Kitapçılarda gördüğünüz zaman “çocuklarım olmadan asla” temalı bir aile hikâyesi ile karşı karşıya olduğunuzu sanabilirsiniz ama romanın dünyasına girmeye başladığınızda durumun öyle olmadığını anlayacaksınız. Sizi bekleyen dünyanın temelini kitabın arka kapak yazısında da belirtildiği gibi “sıradan tutkuların sıra dışı sonuçları” oluşturuyor. Üstelik beş parçaya bölünmüş bir şekilde karşınıza çıkacak olan bu dünya alışıldık bir roman üslubunda değil, günümüzün en çok tüketilen ya da başvurulan eser tipi olan dizi tadında sizi bir seyre davet ediyor.
Kült dizi The Sopranos’un yazarları arasında yer alan ve kült haline gelmiş bir başka dizi Mad Men’in yaratıcısı olan Matthew Weiner’ın yayımlanan ilk romanı; “Heather, The Totality”. Daha çok biraz önce saydığımız dizilerin ve onlar gibi başka yapımların jeneriklerinde ismini gördüğümüz Weiner’ın romanı Doğan Kitap etiketiyle 2017 yılında yayımlandı, kitabın ilk baskısı ise geçtiğimiz Haziran ayında yapıldı.
Sektörde yazar ve prodüktör olarak kendine yer edinen Weiner, Wesleyan Üniversitesi’nden mezun olduktan sonra Güney California Üniversitesi’nde sinema üzerine yüksek lisans yapar. Eğitiminin ardından televizyon sektöründe yazarlık yapmaya başlayan Weiner’ın senaryo üslubunun romanına da yansıdığını söyleyebiliriz. Uzun betimlemelerden uzak ama detaycı bir dille ve adeta bir sinopsis havasında yazılan romanı okurken bir dizi senaryosu okuduğunuzu düşünebilirsiniz.
Sıradan Tutkuların Sıra Dışı Sonuçları ya da Tam Tersi
Roman buruk sayılabilecek bir aşk hikâyesiyle başlıyor. Hikâyenin burukluğu imkansızlığından ya da kötü bir sonla nihayete ermesinden değil, tam aksine sağlıklı bir şekilde ilerlemesinden ama derinliklerinde barındırdığı eksikliklerden kaynaklanıyor. Kırkına merdiven dayamış, ilişki geçmişinde kötü bir tecrübe yer alan Karen ile belirgin tek özelliği zengin olma potansiyeli olan Mark’ın ortak arkadaşları tarafından tanıştırılma süreciyle başlıyor hikâye. Modern zamanların orta yaş buhranına saplanmak üzere olan bu karakterler için makul bir evliliğe giden yol fiziksel özelliklerden çok ekonomik durumdan geçmeye başlamıştır. Karen bunu kabullenemese de içten içe aynı durumda olduğunu bilmektedir. Sonunda iki kez değiştirdiği randevunun ardından Mark ile buluşmayı kabul eder ve birbirlerinden hoşlanırlar. Asıl hikâyemize geçişi sağlayacak olan süreç de böylelikle başlamış olur.
Romanda üçüncü tekil şahıs kullanılarak gerçekleşen anlatım birkaç paragrafta bir bölünüyor ve okur diğer karakterin bakış açısını görmeye başlıyor. Weiner romanın ilk bölümlerinde ana karakterlerin birbirlerine olan aşkının gelişim sürecini anlatırken aynı zamanda kahramanların geçmişlerine ait detayları da okura sunuyor. Bunu yaparken senaryo yazarlığını hatırlatan ekonomik üslubu ve sade dil kullanımı sayfalarının akışını hızlandırıyor. Mark’ın aile hayatı, sporcu ve bu özelliğinden ötürü rekabetçi bir karakter olan babasıyla yaşadığı zıtlıklar, kız kardeşiyle ilgili travması bu satırlarda olabilecek en sade şekilde okura aktarılıyor. Karen’ın geçmişi ise Mark karakteri kadar boyutlandırılmamış olsa da geçmişinden çok bugünüyle hikayeye hizmet eden bir karakter olduğu için bu durum okurda soru işareti uyandırmıyor.
Günümüz insanının evlilik, aşk ve maddiyat üçgenindeki konumu romanın ilk sayfalarında gerçekçi bir şekilde okura sunuluyor. The Sopranos ve Mad Men gibi gerçekçi anlatımıyla ön plana çıkmış dizilerin yazarlığını yapan Weiner’ın romanında da aynı dürüst tutumu sergilemeyeceğini düşünmek olmazdı. Karen ile Mark’ın evliliğinden dünyaya gelen Heather ve romanın bir diğer boyutunda yaşamakta olan Bobby ile annesi hikayeye dahil olduğunda üslup karakterlerin doğal ortamlarına göre kırılmalara uğruyor. Tüm bunlar okuru romanın oldukça ekonomik bir tutumla örülen atmosferine dahil ediyor.
