Daha önce yayımlanan üç öykü kitabı ve İran sineması üzerine çalışmalarından sonra Semih Erelvanlı, ilk kez bir romanla, üstelik bir distopyayla karşımıza çıkıyor: Erelvanlı’nın yeni kitabı Külleri hep kitap etiketiyle çıktı, çıkar çıkmaz da ilgi çekmeye başladı. Bu romanla birlikte üç distopyaya aynı anda başlayan Erelvanlı’yla Külleri çerçevesinde bugünü, geleceği, distopyayı ve edebiyat-sinema ilişkisini konuştuk.
Röportaj: Koray Sarıdoğan
Manşet Semih Erelvanlı Fotoğrafı: Rahmi Sevim
Semih Bey, merhaba. Yeni kitabınız için okuru bol olsun diyerek başlamak isterim. Külleri için nasıl yorumlar alıyorsunuz?
Teşekkür ederim. Roman yayımlandığından beri gelen geri bildirimler, genellikle akıcı, sürükleyici ve çarpıcı olduğu yönünde. Pek çok okurdan metnin dilinde güçlü bir edebiyat tadı bulduğu yorumunu aldım. Beni en çok mutlu edense, Külleri’ni bir sinema filmi izliyormuş gibi okuduğunu söyleyenler oluyor.
hep kitap’la ilk kez çalışıyorsunuz. Beklentileriniz ve tecrübeleriniz açısından yayınevi değiştirme süreci nasıl oldu?
Önceki üç kitabım Evrensel Basım Yayın tarafından yayımlanmıştı. Son derece sevdiğim, ekibinin idealist yapısına saygı duyduğum ve hayat boyu sürmesini istediğim dostluklar kurduğum değerli bir yayınevi oldu Evrensel. Ne ki Külleri’ni tamamladığım dönemde, hayatta bazen değişiklik aramanın insana ekstra motivasyon sağladığını düşünüyordum. Bu süreçte çalışmayı istediğim yayınevlerinin başında hep kitap vardı. Hem işinde gayet yetkin bir ekip, hem de genç ve enerjisi yüksek bir yayınevi… Bu dinamik bir yapı içinde bulunmak iyi hissetmemi sağlayacaktı. Öyle de oldu. Sonrasında Külleri’nin enerjisine ve duygusuna en uygun yayınevi olduğunu görmek, beni hep kitap’a çeken güçlü mıknatısın doğruluğunu gösteriyor.
Önceleri öykü yazıyordunuz; Külleri ilk romanınız. Öyküde kalem oynatmanın etkileri romandaki bölümlerin kısalığında, kestirme ve akıcı ifadede kendini göstermiş görülüyor. Yazma deneyiminiz, dil ve anlatım imkânları açısından nasıl karşılaştırırsınız iki türü?
Öyküden sonra roman üzerinde çalışmaksa, işin doğrusu oldukça zorlayıcıydı. Ancak bu süreçte romanda kurgunun daha ön planda olmasının yazara ayrı bir haz verdiğini fark ettim. Üstelik birbirine göndermeleri bulunan üç distopya yazmaya aynı anda giriştiğimi söylemeliyim. Her birinin diğer ikisiyle tutarlı ilişkilere sahip olması için epey zaman harcadım. Bu arada anlatmayı planladığım politik ve toplumsal meseleleri farklı okur kesimlerine uygun, üstelik sürükleyici biçimde sunma çabası benim için öğretici oldu. Daha sabırlı olmak, çok sayıda karakter ve olay arasında bağlantılar kurarken daha özenli düşünmek…
Uzun soluklu olması nedeniyle romanda öykünün yıldırım hızını ve etkisini aynıyla yakalamak mümkün değilse de, ben buna olabildiğince yaklaşmaya çalışmaktan vazgeçmedim.
Diliniz sade ama çetrefilli, kısa cümlelerde bile dolaylı anlatımlar göze çarpabiliyor. Nasıl bir dil inşası gözetiyorsunuz ve bunun neresinde görüyorsunuz kendinizi?
Okuyucunun anlamadığı değil, tadını tekrar duyumsamayı istediği için bir kez daha okuyacağı cümleler kurmak, en çok önemsediğim ilke diyebilirim. Aradığım, belli ölçüde şiirsel ve olabildiğince sinematografik bir dil. Elbette o arada karakterlerin derinliğini sağlamaya, olaylardan uzaklaşmayıp merak öğesini olabildiğince diri tutmaya çalışmanın da gerekliliğine inanıyorum.
Ben distopyaları “bir gün belki olabilecek veya asla olmayacak” gelecek ihtimallerinden çok, özellikle bugünün bakışında “zaten başka biçimlerde olmuş ve olmakta olan” olayların yorumu gibi görüyorum. Külleri çerçevesinde bu görüşü nasıl yorumlarsınız?
İnsanlık tarihini yüzde doksan dokuzun distopyalarının uç uca eklenmiş hali diye okusak, ne kadar yanılırız acaba? Ve bu distopik haller birbirinden doğarak kesintisiz ilerlediği için sizin bir gelecek anlatısında bugünün izini bulmanız anlamlı görünüyor.
Bugün yaşadıklarımızı kavramaya uğraşırken, gözümüzün ve zihnimizin bizi düne götürmesi doğaldır. Oradan tekrar bugüne doğru yürüdüğümüzde, o yolun nasıl döşendiğini anlamamız de öyle. Haliyle bu, bizim üzerine doğru yürümekte olduğumuz geleceği tahmin etmemizi kolaylaştırıyor.
