20. yüzyıl bilimsel anlamda insanın en büyük atılımı yaptığı yüzyıldır. Bilim insanları; eğer insanın o sonsuz merak duygusu olmasaydı ve hayal gücünü çalıştırmasaydı bugünkü bilgi birikimi mümkün olmazdı diyerek, bilimsel gelişmelerde en büyük payı insanın hayal gücüne ve merak duygusuna veriyorlar. Merakın ve hayal gücünün etkili olduğu alanlardan biri de, insanın kendini ifade yollarından biri olan sanattır. Özellikle edebiyatta bilimsel merakı hayal gücüyle birleştirebilen yazarlar, bilimin gerçeklerinden yararlanarak yaşanan zamanın daha sonrasında olabilecek olaylar hayal etmişler ve bunlarla yaptıkları kurgularla öykü ve roman yazmışlardır.
Bilimkurgu (Science-fiction) terimi ilk defa Hugo Gernsback adındaki bir Amerikalı elektrik mühendisi tarafından ortaya atılmıştır. Edebiyat alanında bilimkurgunun geçmişi Samsatlı Lukianos’un (MS 125-180), 2. yüzyılda yazdığı Gerçek Bir Öykü adlı yapıtına dayandırılır. O günden sonra tarihsel süreç içerisinde birçok yazar bilimkurgu türündeki yapıtlarla ölümsüzleşmişlerdir. Ay’a Yolculuk’la henüz uzay seyahatlerinin olmadığı bir zamanda Jules Verne, 1984’le teknolojik gelişmelerin yardımıyla gelecekte oluşabilecek sosyal özgürlük kısıtlamalarını öngören George Orwell, Ben Robot’la ahlaki değerlere sahip androidleri yazan Isaac Asimov, bu türün klasiklerini yaratmışlardır. Orhan Duru’nun 1 Ocak 1973 yılında Türk Dili dergisinde yayımladığı yazısıyla Türkçe ismini koyduğu bilimkurgu, günümüzde görünürlüğü artmış türlerden biridir.
Bilimkurgu eserlerinde bilimin girdiği her alan kurguda kullanılabilir. Zamanda yolculuk, uzay yolculuğu, ışınlanma, bilgisayarlar, robotlar, siborglar (Siborg, biyolojik ve yapay kısımları olan varlıklara verilen isimdir. Sibernetik organizma teriminin kısaltılmasıdır.), genetik mühendisliği, telekinezi, telepati, UFOlar, zaman makinesi, çevre kirlenmesi, mutantlar, düşünce okuma cihazları, beyin dalgaölçerleri ve daha birçok bilimsel verileri örnek olarak sayabiliriz.
Zaman zaman fantastik türle karıştırılan bilimkurgu, aralarındaki silik sınıra rağmen; bilimsel gelişmelerden, bilgi verilerinden yararlanılarak ortaya konan bir yapıt olarak tanımlanabilir. Eğer bir yapıt bilimsel verilere dayanmıyorsa istendiği kadar hayal gücü ile süslenmiş olsun, hiçbir zaman için bir bilimkurgu eseri olmaz. Yazar bilimsel temellere dayandırdığı yapıtında kurguyu gelecekte olabilecekler konusunda kurabiliyorsa, ortaya çıkan eser bilimkurgu olur. Bilimkurgu türünde yazılmış bir roman ya da öykü, yazarın yarının dünyasında olası bilimsel gelişmelere dair yaptığı tahminlerdir, asla bilimsel bir teori ya da hipotez değildir. Yazarın hayal gücüdür, edebi bir metindir.
Geçtiğimiz günlerde Kayıp Rıhtım internet sitesinin geleneksel Yılın EN’leri okur anketlerinde, 2019 yılı sonuçları açıklandı. 47 kategoride toplamda 5.634 okurun oy kullandığı ankette, Ruhşen Doğan Nar’ın İçimdeki Robot adlı bilimkurgu öykü kitabı, Yılın En İyi Spekülatif Öykü Kitabı kategorisinde, yerli yapıtlar arasında okurlar tarafından ikinci seçildi.
