Bahri Barlas, Kalem Kahve
Klavye için Alpcan Candan tarafından yazılan bir hikaye dizisi olup iki hafta,
dört bölüm halinde, Salı ve Perşembe geceleri yayınlanacaktır.
Klavye için Alpcan Candan tarafından yazılan bir hikaye dizisi olup iki hafta,
dört bölüm halinde, Salı ve Perşembe geceleri yayınlanacaktır.
Günün İkinci Sonu
Çocukluk
geleceğe her zaman yakın olmuştur. Herkes bilir, kimse söylemez; çocukların
gözleri, zaman makinasının gerçek icadıdır. İnsan oradan her yere gidebilir.
İnsan her yerden oraya gelebilir. Bahri Barlas’ın on altı yaşında yazdığı bir
şiirdeki gibi;
geleceğe her zaman yakın olmuştur. Herkes bilir, kimse söylemez; çocukların
gözleri, zaman makinasının gerçek icadıdır. İnsan oradan her yere gidebilir.
İnsan her yerden oraya gelebilir. Bahri Barlas’ın on altı yaşında yazdığı bir
şiirdeki gibi;
”Sözde zamanımı
elimden almışlar,
elimden almışlar,
Elimi kim gördü ben
bilirim!”
bilirim!”
”Feyyaz’a
ulaştıracağım bunları. NASA’dan bir tanıdığı varmış. Ulan herkesin iyiliği için
diye slogan koymayı biliyorlar. Gökalp’in iyiliğini de düşünsünler biraz. Bak
ne kadar uğraştım bu fotoğraflar için. Millet bunun için Photoshop‘u
hatmeder. Ben uykusuz kaldım, günlerce uyumadım! Elbet bir bedeli olacak.
Olmalı!” derken Gökalp, Bahri onun yüzüne bakıyordu. Sanki yüzünde gizli bir
perde vardı da, oraya göremediği bir projeksiyondan Gökalp’in tüm hayatı
yansıyordu.
ulaştıracağım bunları. NASA’dan bir tanıdığı varmış. Ulan herkesin iyiliği için
diye slogan koymayı biliyorlar. Gökalp’in iyiliğini de düşünsünler biraz. Bak
ne kadar uğraştım bu fotoğraflar için. Millet bunun için Photoshop‘u
hatmeder. Ben uykusuz kaldım, günlerce uyumadım! Elbet bir bedeli olacak.
Olmalı!” derken Gökalp, Bahri onun yüzüne bakıyordu. Sanki yüzünde gizli bir
perde vardı da, oraya göremediği bir projeksiyondan Gökalp’in tüm hayatı
yansıyordu.
Gökalp’in
çocukluğunu, ilkokul yıllarında bir oyuncakçı dükkanından çaldığı teleskopla
günlerce gökyüzünü izlemesini, bazı yıldızlara isim koyup, her gece onları
kontrol etmesini. Arkadaşları aralarında bu konular açıldığı zaman bir anda
ciddiyete bürünüp, ”Saçmalamayın, yıldızlar kaymaz, meteorlar kayar!” diyerek
çıkışmalarını görüyordu Bahri. Aynı zamanda Gökalp’in çocukluğu ona da ayna
oluyordu. Gökalp’in çocukluğu demek, onun da çocukluğu demekti. Gözünü bile
kırpmadan izliyordu!
çocukluğunu, ilkokul yıllarında bir oyuncakçı dükkanından çaldığı teleskopla
günlerce gökyüzünü izlemesini, bazı yıldızlara isim koyup, her gece onları
kontrol etmesini. Arkadaşları aralarında bu konular açıldığı zaman bir anda
ciddiyete bürünüp, ”Saçmalamayın, yıldızlar kaymaz, meteorlar kayar!” diyerek
çıkışmalarını görüyordu Bahri. Aynı zamanda Gökalp’in çocukluğu ona da ayna
oluyordu. Gökalp’in çocukluğu demek, onun da çocukluğu demekti. Gözünü bile
kırpmadan izliyordu!