Üslubun bu denli yalınlaşması hikayedeki aksiyona yönelik unsurların çarpıcılığını artırıyor. Fakat aynı zamanda özellikle Bobby’nin hikayesinde gördüğümüz dinamik yapı cümlelere biraz ağır gelebiliyor. Romanı İngilizce aslından çeviren Zeliha Babayiğit, Weiner’ın sade üslubuna olabildiğince bağlı kalmışa benziyor. Weiner’ın bu tutumunun romana bir çeşit hareket kattığını ve kahramanları okurun gözünde yaşayan karakterlere dönüştürdüğünü söyleyebiliriz. Günlük hayata ilişkin romanda yer verilen detaylar, üst-orta sınıfın hayat standartlarını simgeleyen popüler kültür imgeleri de hikâyeyi güçlü kılan etmenler arasında. Tüm bu detaylar bahsini ettiğimiz dizileri ve o dizileri gerçekçi kılan detaycı üslubu hatırlatıyor.
Weiner’ın romanında anlatılan hikayenin kahramanları yabancısı olduğumuz kişiler değil. Her ne kadar başka bir kültürün insanları olsalar da hepimizi aynılaştıran popüler kültürün içinde yetişmiş bireyler oldukları için sokakta rastladığımız, aynı okulu ya da ofisi paylaştığımız insanlardan farklı değiller. Karen’ın evlilik sonrasında mesleki kariyerine karşı tutumu; Mark’ın geçmişindeki komplekslerinden ilham alarak üzerine bir gömlek gibi giydiği karakteri ve bu karakterin iş hayatında, evliliğinde, sosyal hayatta yaşadığı açmazlar; Heather’ın bir genç kız olarak yetişme süreci ve Bobby’nin yaşadığı zor hayattaki sorunlu ve hastalıklı tutunma mücadelesi… Eğer karakterlerin isimleri değiştirilip hikaye Türkiye’ye uyarlansaydı günümüz metropollerinden birinde rahatlıkla geçebilirdi.
Hikâyeyi Türkiye’ye uyarlamaktan söz açmışken romanın isminden bahsetmemek de olmaz. Yazının başında da bahsedildiği gibi romanda anlatılan hikayeye ilişkin farklı çağrışımların oluşmasına yol açan bu isim tercihinin okuru kitaba çekmek için yapıldığı belli oluyor. Romanın orijinal ismi kitabın kilit karakteri Heather’ın adıyla başlıyor ve bu ismin yanındaki virgülün ardında “The Totality”, yani “Bütünlük” sözcüğünü görüyoruz. Aslına bakıldığında romandaki tüm karakterlerin esas amacını yansıtan bir kelime bu; Karen ile Mark’ın evliliği, Heather’ın yetişme sürecinde ebeveynlerinin sergilediği tutumlar, Bobby’nin Heather’a karşı tavrı… hepsi karakterlerin bütünlük arayışının bir sonucu diyebiliriz. Zaten kitabın kapağında gördüğümüz, muhtemelen Heather’a ait olan parçalanmış yüz görseli de bu bütünlük arayışının nasıl sonuçlandığı konusunda okura ipucu veriyor. Fakat tüm bunlara rağmen “Bütünlük” ismi kitap için riskli ve anlaşılmaz görülmüş olacak ki sinemada sıklıkla karşılaştığımız isim uyarlamalarından biri yaşanmış. Bir nevi “Eternal Sunshine of the Spotless Mind” ve “Sil Baştan” vakası diyebiliriz. Eğer kitap Türkiye’de bir dizi olarak uyarlansaydı ekranda aynı isimle yer alacağını tahmin edebiliriz.
Her Şey Kızım İçin sade anlatımı, sağlam karakter örgüsü ve sunduğu psikolojik altyapısıyla günümüzde geçen “sıradan ama sıra dışı” bir hikayeyi anlatıyor. Romandaki hikâyeyi mevcut şartlar oluştuğunda bir gazetenin üçüncü sayfasında da görebiliriz. Fakat Weiner kitabın sonunda “hayat değiştiren bir deneyim ve çocukluk rüyasının gerçek olması” olarak tanımladığı bu hikâyeyi kendine has anlatım yöntemiyle romanlaştırıyor ve okura tek oturuşta koca bir sezonu devrilen bir dizi tadında sunuyor.