Bir yanda pazarlama ve iletişim, bir yanda Türkiye’nin en çok okunan yemek bloglarından HarbiYiyorum, diğer yanda konuşmacılık, danışmanlık ve yazarlık. Salih Seçkin Sevinç, yetenek ve birikimlerini disiplinlerarası konuşturmayı başaranlardan. Sevinç’le, Epsilon Yayınevi’nden çıkan yeni romanı Ruhani vesilesiyle buluştuk. Hem romanı, hem yayıncılığı konuştuk, hem de motive edici övgüler aldık. Keyifli okumalar.
—Röp: Koray Sarıdoğan
Salih Bey, hoş geldiniz. Ruhani’nin yolu açık olsun. Adet olduğu üzere ilk yorumları sorarak başlamak isterim.
Hoş bulduk. Teşekkür ederim iyi dilekleriniz için. İlk okuyanlardan gelen yorumlar -şimdilik- olumlu oldu. Genelde romanı çok hızlı okuduklarını, bir-iki günde bitirdiklerini söylüyorlar. Bunu ilk romanım için de söylemişlerdi. Bu hoşuma gidiyor. Lakin yine de her okurun farklı birikimi olduğu için romanın bölümlerinin zihinlerinde mutlaka bir yerleri zorladığına ve onları havada bıraktığına eminim. Bu tam da istediğim bir hal aslında. Yani romanın kahramanı olan Ruhani gibi kendilerini ve olay örgüsünü tam bir yere oturtamadan tıpkı Ruhani gibi salınımda hissetmeleri…
Ruhani, temelde bir karakter romanı olsa da kanlı canlı bir karakterin değil bir ruhun ve onun tanıklıklarının hikâyesi. Dört başı mamur bir karakter çizmek halihazırda zorken cismani olmayan bir karakter yaratmanın aşamaları ilk fikirden son noktaya kadar nasıldı?
En başta çok heyecan vericiydi. Sonra içine girdikçe epey zorladı tabii. Yazarken “Bir saniye, bunu Ruhani söyleyemez, şöyle hissedemez, şu şekilde davranamaz,” dediğim ve metni değiştirdiğim çok an oldu. Bu da elbette beni bir yazar olarak çok sınırladı ve zorladı. Ruhani kendisinin de dediği gibi renksiz, ne olduğunu kendine bile tanımlayamayan bir titreşim, bir hayalet. Ayrıca fiziki dünyada karşılığı olan handikapları var. Ama onun o kuantum pozisyonu aynı zamanda bizler/okuyucular için bir kazanım. Nedense ilk romanda da yine zor ve cisimsiz karakterlerle zor bir alana girdiğim için bunun da üstesinden gelebileceğimi düşündüm. Yazarken hatta bir noktadan sonra Ruhani’ye acıdım. Her ne kadar okuyucu en başta Ruhani’ye özense de bir zaman sonra Ruhani’nin pek de matah bir pozisyonda olmadığını, fiziksel bir bedene ihtiyacı olduğunu anlayacaktır.
En baştan beri bir karakter hikâyesi miydi aklınızda yoksa olayları anlatabilmek için Ruhani‘ye sonradan mı ihtiyaç duydunuz?
Olayları anlatabilmek için Ruhani’ye ihtiyaç duydum. Semavi dinlerin kurucusu olan Hz.İbrahim hikâyesi aslında tüm modern ve postmodern dünyadaki oyunun kurallarını ortaya koyan öğeleri barındırıyor. Derdim aslında zihnimdeki dağınık olan ama bir şekilde izdüşümsel olarak kestirebildiğim tüm bu bilgileri Ruhani bağlamında bir araya getirmekti. Yanına bir de eş verdim. Hikâye her ne kadar monolog başlasa da süratle diyaloğa dönüyor.
” Ruhani ‘yi Sonsuz İmkânlardan Alıkoyan, Yazarının Handikapları”
Ruhani‘nin özelliklerine belli sınırlar çizmişsiniz. Göğe yükseliyor ama ozon tabakasına kadar. Duvarlardan geçip herkesi izleyebiliyor ama sesler onun için yalnızca cızırtıdan ibaret. Zamanın akışını ise düzenli değil iç içe, üst üste, atlayarak algılıyor. Böyle bir karakteri sonsuz imkânlardan alıkoyan ne oldu yazarken?