Lisenin ilk senesi
arkadaşları, diğer başka arkadaşlarıyla sinemaya, parka, kafeye, alışveriş
merkezlerine giderken, kendisinin tanışmak istediği yazarlarla tanışmak için,
nasıl imza günlerinde saatlerce sıra beklediğini izliyordu. Attilâ İlhan’ın
imza gününde, sırf onunla tanışmak uğruna, imza gününden iki hafta önce
bisikletten düştüğü için bacağını burktuğu halde, buruk bacağının üstünde dört
saat, buna rağmen mutluluğundan hiçbir şey kaybetmeden beklediğini görüyordu. O
zamanlar da kendisinden başka kimse göremiyordu Bahri’nin hayatını. Tıpkı şimdi
olduğu gibi. Her seferinde yazdığı son şiirlerin adını, çizdiği bir resmin
üzerine yazıp, kitaplarının kapağını hayal ederken, ona birilerinin ”Boş işler
müdürüsün Bahri” demesi gibi.
arkadaşları, diğer başka arkadaşlarıyla sinemaya, parka, kafeye, alışveriş
merkezlerine giderken, kendisinin tanışmak istediği yazarlarla tanışmak için,
nasıl imza günlerinde saatlerce sıra beklediğini izliyordu. Attilâ İlhan’ın
imza gününde, sırf onunla tanışmak uğruna, imza gününden iki hafta önce
bisikletten düştüğü için bacağını burktuğu halde, buruk bacağının üstünde dört
saat, buna rağmen mutluluğundan hiçbir şey kaybetmeden beklediğini görüyordu. O
zamanlar da kendisinden başka kimse göremiyordu Bahri’nin hayatını. Tıpkı şimdi
olduğu gibi. Her seferinde yazdığı son şiirlerin adını, çizdiği bir resmin
üzerine yazıp, kitaplarının kapağını hayal ederken, ona birilerinin ”Boş işler
müdürüsün Bahri” demesi gibi.
Kendisinden başka kimseye görünemeyen insanların temsiliydi Bahri
Barlas. 12 Mart 1985 yılında Bakırköy’de doğmuştu. Ve yirmi sekiz yıl sonra,
2013 yılının herhangi bir gününde, yine Bakırköy’de doğmaya çalışıyordu. Ucunda
ölüm de olsa doğması gerekiyordu artık, böyle hissediyordu. Nursel
nişanlanmıştı. Nursel deyip geçemedi. İlkokuluydu Nursel, lisesiydi, ilk
sarhoşluğuydu, ilk öpüşmesiydi, yaşamında tanıştığı tüm ilklerin bir diğer adı
Nursel’di.
Barlas. 12 Mart 1985 yılında Bakırköy’de doğmuştu. Ve yirmi sekiz yıl sonra,
2013 yılının herhangi bir gününde, yine Bakırköy’de doğmaya çalışıyordu. Ucunda
ölüm de olsa doğması gerekiyordu artık, böyle hissediyordu. Nursel
nişanlanmıştı. Nursel deyip geçemedi. İlkokuluydu Nursel, lisesiydi, ilk
sarhoşluğuydu, ilk öpüşmesiydi, yaşamında tanıştığı tüm ilklerin bir diğer adı
Nursel’di.
”Birader orada
mısın? Barlas!… Oğlum nerelere daldın gittin yine?” Gökalp, Bahri’nin beş
dakikadır hiç kapırdamayan gözlerini yeni fark etmişti, şimdi Bahri’nin dalgınlığını
ona hatırlatmak için konuşuyordu.
mısın? Barlas!… Oğlum nerelere daldın gittin yine?” Gökalp, Bahri’nin beş
dakikadır hiç kapırdamayan gözlerini yeni fark etmişti, şimdi Bahri’nin dalgınlığını
ona hatırlatmak için konuşuyordu.
Ve o geliyordu.
Gökalp’in konuşması
artık boşunaydı.
artık boşunaydı.
Aralarında on metre
bile yoktu.
bile yoktu.
Ama bu, aralarında
bir dünya olduğu gerçeğini değiştirmeye de yetemiyordu.
bir dünya olduğu gerçeğini değiştirmeye de yetemiyordu.