Kitapta on beş kısa öykü yer alıyor. Ruhşen Doğan Nar çatışması, kurgusu ve ritmiyle okuru diri tutan, konunun içine dahil olmasını sağlayabilen öyküler kurgulamış. Kısa, net, vurucu cümlelerle ördüğü öykülerinin konusunu toplumsal yaşamın çıkmazlarından, küresel sistemin dayatmalarının yarattığı bunalımlardan alıyor. Öykülerinde bilimsel verileri çok yaratıcı kullanabiliyor. Güncelin içinde geleceği yazmayı başarabilen, bunu yaparken de gerçekçi hikâyeler yaratabilen yazar, oluşturduğu öykü atmosferinde okuru içine çektiği gibi, okuma eylemini sorgulama eylemine de dönüştürebiliyor.
Kitabın ilk öyküsü Dikizatör’den başlayıp sondaki Uzaylı, Biz Gerizekâlıyız öyküsüne kadar bütün öykülerde; bilimin insanın rahatına, iyiliğine hizmet etmesi gerekirken, egemen güçlerin güdümünde insanı nasıl köleleştirip nesneleştirdiğine tanık oluyoruz. Bilimin sunduklarının, gücü elinde tutanlar tarafından insanın kişiliğinin, özgürlüğünün, bireyselliğinin elinden alınmasında kullanıldığını görüyoruz. Yalnızlaşan insanın kendisine ait olanı, mahremiyetini nasıl kaybettiğini okuyoruz. Öykülerin gerçekliği canımızı yakıp insanlığımızla yüzleşmemizi de sağlıyor.
Kitabın can alıcı öykülerinden biri böyle bir yüzleşme öyküsü. Ada 412 öyküsünde öykünün geçtiği Tarih Müzesi Sanal Gerçeklik Merkezinde, ziyaretçilerin geçmişteki insanlık suçlarını teknolojik aygıtlarla tekrar yaşayarak, geçmişin acılarını deneyimleyebilmeleri çok yaratıcı. Öyküyü okuyup bitirdikten sonra insan düşünmeden edemiyor; böyle bir aygıt olsaydı, suç işleyenlere yaptıklarını defalarca izletebilseydik nasıl olurdu acaba? Özellikle insanlığa karşı büyük suçları işlemeye devam eden, doğayı hesapsızca yok oluşa sürükleyen egemenlere, yaptıklarını ve sonuçlarını defalarca izletmek mümkün olsaydı, sonunda insani duygularını hatırlamalarına yardımcı olabilir miydik?
Bir başka öyküde, Soru Cevap öyküsünde, laboratuvar ortamında ölümden uyandırılan insanlara, ölüm anında ve ölüm sonrasında neler hissettikleri soruluyor. Sorgulamanın can alıcı sorusu ise; geri dönmeyi isteyip istemedikleri. Bir yandan vahşice doğayı ve yaşamı yok ederken, diğer yandan da kendi yok oluşunu kabullenemeyen insanın, ölümsüzlük arayışını gösteren oldukça iyi kurgulanmış, felsefi sorularıyla insanı derinleştiren bir öykü. Odağında en insani hallerimizin yer aldığı bu öyküde, okur da yazarla birlikte insan olmanın ne anlama geldiğini sorguluyor. Ölümü anlayabilme çabasında, insanın en çok merak ettiği şeylerin başında gelen ölüm anı ve ölümden sonrasının nasıl olduğu sorularına yanıt arıyor.
Ruhşen Doğan Nar insani halleri kurgularken sistemin iyi ve kötü üzerindeki belirleyiciliğini de vurgulamayı gözden kaçırmıyor. Politik göndergesi olan, sistem eleştirisini önceleyen öykülerinden 2040 böyle bir öykü. Orwell’in 1984’ünü aratmayacak distopik bir dünyayı işaret eden, teknolojinin egemenin elinde nasıl acımasız bir denetleyici haline geldiğini çok iyi anlatan bu öyküde, yapay zekâ kavramını sorguluyor yazar.