Aslında o handikapları bilerek ve isteyerek kurguladım. Madde olacak kadar yoğunlaşamamamış, düşük titreşime sahip bir enerjinin, yani Ruhani’nin yine titreşimsel ve gözle görünmez handikaplarının onunla örtüştüğünü düşünüyorum. Kişiselleştirecek olursam, 21 yaşından bu yana sol kulağımda ani işitme kaybıyla ortaya çıkan işitsel bir problem yaşıyorum. Tıpkı romanda yazdığım gibi sol kulağımda duyduğum sesler mekanik cızırtılardan ibaret. Ruhani’yi sonsuz imkânlardan alıkoyan, yazarın dışarıdan gözle görünmeyen kendi handikapları aslında. Malum ozon tabakasını da aşamadım henüz. 🙂
İlk romanım Ölüm Yolcusu Abdülüver’in Tuhaf Seyahatleri’nde de arka plandaki fon, yine lineer olmayan bir zaman algısıydı. Bu sanırım sonraki romanlarda da böyle olacak. Roman yazarken zamanı lineer bir algıdan çıkaran ama karakterlerin özelliğince onları ve süreci sonsuz imkânlardan alıkoyan bir yazarla tanışıyorum ben de yazdıkça.
Ruhani farklı zamanlardan, farklı temalarla hikâyeler anlatıyor okura. Buradaki olayları, temaları neye göre belirlediniz? Bu öyküler toplamda ne anlatmak istiyorlar?
Hint felsefesinde bir Hindu’nun yaşamının dört amacı vardır: Darma, Arta, Kama, Mokşa… Roman bu dört başlıkla alakalı içeriğe sahip bölümlerden oluşuyor. Darma din, ahlak, töre gibi anlamlara geliyor ve insanın daha çok manevi dünyasını belirliyor. Arta iş, çalışma, kazanç, zenginlik gibi maddi dünyaya ait süreçleri belirliyor. Kama sevgi, cinsellik, zevk ve dostluk gibi konuları kapsıyor. Mokşa ise kurtuluş demek. Yani aslında reenkarnasyona inanan Hintliler de en sonunda bu maddi aleme bir daha dönmeyecek şekilde fiziki bedenlerinden kurtulmayı hedefliyorlar.
Ruhani‘de geçen hikâyelerin hepsi bölüm başlıkları ile ilgili. Kurtuluş (Mokşa) bölümünde bir ters köşe yaptım. İlk üç bölümünde Platon’un idealarında süzülen roman kurgusu, bu son bölümde Aristo’nun yeryüzü elementlerine sert bir geçiş yapıyor. Asıl cevabın bu dünyada olduğunu ve tüm ruhani anlam arayışlarının hakikatte yeryüzünün cenderesinden geçmeden gerçekleşmeyeceğini yüzümüze vuruyor.
Web sitenizde 2020 Mayıs’ta Ruhani‘nin bittiği yazıyor ama neredeyse bir yıl sonra yayımlandı. Pandemiden ötürü müydü bu?
Evet. Pandemi süreci elbette olumsuz etkiledi. Yayınevi ile birlikte romanı hep beraber ele aldığımızda Ekim ayı olmuştu bile. Aralıktı, ocaktı derken mart ayında çıktı. Sabırla bekledim. Siz de bilirsiniz, yazarlık sabır işi.
Daha önceki kurmaca eseriniz Ölüm Yolcusu Abdülüver’in Tuhaf Seyahatleri de fantastik tonlara yaslanıyordu, Ruhani de öyle. Kaleminizi bu tarafa çeken şey ne sizce?
Çocukluğumda masallara ilgim büyüktü. Aklımda en çok kalan eserler fantastik öğelere sahip. Ayrıca ergenlik yıllarında kaleme aldığım hikâyeler vardı. Ansiklopedilerden öğrendiğim bilgileri eğip bükerek tekrar ve başka biçimlerde yazmaya bayılırdım. Asurluların tarihinde anlatılan bir tarihi olayı kendi hayal gücümde tekrar yorumladığım zaman bu önüme bambaşka bir farkındalık ortaya koyardı. Bu şekilde konuları ele almayı, bu tatlarda yazmayı çok sevmişim galiba…
Don Kişot’u çok severim mesela. Gerçeği yaşayan, gerçek hayat üzerine yazan, gerçek üzerine tartışan, didişen biri olarak soyut bir anlatım, zihnimdekileri daha iyi ifade etmemi sağlıyor. Bazen arkadaşlarıma şöyle derken bulurum kendimi: “Gerçek hayat zaten kendini en saçma hallerde, her türlü biçimde ortaya koyuyor. Neden ben de ona alternatif bir oluşla gelmeyeyim ki?”
Yani seninki buysa dünya, benimki de bu!
“Yayıncılığın Pazarlama Tarafı Zayıf”
Kişisel hayatınızda pazarlama sektörüyle ilgilisiniz. Sayısal işlerde çalışan zihinlerin edebiyatta farklı bir tür yaratıcılığa sahip olduğunu biliyoruz. Bu açdan sizin mesleğinizin yazıdaki artıları ve eksileri neler?