Ben özellikle ölüm ve intihar motiflerini alametifarika olarak görüyorum romanınızda. Toplumun “başarısız” insanların gerçekleştirdiği “edilgen” bir eylem olarak gördüğü intiharı sizin bir protesto yöntemi olarak seçmeniz, ona “etkin” bir misyon yüklüyor. Bu aynı zamanda romanın atmosferini de belirliyor. Karakterleriniz örgütlenip savaşmak yerine neden intihar etmeye karar verdiler ve sizce bu yöntem, amacına ulaştı mı?
Jilmaya ülkesinde devlet, (ister mülteci olsun, isterse kendisinin veya komşu devletlerin halkı) verimsiz saydığı nüfusu türlü yöntemlerle öldürmektedir. Üstelik bunu o zamanki dünyanın egemen politik güçlerinin çıkarları çerçevesinde gerçekleştirmektedir. İşte böyle bir ortamda kimi bu cinayetlerden bizzat sorumlu olmanın etkisiyle vicdan azabı yaşamaya başlar, kimi egemen güçlerin kötülüğüne sesini çıkarmayarak zorbalığa ortak olduğu düşüncesinin altında ezilir. Kimi idealistlerse bu zulmü ifşa ederek devleti durdurabileceğine inanır. Düşüncelerindeki ortak nokta, farklı araçlarla direnmenin, mücadele etmenin artık etkisiz kaldığıdır. Haliyle vardıkları kapı aynıdır: İntihar. Dahası eylemin politik yönünü daha da güçlendirmek için canlı yayında kamuoyuna bir bildiri okuduktan sonra alırlar canlarını.
Elbette bu yöntemi olumlamayanlar da vardır. Külleri’nin böyle bir tartışma için derinlemesine bir tartışma zemini sunduğunu eklemeliyim.
Peki, neden illaki bu aracı seçtin derseniz; ben politik amaçlı intiharın insandaki özgeciliğin en üst noktası olduğunu düşünüyorum. Külleri’nde göstermek istediğimse, hayatta onun bile işe yaramadığı karanlıkların bulunabileceği…
Sinema, özelde İran sineması üzerine de çalışıyorsunuz. Yazarken bir görseli, bir sahneyi kelimelere dökebilmek gibi sinematik kaygılar güdüyor musunuz?
Kesinlikle. İster öyküde, ister romanda anlatmak istediklerimi her şeyden önce görsel olarak canlandırıyorum zihnimde. İleride bir gün senaryosu yazılacak olsa metnim en az değişiklikle nasıl sinemaya uyarlanır, bunu yakalamaya uğraşıyorum. O nedenledir ki Külleri’ni, kurgusunu oluşturmaya koyulduğumda büyük ölçüde sahne mantığına bağlı kalarak, çok fazla sayıda alt bölüme ayırdım. Ayrıca paha biçilmez bulduğum sinemanın bir matematik kurmasını, diyalogları ekonomik ve doğal kullanmasını, geçişlerde dikkatli davranmasını olabildiğince uygulamaya çalıştım.
“Film gibi kitap” denildiğinde edebiyatçılar, “kitap gibi film” denildiğinde sinemacılar tepki gösterir. Siz ne söylersiniz bu konuda?
Az önce söylediklerimle bağlantılı olarak, ben sinema hazzıyla edebiyat tadının birleşmesine çok değer veriyorum. Çünkü metni hantallıktan kurtarmanın en önemli yollarından birinin sinemanın bakışından yararlanmak olduğuna inanıyorum. Bir de bu, bana ekran karşısında yetişmiş genç kuşakların edebiyata çekilmesinde pozitif etki yaratabilirmiş gibi geliyor.
Bütün detaylarının bilindiği bir gelecek tasavvuru veya hayal evreni yaratmak daha hacimli bir eser gerektirir kuşkusuz. Külleri’nde ise bilmemiz gerektiği kadarını biliyoruz ama bir yandan da bol karakteri olan bir romanla karşılaşıyoruz. Bu kadar çok karakteri risk olarak görmediniz mi?
Görmez olur muyum, gördüm elbette! Ne olsa her bir karakteri diğerinden ayıracak özellikleri belirginleştirmek, farklı işlevleri farklı karakterlere dağıtmayıp mümkünse tek bir kişide birleştirmek ve böylece gereksiz karakterlerden kurtulmak, hiç kolay değil. Ben olabildiğince ince eleyip sık dokuyarak Külleri’ne hikâyenin ihtiyaç duymadığı hiçbir karakteri davet etmedim. Yine de bu kadar çok karakterin devamlılığıyla uğraşmak, metinde onlara dengeli bir biçimde yer vermek ve aralarında sağlam bağlantılar kurmak beni epey zorladı. Bu zorlanmayı sevmedim mi, sevdim. Çünkü kendi potansiyelini dürtüklememek, çoğunlukla insanın yazarken tekrara düşmesine veya anlatmayı arzuladığı esas noktaya bir türlü ulaşamamasına yol açıyor. İşin doğrusu ben kendime koyduğum çıtaları yükseltmekten, böylece sağımı solumu kanatarak soluk soluğa ulaştığım dağa uzanıp gökyüzünü izlemekten ve orada aldığım taze soluklarla yenilenmekten çok mutlu oluyorum.
Bizden bu kadar. Eklemek istedikleriniz varsa alalım.
Teşekkür ederim. .
Biz teşekkür ederiz.
1987, Ankara.
Türk Dili ve Edebiyatı lisansı, Yeni Türk Edebiyatı yüksek lisansı…
KalemKahveKlavye’nin kurucusu.
Evli ve iki kedi babası…
Bazı kitaplar yazdı: Kadran Kadraj (2015), Kaosun Kalbi (2020), Yeraltı Kütüphanesi (2020), Gecenin Kıyısından Gelen Suratsız ve Yaşlı Kuzgun: Edgar Allan Poe (2020)