2040 öyküsünde, yapay zekâ kavramını aklın ilerisinde bir yerlere oturtup, insanı güçsüzleştirecek, hiçleştirecek bir olgu olarak sunan gündemi eleştiriyor. Yapay zekâ karşısında insanın duygusal ve bilişsel yapısını, insan zekâsını sıfıra indiren görüşlerin, yapay zekâ karşısında insanı çaresizleştiren tartışmaların gerçekliğini sorgulatıyor. Yazar, yaratılan yapay zekâ paranoyasını merkeze oturtarak yaptığı kurguda, yarattığı geleceğin distopik evrenindeki aksaklıklara karşı çıkışları bastırmak için, yöntem olarak yok etmeyi kullanan egemenlerin acımasızlığını gözler önüne seriyor. Öyküdeki androidin konuşması paranoyamızın anlamsızlığını gözler önüne sermesi bakımından oldukça ironiktir:
“Oysa yapay zekâ hiçbir zaman cinayet işlememiştir. Cinayet insanlığa ait bir kavramdır. İnsanlık yapay zekânın kendilerine benzeyeceğini sanmıştır. Bundan ölesiye korkmuştur. Bu korku onlara ( … ) öyküler yazdırmıştır. Ancak sizin de bildiğiniz gibi yanılmışlardır. Biz hiçbir zaman insan öldürmedik.”(sf:28) “Atalarınız gezegeni yaşanmaz hale getirdiğinde, yapay zekâya sahip androidler az sayıda insanı zar zor yaşatmayı başarıp, onları insan bahçelerinde korumaya almışlardır.”(sf:29)
Bu konuşma aynı zamanda sistemin bilimi nasıl korkutma aracı olarak kullandığını da gözler önüne seriyor. Ruhşen Doğan Nar bu öyküde sistem eleştirisini tam da boyun eğdirme, boyun eğme, sahip olma duygusu üzerinden, çok gerçekçi bir yaklaşımla yapıyor. Bilimsel araştırmalar eğer istenirse insanı yok eden, korkutan araçlar yaratmada değil, dünyayı güzelleştirip yaşanır kılmada kullanılabilir. Tıpkı öyküdeki yapay zekâ sahibi androidler gibi.
İçimdeki Robot’ta yer alan, birbirinden güzel diğer öyküler de kurgularında günümüz insanını içine hapsolduğu çıkmazında gösterebilmeyi başaran öyküler. Yazarın ironiyi kullanabilme becerisi, öykülerinin inanırlığını artırıyor. Etim Etindir! öyküsü bu anlamda güldürürken düşündüren bir öykü. Evliliklerinin onuncu yılında et yemek isteyen çiftin, kendi etlerinin hücrelerinden, laboratuvarda üretilen etlerle yaptıkları yemeği yemeleri oldukça ilginç. Karakterlerin yemeği yerken kalça ve göğüs etini lezzet bakımından kıyaslayan konuşmalar yapmaları, geleceğin dünyasında bile etin fiyatının ödenemeyecek kadar yüksek olmasını eleştirmeleri oldukça ironik bir dille anlatılıyor.
Geleceği yaratırken bugünden ayrılmayan yazar, öykülerini kurarken günümüze ait göstergeleri ustalıkla kullanıyor. Bu durum okurun, her bir öykünün ustalıkla yaratılmış evrenine rahatlıkla dâhil olmasını sağlıyor. Yazarın uzun betimlemeler yapmadan yarattığı mekânlarda okur, hem kahraman, hem de izleyici olabiliyor. Ruhşen Doğan Nar’ın öykülerindeki karakterler, yaşayan kişiler. Bugünün Türk insanını gelecek içinde kurgularken sahiciliği yakalamayı başarabildiğinden, okur herbirini yadırgamadan kabullenebiliyor.
Edebiyat Bilimi kitabında, “Bir eserin türü geleneksel olarak, görece sabit ve tarihsel bakımdan yinelenebilir olan birtakım içeriksel ve bilimsel ölçütlere göre saptanmaktadır,” diyen Pospelov, her tarihsel sürecin kendi türünü yarattığını söylüyor. Bu anlamda, bilimkurgu da dramatik türün son yıllarda hem sinema hem de edebiyat alanında, nitelikli ve çokça eserler verdiği alt türlerden biridir. Daha çok gençlerin ilgi duyduğu bir tür olan bilimkurgunun yeniliklere açık, geniş ufuklu, hayal gücü zengin insanların çoğalmasına yararı olduğu düşünülmektedir. Bu anlamda Ruhşen Doğan Nar’ın öykü kitabı da, hem edebi güzelliği, hem de duyusal zenginliği yakalayabileceğiniz, hayal gücünüzü besleyecek bir yapıt. Kitabı oluşturan on beş öyküyü okuyup bitirdikten sonra bana hak vereceğinize eminim.
[…] Kaynak: KalemKahveKlavye […]