attığımda uçamamaktı. Uçmanın her şeye değer olduğunu görmüştüm. Hem hücrelerde camlar olmazdı…
Tuvalete götürdüm onu. Almaya gittiğimdeyse gördüklerim aynıydı; bütün dışkısını taşa yapmıştı… Bilerek! Hep yapardı. Bilerek yapardı!
“Güzel temizle! Yarın yılandilli Zehra gelecek.” Hayır, yarın sen Zehra’ya gideceksin!
Susmam fedakârlığımdan değildi. İleride yaşayacaklarımı ve yapabileceklerimi merak ediyordum. Bedeli; artık uçamayışım olacağını bile bile o 7 saniyelik cinneti bekliyordum. İçimdeki tüm bıçaklar henüz bilenmemiş fakat az kalmıştı. Belki de son bıçağın ucunu sürtüyordum… Kaç kişi doğurmuştum içimde bilmiyordum, hepsini meleklerle kumar oynarken kaybettim. Susmamın başka bir nedeni de onları Azrail’den alacağım gündü. Zira söz vermişti…
Saat 02;36’ydı, yağmur yağıyordu ve çok yorulmuştum. Çarşamba’ydı, ayın 7’si. İki yıldır her ayın 7’sinde saat 3’e gelirken uçuyordum. Çok yorgundum, ellerim çatlamış kanamıştı, çamaşır suyu kokuyordum. Melekler umurumda değildi. Yatağa yattım…
“Kalk, uyan kızım.”
Duyduklarımın arkası yarın kayıtlarından geldiğini sandım. Evet, uyuyan güzel de ben de uyanmalıydık… Odamın kapısı vuruldu, büyükannem tekerlekli sandalyesiyle kapımdaydı.
“Kızım bir adam seni soruyor.” Ve tısladı “Kalksana gâvurun dölü!”
Az sonra büyükannemin odasına gittiğimde adam onu yatağına yatırıyordu.
“…evin nerede evladım? Benim kızım çok kıymetli.”
Basit ve sevgi dolu bir cümleydi ama 7 saniyeyi başlatmıştı. Sevgi cümleleri onun ölümünün 0’ıncı saniyesiydi… Masanın üstünden elmaya saplı olan bıçağı aldım, adam elimden yakaladı.
“Bırak!” Bağırdım.
Bıçak yere düştü çünkü o 1. saniyede ölmüştü… Nasıl olmuştu bu, bilmiyordum. Ölümünü hemen idrak edip onu banyoya taşıdım ve fayansa yatırıp çamaşır makinesinin hortumunu ağzına soktum, üstünden çıkan kirli çamaşırları makineye atıp başlat düğmesine bastım! 90 küsur yıl yaşaması ona pahalıya mal olmuştu. Midem bulanıyordu bu durumdan. Tüm pislikleri yutuyor olması… Kustum! Bilincimi hissedene dek onun suratına baktım. Hiçbir acıma hissetmiyordum. Gözümün son nefretini buruşmuş baldırlarına bıraktım ve çıktım.
Saniyelerim çoktan bitmişti…
Salona döndüğümde içerisinin kalabalık olduğunu gördüm. Adam eşikte durmuş beni bekliyordu. Çok uğuldu vardı, yalnız onun sesi netti;
“İçeridekilerin hepsi sensin. Şu kısa saçlı 2 yıl sonraki halin. Şu camın yanındaki 7 yıl sonran…”
Sigara içen birini fark ettim. Parmağı vardı, lekesi yoktu ve çok güzeldi. Nasıl olur diye düşündüm. Hepsi bensem hepsi eksik olmalıydı. Sesi duydum:
“ O, yıllar sonrası. Bedeninde hiçbir şey değişmeyecek hiçbir zaman. Sadece sen artık arşta olmuş olacaksın. Acılar, sevinçler ve tüm duyguların hiçbirini hissetmeyeceksin. Yalnızlığın Tanrıya mahsus olduğunu biliyorsun ancak bilmediğin şey yalnızlığın sonsuz hazzı. Yalnız olmaktan şikayet etmediğin gün sen de kendi oyununu oynayacaksın. Senden bir parçalar çıkarıp onları yönetmeye çalışacaksın. Bir süre sonra da onlar başkalarına ait olacak ve sen o vakit yaptığın her neyse onu avucunda ufalacaksın… Tüm parçaları toplayıp evine döneceksin ve Tanrıyla bir oyun daha düşüneceksiniz…”
İdrak edemiyordum. Dediklerini çok sonra anlayabilecektim. Omuzlarından tuttu beni ileri doğru götürdü. İlk bedenin önünde durduk.
“Öl!” dedi ve bedenim bir elbise gibi ayaklarımın dibine düştü. Beni tutuyor olmasaydı uçabilirdim. Yeni teni giymek zor olmamıştı. Çünkü sıfırdan başlamıyordum. Kaldığım yerden, yaşadığım hayattan devam edecektim…
**
Kadın, feminist, sakat, Atatürkçü… 2017’de 31 yaşına giren. Yazmayı öğrendiğinden beri yazan. Babasına benzeyen, annesinin soyadını kullanan. Sözel bölümünden mezun. İlk olarak kendi sayfasında yazmaya başlayan. 2013’den bu yana www.kalemkahveklavye.com kültür sanat ve edebiyat sitesinde hikaye ve şiir pişiren ve çeşitli fanzinlerde yer alan. Pulbiber mahallesine uğrayan. Çok okumayı seven, arada hiç okumayan, güzel sesli insanlara şiir okutturan. Rock dinleyen, Sylvia Plath’a özenen, Van Gogh ile arasında bağ olduğuna inanan ve bütün sokak kedileriyle konuşan ve ilk kitabını yazan.