Pazarlama aslında soyutun da soyutu bir alan. İşiniz insanların algısıyla ve bunun yönetimiyle. Kurgu yani. Öyle bir kurgu ki bu, insanların zihinlerine nasıl sızacağınıza, kitleleri nasıl harekete geçireceğinize, nereden bir damara gireceğinize, nasıl tepkiler alıp bu süreçleri nasıl yine kendi kurgunuza katarak ilerleyeceğinize dair stratejiler ve refleksler geliştirmenizi sağlayan, o yüzden süreçte ileri/geri sonsuz kez değişen, en sonunda müspette ortaya çıkanı öngörmenizin imkânsız olduğu bir öğreti. Siyasetçiler, reklamcılar, pazarlamacılar… Hepsi bunun çok iyi farkında.
Bu bağlamda tahmin edilenin aksine kesinlikle sayısalcı biri olmadım. Pazarlamanın da bölümleri var tabii. Araştırma Teknikleri alanında işler yapsaydım işim sayılarla olurdu. Ama ben pazarlamada hep kreatif ve kurgusal süreçlerde yer aldım. Bu sayede nasıl roman yazabileceğimi keşfetmiş olabilirim. Olabilirim diyorum, çünkü benim de farkındalığım size verdiğim bu cevaplarla ortaya çıkıyor 🙂
Önceki soruya bağlı olarak biraz da sizin bakışınızdan Türkiye yayıncılığının nasıl göründüğünü de öğrenmek isterim. Yayıncılığın bizdeki sektörleşmesi çok hızlı oldu ve aslında dünyadaki gelişmiş örneklere göre çok şeyi de atlaya atlaya ilerliyoruz. Hem yazar olarak, hem sektöre dışarıdan bakan bir stratejist olarak artıları ve eksileriyle neler söylersiniz?
Yayıncılıkta pazarlamacı gözlüğüyle, özellikle pazarlama tarafının zayıf olduğunu ve mevcut dijital medya enstrümanlarında atılacak çok adım olduğunu düşünüyorum. Bu anlamda mesela KalemKahveKlavye.com çok büyük bir boşluğu dolduruyor. Bir yazarın kendini sizin gibi işin ehli insanlardan gelen sorulara cevap verirken bulması çok anlamlı. Bana bundan sonra biri eğer romanını anlatır mısın diye sorarsa, gönül rahatlığıyla bu röportajı kendilerine gönderebilirim örneğin. Bu büyük bir pazarlama enstrümanı ve bir yazar için kuvvetli bir içeriktir. Yazarların buna ihtiyacı var. Yayınevlerinin de… Kendi şahsi blogumda özellikle Ruhani özelinde tüm bu basında çıkan haber, röportaj v.b. içerikleri aynı yazı altında derlemeye başladım. Bir de tüm sosyal medya paylaşımlarını bir klasörde topluyorum. Bakalım sonuçta ortaya nasıl bir envanter çıkacak. Sektörün pazarlama nabzını yeni romanım Ruhani özelinde ölçerek Türkiye’de edebiyatın pazarlanması anlamında bir projeksiyon ortaya koymaya çalışacağım.
Ayrıca kitap satışı yapan e-ticaret sitelerini yine aynı şekilde sığ buluyorum. Arka kapak yazısını gir, kitabı insanlara yoruma aç, satış fiyatını gir, kapağı koy, yallah! Bunu sadece içerik anlamında değil, kategorik olarak da metodolojilerinin geliştirilmesi gerektiği anlamında söylüyorum.
Amerika’daki Strand Book Store’un kategorik yapısına bakıp ilham alsınlar mesela.
Bir başka kitabınız da Her Şeyin Başı Blog. Türkiye’de bir eserin dosyadan kitaba dönüşmesi ve okura ulaşması süreci, çok dar bir piyasanın ve agresif bir mekanizmanın içinde gerçekleşmeye çalışıyor. Yazarlar ve yazar adaylarının okurlarına ulaşması özelinde, Türkiye’deki blog ve sosyal medya kullanımının güncel işlevi nasıl?
Ben Her Şeyin Başı Blog kitabını ilk kitabım Pazarlama İletişiminde Sosyal Medya‘nın basılmasına vesile olan blog yazımdan ilham aldığım için yazdım. Dijital dünyada en kalıcı ve konsantre hafızalara seslenen mecraların bloglar olduğunu iddia ettim ve bu savımı pekiştirici örneklerle donattım.
