Elle tutulamayacak şeylere duyulan özlem, benzemez başka hiçbir özleme. Bir şehir, bir geçmiş, hep kulaklarda çınlayan ama melodisi olmayan bir şarkı… Özlersin; anneni değil, kardeşini, sevgilini değil de onu özlersin. Dönmeyecek ve kopyalanmayacak bir geçmiş takıntısı… Vicdanının sorgulamaya dayalı metabolizması, onu iç organların arasındaki yerinde sıkıştırır köşeye -ki o yer değişir herkese göre…
Simitte susam gibi kalır kırk yıllık bekleyişler, özgürlük hasretleri, Tanrı’ya kavuşmalar… Döner dolaşır bir küçük şehrin deniz kenarı masasında, boş sandalyelerin kalabalıklaştırdığı kahvaltının, yarılanmış çay bardağındaki şeker olursun. Zorlarsın,ayrılamazsın karıştığın şeyden. Saat yönünde karıştırılır çay; kaşık saat yönünde dönerken, zaman huzursuzluğa döner. Şimdi’nin derinliği, geçmişe karışır. Kaşık, çaya saat yönünde; akrep, zamana yelkovan yönünde; tarih, bugüne geçmiş yönünde döner. Döner dolaşır alaturka bir çay bardağı olursun; geçmişin unutulmazlığı gibi iki küp şeker karışır bünyene; görmezsin ama alırsın tadını, iki şekerin verdiği o arada kalmışlığı; ne az ne çok… Ne var,ne yok… Yaşanmadan parçalanmış gelecek ihtimallerinin karşısında koca bir bütündür geçmiş; ne sadece odur, ne sadece bu…
Kurtulamamanın acısı, geri dönme çabasına dönüşür. Birkaç saat yol gitsen, vardığın o iskelede her şey birkaç sene önceski gibi seni karşılayacak sanırsın. O zamanın dostları, o zamanın eğlenceleri, sohbetleri… “Şimdi”yi, geçmişin gömleğine giydirmek istersin. Evinin neresi olduğunu bilmezsin de nerede öleceğinden kuşkun yoktur ve hangisinin huzurlu yaşamaya yeteceğini hesaplar durursun. Ayaklarında o günlerin yol boşluğu; sırtında yaslanılmayan duvarların boşluğu. Sandalyeler sahibini arar; masalar boş kalır. Sıkılmış hortumdan fışkıran su gibi; boğaz ikliminden bir fırtına tutar. Miden tutar. Migrenin tutar. Bir boşluk elinden tutar. Ağaçlar kar tutar, geçmiş yosun tutar. Un elenir, elek asılır da akıl hep unun elekten akışında kalır. Kurmaca hayatlar yaşanmaya başlanır, gerçeğin kurgusu yarım kalır.
Dönüp dolaşıp masasın. Dönüp dolaşıp bardak. İçindeki çaysın; yarım kalmışsın, tadınla arada kalmışsın. İki şekersin; tek ya da fazla değil, iki! Ne az, ne çok; ne varsın ne de yok. Bünyendeki tatlı zehirden sıyrılmak isterken; bünye bütünüyle zehirleşmiştir, geçmişin panzehri yok.
Ve şeker kendisine şöyle seslendi:
-Kanıksa artık; karışmadım, dönüştüm…
Şeker çaya karışmaz; çaya dönüşür.
BU yazıyı okuduktan sonra içtiğim çay ,çaya attığım şeker , içerken izlediğim manzara ya da bulunduğum mekan sanırım daha çok şey anlatıcak bana … 🙂
Yüreğimize doldurduğumuz sevgiler,özlemler olmazsa nefes dediğimiz hayatın yaşam yolundaki adımları,çaysız şeker ,tuzsuz yemek gibi tatsız olur…
Güzel bir yazıydı,teşekkürler.Sevgiyle kalın…