Bahri ona bakarken
Barlas’ı düşünüyordu.
Barlas’ı düşünüyordu.
”Bak kimse ona
Fyodor demedi. Hep Dostoyevski diye anıldı. Hatta bırak Dostoyevski’yi, çok
uzağa gitmeyelim. Bundan on yıl sonra Zülfü Livaneli bile tamamen Livaneli diye
anılmaya başlayacak. Sende de böyle bir soyad var işte. Baksana, söylerken bile
kendini önemli hissediyor insan. Barlas… Tekrar tekrar söyleyesi geliyor
insanın.”
Fyodor demedi. Hep Dostoyevski diye anıldı. Hatta bırak Dostoyevski’yi, çok
uzağa gitmeyelim. Bundan on yıl sonra Zülfü Livaneli bile tamamen Livaneli diye
anılmaya başlayacak. Sende de böyle bir soyad var işte. Baksana, söylerken bile
kendini önemli hissediyor insan. Barlas… Tekrar tekrar söyleyesi geliyor
insanın.”
Böyle söylemişti
adını şu an hatırlayamadığı bir arkadaşı. Umudu artmıştı, yüzü gülmüştü bu
cümleleri duyduğu zaman.
adını şu an hatırlayamadığı bir arkadaşı. Umudu artmıştı, yüzü gülmüştü bu
cümleleri duyduğu zaman.
Ve şimdi o
geliyordu.
geliyordu.
Bahri’nin de aklına
bu yüzden Barlas gelmişti.
bu yüzden Barlas gelmişti.
Umudunu hatırladığı
için.
için.
Bütün ağızların
sürgüleri çekildi, ilk patlayan Gökalp’inki oldu.
sürgüleri çekildi, ilk patlayan Gökalp’inki oldu.
”Vay! Nursel
Hanım… Sahil tarafında tek başınıza üstelik nişanlandığınız gün, ne işiniz
var böyle?” dedi. Nursel önce Gökalp’e, sonra Gökalp’in elindeki şişeye, daha
sonra Gökalp’in ayaklarının dibinde boş yatan üç şişeye baktıktan sonra Bahri’ye
baktı. Bir kuşun elektrik tellerinin üzerinden havalanma süresi kadar bir
bakıştı.
Hanım… Sahil tarafında tek başınıza üstelik nişanlandığınız gün, ne işiniz
var böyle?” dedi. Nursel önce Gökalp’e, sonra Gökalp’in elindeki şişeye, daha
sonra Gökalp’in ayaklarının dibinde boş yatan üç şişeye baktıktan sonra Bahri’ye
baktı. Bir kuşun elektrik tellerinin üzerinden havalanma süresi kadar bir
bakıştı.
Bahri hiçbir şey
söylemedi. Çünkü düşünüyordu. Barlas’ı unutmuş, tekrar Gökalp’in yüzündeki
perdeye odaklanmıştı. Aklında Gökalp’in geçişleri dolanıyordu. Çünkü bir
şekilde yıldızlardan yola çıkıp, uzaylılara kadar gelebilmişti. Bahri nereye
gelebilmişti? Nereden yola çıkmıştı? Hatırlamaya çalışıyordu. Düşünmek ne zor
bir yaşamdı…
söylemedi. Çünkü düşünüyordu. Barlas’ı unutmuş, tekrar Gökalp’in yüzündeki
perdeye odaklanmıştı. Aklında Gökalp’in geçişleri dolanıyordu. Çünkü bir
şekilde yıldızlardan yola çıkıp, uzaylılara kadar gelebilmişti. Bahri nereye
gelebilmişti? Nereden yola çıkmıştı? Hatırlamaya çalışıyordu. Düşünmek ne zor
bir yaşamdı…
”İyi mi bu?” dedi
Gökalp’e, Bahri’ye bakarken.
Gökalp’e, Bahri’ye bakarken.
”Asıl sen iyi misin
Nursel?” dedi Bahri, Gökalp elindeki şişeyi ağzına dikerken.
Nursel?” dedi Bahri, Gökalp elindeki şişeyi ağzına dikerken.
