Son zamanlarda çeviri kitaplarda Sırp bilim adamı Nikola Tesla ile ilgili romanlar ve biyografiler ivme kazandı. Geç gelen şöhret denebilecek şekilde artık popüler kültürde de epey bir yere sahip “çılgın mucit”. Bahsettiğim çeviri kitaplardan biri de Samantha Hunt’ın “Tesla’nın Kutusu” adlı biyografik romanı. Fakat öncesinde Tesla’dan biraz bahsedelim.
Nikola Tesla enerjiye kolay ulaşılan, savaş ve ölümün manasız bulunduğu, şimdikinden farklı bir gelecek hayal eden fakat hak ettiği takdiri hayattayken görememiş Sırp kökenli bir mucitti. Dindar babası onun papaz olmasını istiyordu ama Nikola’nın gönlünde yatan meslek mühendislikti. Yakalandığı ağır bir hastalık vesilesiyle babasını buna ikna ederek bu bölümde okumaya başladı. Amacı insanların yaşam standartlarını daha üst düzeye taşımaktı. “Çok fazlı alternatif akım üreteciyle” “enerjinin kablosuz aktarımını” hedefledi. Her ne kadar radyo Marconi’nin adıyla anılsa da aslında bu icat Tesla’ya aitti. Kendini insanlığa anlatamadı, oysa tek istediği “inanılmaktı.” Dünya dışı bir varlık değildi; tüm yaptığı bilimdi, mühendislikti. İnsanlığa küskün gitti çünkü kimileri ona deli dedi, kimileri ise onu gelecekten gelmiş, Amerika’yı yok etmek ve dünyanın düzenini alt üst etmek isteyen çılgın bir bilim adamı olarak gördü; hem de evlerinde Tesla’nın alternatif akımıyla edindikleri elektriği kullanırken, Marconi’nin adıyla anılıp esasen Tesla’nın icadı olan radyoda güzel şarkılar dinlerken yaptılar bunu. Yeri geldi, niteliklerinin çok altında işlerde -hendek kazmak gibi- çalışmak zorunda kaldı hayatını sürdürebilmek için. O da kendini soyutladı insanlardan, çevreden. Güvercinleri kendine dost bildi. Diğer insanlar kısıtlı frekanslardan bilgi alırken o, duyuları en üst düzeyde çalışan biriydi. Fakat dışarıdan bakınca kaçınılmaz olarak, parkta güvercinlerle konuşan bir deli adam portesi çiziyordu. Hayatı otel odalarında geçti, bir kadını sevip kurulu bir düzen sahibi olamadı. Ona göre bilimle uğraşan birinin eşi olamazdı çünkü.
Thomas Edison ile aralarında daimi bir mücadele vardı. Edison Tesla’nın projelerini desteklemedi, masraflı ve çılgınca buldu. Tesla, kapitalizmin darbesini yedi. Nobel ödülünü Edison ile paylaşması teklif edildi fakat Tesla bunu reddetti. Her yerden Tesla’nın yoluna taş koyuldu çünkü dünyanın düzeni böyleydi; birileri sömürülür, birilerinin de cepleri dolardı. Tesla diye bir adamın icatlarıyla gelip bu sistemi bozmaya ne hakkı vardı! Onun söyledikleri para babası patronların işine gelmemişti elbette. Enerjiden para kazanılmayan bir yaşam düzeni mi?! Bedava elektrik mi?! Tek kelimeyle korkunç!
Tesla’nın Kutusu’nda Samantha Hunt, mucidin hayatını Louisa, Walter, Arthur, Azor ve hatta Edison ile destekleyerek anlatıyor. Louisa bir otelde temizlik görevlisidir ve bu otel Tesla’nın kaldığı oteldir. Odaya temizliğe her girdiğinde Tesla ile ilgili bir şey keşfeder, orası bir harikalar diyarı gibidir onun için. Tesla’ya yeri gelir yarenlik eder ve onu yakından tanıdıkça hiç de insanların düşündüğü gibi biri olmadığını anlar. Louisa’nın babasının arkadaşı Azor’un zaman makinesi projesi vardır. Louisa’nın babası Walter’ın yegane hayali geçmişe gidip yıllar önce ölen karısı Freddie’yi bir kez olsun görebilmektir. Bunu başarabilecek midir? Bu durumda Tesla ne yapar?
Birkaç yerde bu romanla ilgili Tesla’nın hayatını anlatmakta yetersiz kaldığı, diğer kahramanlara ağırlık verildiği, kitabın vaat ettiklerini cevaplamadığı yönünde olumsuz eleştiriler okudum. Muhakkak ki her okurun eserden beklentisi farklıdır, saygı duyarız fakat bu yorumlara katılmadığımı söylemeliyim. Öncelikle, her ne kadar biyografik öğeler taşısa da bu bir kurgusal metin, söz konusu kişinin yaşamını harfiyen anlatan bir biyografi değil; kurgusal olduğundan buna mecbur da değil. Yazarın, kahramanlara verilen ağırlık konusunda da dengeyi iyi sağladığını, Tesla’yı odaktan uzaklaştırmadığını, mucidin iç dünyasını başarılı şekilde betimlemiş olduğunu düşünüyorum. Uğradığı haksızlığı, kapitalizmin kendisinin yüzüne vurduğu tokatla hissettiklerini okura çok iyi aktarmış yazar.
Murakami’nin Sahilde Kafka’sında bir karakter şöyle der: “Bazı şeylerin değerinin anlaşılması için zaman geçmesi gerekir.” Tesla’nın maruz kaldığı da bu oldu. Meczup muamelesi görmek yerine destek istiyordu sadece. Fakat hak ettiği değer ölümünden yıllar sonra verilmeye başlandı ama o bile hâlâ tam değil. Dar ya da geniş, herhangi bir kitleyi yoklasanız Edison’u herkes bilir ama Tesla ve onun yaptıklarını bilenler sınırlı sayıda kalır. Bugün hayatınızdaki iletişim konforunu büyük oranda Tesla’ya borçlu olduğunuzu bilin, bu yeter. Tesla’nın Kutusu da biyografik roman sevenler için güzel bir seçenek olacaktır. Bu kitabı okuduktan sonra “Ben doymadım, başka neler var?” deyip mucit hakkında farklı eserler de okumak isteyeceğinizi düşünüyorum; Vladimir Pistalo’nun Sırbistan’da yılın en iyi romanı ödülüne layık görülen “Tesla-Maskelerle Çevrili Bir Hayat”adlı biyografik romanı ve Soner Tuna’nın “Tesla-Elektriğin Tanrısı”adındaki çizgi öyküsü de önerilerimiz arasında.
İstanbul doğumlu. İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü bitirdi, aslen edebiyat öğretmeni. Bunun yanında edebiyat, kültür-sanat odaklı bir dijital platformda ve zaman zaman çeşitli gazete ve edebiyat dergilerinde kitap kritik yazıları yazdı. Şimdi ise kalemkahveklavye.com’da buna devam ediyor.