Kurgu ya da kurgu dışı tüm eserler büyük projeler. Yorucu, uzun süreçler. Bloglar gelecek kuşaklarda toplumsal hafızaya kalıcı olarak seslenen yerler. Bir eser ortaya koymak gibi olmasa da en azından orta süreli hafızaya seslenebileceğiniz yegâne yerler. Eskiden yazarlar bu orta hafızalı içerikleri oluşturmak için birbirlerine, sevgililerine mektuplar yazarlarmış. Şimdi yazarlar için bloglar var. Bu yüzden yazarların blog yazısı yazmalarını tavsiye ederim. Çünkü bir yazarın her zaman yazmayla ilgili derdi vardır ve ne Twitter ne de Instagram onu keser.
Edebiyat okuru olmayan ama KahveKalemKlavye.com okuru olan çok insan olduğunu düşünüyorum.
Bir pazarlamacı olarak içerik üzerine günlerce konuşabilirim ama Ruhani buna gücenir şimdi.
Öyleyse bizden bu kadar, güzel sözleriniz için çok teşekkürler. Eklemek istedikleriniz varsa buyurun.
İlk defa böylesine yalın ama bir o kadar da derinlemesine gözlem gücüne sahip sorularla muhatap oldum. Çok keyifliydi. Teşekkür ederim.
Biz teşekkür ederiz. 🙂
Salih Seçkin Sevinç Edebi Kurgu Alanındaki İkinci Eseri Ruhani ile Epsilon Yayınevi’nde
Sıradışı romancı kimliği ve yaratıcı kalemiyle dikkatleri çeken yazar Salih Seçkin Sevinç, edebi kurgu alanındaki ikinci eseri Ruhani ile artık Epsilon Yayınevi çatısı altında! Salih Seçkin Sevinç metaforik anlatımlar ve felsefi öğretilere zenginleştirdiği yeni kitabında; sonsuzluğun içinde var olmaya çalışan ve Ruhani adıyla anılan bir varlığın, yeni tanıştığı duygulara karşı hissettiği heyecanı, kendisini ve aşkı keşfedişini kaleme alıyor. Beklenmedik bir anlatıya unutulmaz bir sonla nokta koyan yazar, “Platon’un ideaları ve Aristo’nun yeryüzü elementleri arasında sıkışmış bir aşk romanı” diyerek nitelendirdiği Ruhani’de gerçekle hayali harmanlayarak ikisini de tanınmaz hâle getiriyor.
Yazar Salih Seçkin Sevinç, özgün tarzıyla kaleme aldığı yeni romanı Ruhani ile Epsilon Yayınevi ailesine katıldı.
İnsanlığın var oluşundan bu yana dünyadaki mevcudiyetini koruyan, tarihe yön veren olaylara tanıklık ederken aile sofralarının görünmez misafiri olarak başköşedeki yerini alan ve sonradan Ruhani adıyla anılan tinsel varlık; olan biteni izleyerek sonsuzluğa dahil olur ancak hiçbir şeyi duyamaz. Onun için sadece cızırtılardan ibaret olan konuşmaları asla duyamayan Ruhani, kimsenin haberi olmadan yaşananları izlemiştir ancak hikâyenin aslına vakıf değildir. Bu durum, Lilith’in yanına gelmesiyle tamamen değişir. Lilith de insanoğlunun ilk şafağından beri yeryüzünde olup biteni izlemiştir ancak Ruhani’den farklı olarak, konuşmaları da işitmiştir. Karaktere Ruhani ismini veren Lilith, önce onun anlattığı ve gerçeklere kıyasla neredeyse çocuksu kalan öyküleri büyük bir keyifle dinler, sonra kendi tanıklıklarını anlatmaya başlar. İlk kez konuşabildiği ve kendisini duyabilen bir varlıkla karşılaşan Ruhani, hem kendini hem gördüklerini hem de adına aşk dediği duyguyu keşfetmeye başlar…
Felsefî ve semavî öğretilerin etkileyici fantastik unsurlarla bir araya geldiği, çarpıcı sonuyla akıllara kazınan, Salih Seçkin Sevinç’in yeni romanı Ruhani, Epsilon logosuyla raflarda ve internet satış sitelerinde!
1987, Ankara.
Türk Dili ve Edebiyatı lisansı, Yeni Türk Edebiyatı yüksek lisansı…
KalemKahveKlavye’nin kurucusu.
Evli ve iki kedi babası…
Bazı kitaplar yazdı: Kadran Kadraj (2015), Kaosun Kalbi (2020), Yeraltı Kütüphanesi (2020), Gecenin Kıyısından Gelen Suratsız ve Yaşlı Kuzgun: Edgar Allan Poe (2020)
[…] Nisan 2021 tarihinde KalemKahveKlavye.com‘da yazar Koray Sarıdoğan’ın sorduğu sorulara yanıt verdim. Ruhani ve […]