Nursel’in gözleri
gerisin geriye çekildi. Saklanacak bir yer bulamayınca da tekrar Bahri’nin
görüntüsü üzerinde birleşti. Bir şey savunması gerekiyordu ama o savunması
gerektiği şey neydi?
gerisin geriye çekildi. Saklanacak bir yer bulamayınca da tekrar Bahri’nin
görüntüsü üzerinde birleşti. Bir şey savunması gerekiyordu ama o savunması
gerektiği şey neydi?
”Neden Bahri?
Kişisel gelişimle mi ilgilenmeye başladın artık?” diyebildi.
Kişisel gelişimle mi ilgilenmeye başladın artık?” diyebildi.
”Hayır… Eğer öyle
olsaydı şu an kendi gelişimim hakkında herhangi bir şüpheye sahip olmazdım!”
diye de bir cevap aldı.
olsaydı şu an kendi gelişimim hakkında herhangi bir şüpheye sahip olmazdım!”
diye de bir cevap aldı.
Gökalp onları
dinlemiyordu bile. Kaçıncı şişe birasını içtiğini bilmeden, elindeki şişeden
bir yudum alıp fotoğraflara bakıyordu.
dinlemiyordu bile. Kaçıncı şişe birasını içtiğini bilmeden, elindeki şişeden
bir yudum alıp fotoğraflara bakıyordu.
”Anlamıyorum ya! Ne
olacak zannediyordun? Şimdi bana masumiyet naraları da atarsın sen! Yok ben
seni sevdim, yok benim saf sevgim falan der, uzatırsın. İstemiyorum Bahri ben
saflık falan! Algılayamadın mı hâlâ bunu? Bir dolu okuduğun kitapta yazmıyor
muydu bunlar? Kadınım ben! Saf sevmekle, saf olmak arasındaki çizgide
yürüyebilen bir insan türüyüm!”
olacak zannediyordun? Şimdi bana masumiyet naraları da atarsın sen! Yok ben
seni sevdim, yok benim saf sevgim falan der, uzatırsın. İstemiyorum Bahri ben
saflık falan! Algılayamadın mı hâlâ bunu? Bir dolu okuduğun kitapta yazmıyor
muydu bunlar? Kadınım ben! Saf sevmekle, saf olmak arasındaki çizgide
yürüyebilen bir insan türüyüm!”
Nursel, Gökalp’in
onları dinlemediğinden, dinlese de algılayamayacak kadar sarhoş olduğundan emin
olduğu için bu kadar rahat ve biraz da sesini yükselterek konuşuyordu.
onları dinlemediğinden, dinlese de algılayamayacak kadar sarhoş olduğundan emin
olduğu için bu kadar rahat ve biraz da sesini yükselterek konuşuyordu.
”Bak Nursel, Albert
Einstein der ki;…” diyecek oldu ama:
Einstein der ki;…” diyecek oldu ama:
”Allah aşkına sus
Bahri. Bana ne lan! Ne derse der! Einstein mı çürütecek kadınlık hissimi?”
diyerek susturdu onu Nursel.
Bahri. Bana ne lan! Ne derse der! Einstein mı çürütecek kadınlık hissimi?”
diyerek susturdu onu Nursel.
O andı. Gökalp’in
yüzünden bir şey sıçradı. Sıçrayan şeyin ne olduğunu, nereye kadar
gidebildiğini kimse görmedi. Gökalp hiç kıpırdamadan, elindeki şişeyi de yere
düşürmeden öylece durdu. Sadece başı öne doğru eğildi.
yüzünden bir şey sıçradı. Sıçrayan şeyin ne olduğunu, nereye kadar
gidebildiğini kimse görmedi. Gökalp hiç kıpırdamadan, elindeki şişeyi de yere
düşürmeden öylece durdu. Sadece başı öne doğru eğildi.
”Hassiktir!” dedi
Bahri. Tekrar tekrar söyledi.
Bahri. Tekrar tekrar söyledi.
Ne olduğunu kimse anlayamadı ama Gökalp’in
yüzü kan kustu.
yüzü kan kustu.