Özge Ç.Denizci‘nin, “Inside Out” isimli albümü Müzik Hayvanı etiketiyle yayınlanan Efe Demiral ile gerçekleştirdiği röportaj KalemKahveKlavye’de.
Geçtiğimiz aylarda Efe Demiral’ın Inside Out isimli albümü, ülkenin bağımsız müziğinin önde gelen oluşumlarından Müzik Hayvanı etiketiyle yayınlandı. Albümde ayrıksı duran unsurlar, içten yazılmış ve yorumlanmış parçalar karşılıyor dinleyiciyi. Belirlenmiş temalar üzerine kurulmuş, belli belirsiz şaşırtıcı dış ve oynanmış sesler öyle yerlerle temasa geçiyor ki… Birçok farklı hissi net bir şekilde taşıyan ve geçirebilen albümü ve Efe’nin müziğini Efe ile söyleştik.
Parçalar bana derin ve son derece içten geldi. Bazı sesler ve aralıklar bir yerlere dokunuyor. Müziği hep somut şeylerle anlatmaya çalışıyoruz yine öyle bir tabirle ‘roman gibi okunuyor’ diyebiliriz sanırım. Çünkü her tını birbiriyle mutlak bir ilişki içinde duyuluyor. Sen albümün yaratıcısı olarak ne dersin?
Teşekkürler öncelikle. Müziğin kendisi bir ölçüde soyut ama sanki. Yani müziğe dönüşen şeyin somut göstergelerle anlatılması onun soyut bir yanı olduğunu değiştirmiyor diye düşünüyorum. Kurgulanmış şeyler var, akış içinde ortaya çıkmış kompozisyonlar var. Kimi seçimler benim için sezgisel kimileri de tınısal ve bazen teorik. Bunların toplamdaki anlamını seviyorum.
Aslında temel olarak 2011 yılında Künt grubunda çalmaya başlamamla kendi müzikal yolum adına bir şeyler başladı diyebilirim. Öncesinde de, aslında 2006 yılından itibaren, çeşitli gruplarla çalıştım ama o zamanlarda da kendimi, kendimi ifade edebileceğim bir müzik yapmaya zorluyordum.
Farklı müzisyen ve gruplarla çalıştın ve çalışıyorsun…
Halihazırda birlikte çalıştığım ve müziklerinde çalıyor olmaktan çok keyif aldığım arkadaşlarım, Cihan Mürtezaoğlu, Can Kazaz ve Barış Demirel var. Çok şey katıyorlar bana, ben de bir şeyler katabiliyorsam ne mutlu. Bir yandan da ilk şarkı albümünün aranjmanlarını yaptığım Gözde Öney var. Onunla da yakın bir zamanda performanslar olacaktır…
Albüm sürecinden biraz bahseder misin?
Süreç benim için olabildiğince doğal sulardaydı. Müzik Hayvanından Eray Düzgünsoy’a bir parça yollamamla başladı her şey. Onların isteği bunu albüme dönüştürmem oldu. Materyalleri bir araya getirdim. Önce bir EP olacak gibiydi sonradan birkaç müzik daha belirdi, albüm oldu.
Kayıtları evde yapmışsın… Bir de işin yaratıcılık kısmı var. Onunla ilgili neler söylemek istersin?
Çalınan müziklerin albüm formatına dönüştüğü dönem müzisyenin dünyasında ‘albüm kayıtlarına girildi’ kadar ciddi bir şey olabiliyor. Evet ciddi bir şey tabi ama benim sürecim öyle gelişmedi. Sakin bir ciddiyet içeren dönemdi. Sessizlik en büyük ihtiyaçlarımdan birisi, fiziksel sessizlik de olmayabilir bu bazen. Yani evinizin sessiz bir konumu olması hayatınıza sessizlik getirmeyebilir. İnsanın kendisinin sessiz olması demek istediğim. Bu şartlar oluştuğundan kendimi daha fazla dinleyebildiğimi fark ettim. Kenimi dinlediğim noktada daha detaylı ve üretken bir yaratım sürecinin başladığını söyleyebilirim. Kendi evimdeki kayıt imkanlarımla, bir şeyleri bir araya getiremediğimde kendime de zaman vererek, zamanı sıkıştırmadan üzerine düşünmeye de fırsat bularak oluşturdum bu albümü. Beklentim düşük olmadı hiç ama tabi ki bir stüdyo kaydı kalitesi çıkmasını da beklemedim kendi evimden. Bu yüzden bazen insanlar ‘Nasıl yani? Evde mi kaydettin?’ gibi şaşırıyor bu duruma. Neden bu kadar şaşkınlık verici birşey olduğunu da anlamıyorum. Bağımsız müzik yeni bir şey mi ki? Değil sanki.
Buna güncel bir cevap vereyim. Temelde politik olduğunu düşünmüyorum ama kendimle ilgili olmasın. Şu sıralar müzisyen olmak da diğer herşey gibi zor. Tehdit altında olan diğer her şey gibi. ‘Konserlerin iptal olması.’ biraz işin veryansın edilen yüzü gibi geliyor bana. Evet müzik susturulamamalı ama medya da susturulmamalı, ağaçta öten kuş da. Bunlar birbirlerinden bağımsız şeyler değil diye düşünüyorum.
Albümdeki her şeyin sana ait olmasının bir rahatlığı ya da ağırlığı var mı? Nihayetinde ortak bir paylaşım ve etkileşimler olsa bile sadece senin…
Öyle bir ağırlık hissetmedim. Parçaların konserlerdeki evrimi ile ilgili olan insiyatifin bende olması bir rahatlık veriyor, bu solo bir iş. Bu müziği tek başıma çalmak için gerekli olan ekipmanı konserlere tek başıma götürüyorum, şimdilik tek ağırlığı bu noktada hissediyorum.
Müzik Hayvanı ile yollarınız nasıl kesişti?
Müzik Hayvanı’nın bir çizgisi olduğunu düşünüyorum. Bağımsız müziğin gerçekleşmesi için herkesin hevesli olduğu bir ortamda onlar bu hevesi gerçeğe dönüştürmüş. Genişlemekte olan bir katalogları var. Bunda yer almak istedim, Eray Düzgünsoy’un ilgisi ve özeni ile bu bir birliktelik halini aldı.
Albüm dinleyiciyle, konserler de seyirciyle buluştuktan sonra bir şeyler değişmeye başladı mı?
Evet. Aslında değişimin başlamasından çok bir şeylerin başladığı nokta tam da dinleyiciyle albümün buluştuğu o an oldu. Beni çok çok mutlu eden geri dönüşler aldım, hâlâ alıyorum. Albümün ilk konseri, lansman konseri adıyla olmasa da, Salon IKSV’de Marc Ribot öncesinde gerçekleşti. O konser başka şeyleri de şekillendirdi. Onun dışında çok yakınımdaki insanlar, uzun süredir konuşmadığım arkadaşlarım, hiç tanışmadığım insanlar albümle ilgili beğenilerini dile getiriyorlar, mutlu oluyorum.
Sonraki albümü sormak için çok mu erken?
Erken değil. Bir trio albümü var kafamda ama ne zaman olacağını bilmiyorum şimdilik.