Gözlerini açtı titreyerek kadın. Gerindi. Boğaz havasını çekti içine. Gülümsedi. Öyle böyle değil, hayran hayran gülümsedi. Telefona baktı. “Siktir et” der gibi, afedersiniz, dudağını büktü. Biz daha ölmedik! Koy bir kadeh daha! Anlatacağım sabırsızlanma! Bir gün… Bir gün bir kadın oturdu üstüme. Kızıl saçlı. İlk, saçlarına bakarım ben kadınların. Kahverengiydi gözleri. Kadınların gözleri her renktir aslında,...
Derler ki: Yedinci gün Tanrı dinlenmeye çekilmiş. Bahçesindeki kuğulara bakarken -muhtemelen hamakta- uykuya dalıp gitmiş. Rüyasında dünyayı görmüş. Güneşin etrafında raks ederken gördüğü bu yuvarlağı yarattım mı yaratmadım mı sorusunu uyur uyanık kendine sormuş. Deneb‘in altında uyuyorum. O öyle bir yıldız ki parlak gölgesiyle sarıyor rüyalarımı. Her gece yeniden aşık oluyorum. Kuğunun narin boynunu şanslı insanlara bırakıyorum. Yetinirim...
Lütfü Ağabey de umut torbası gibi adamdır. Ağzında bir “Düzelecek” lafı, bir de kısa Maltepe eksik olmaz. “Memleket düzelecek yormayın kafanızı. Beşiktaş düzelecek çocuklar. İşler düzelecek be loçkam!*” “Sanki dünyadaki bütün çay ocakları kapalı Ve göklerden tepelere inen bir sokak Ya da bir akarsuyum ben…” – Edip Cansever Uçuyordu adeta Selim. Sağ açıkta oynardı. Topu aldığı...
“Ergen” kelimesinin küfür olarak kullanıldığı günlerdi. Olgunluğun popüler olduğu aşikardı ama okuma yazmayı öğrenen her insanın bu rolü üstlenmesi tek düze bir hayat çıkarmıştı ortaya. Bundan sıkılıyordum o zamanlar. Çocukluğun hoyratça dışlanmasını yaşamıştık zaten ve sıranın ergenliğe gelmiş olması bir sonraki zaman diliminde olgunluğun bize yetmeyeceğini gösteriyordu sanki. Bundan elli yıl sonra herkesin kendini yetmiş...
Her “rüya” kelimesi geçtiğinde Freud‘un ruhunu çağırmak gerekmez. Ruhu gelmez. Gelse de bir şey değiştirmez. Bir rüya bazen sadece bir rüyadır. Yağmurun sürekli yağmasından şikayetçiydi kadın. Almanya’dan şikayetçiydi. Aşklarından, aşklarının karşılıksız olmasından, bu karşılıksızlığın hoyratça yüzüne vurulmasından şikayetçiydi. Bu kadar çok şikayet ettiği için kendinden şikayetçiydi. Kendinden şikayetçi olduğu için yaşadığı çaresizlik duygusundan şikayetçiydi. Çaresizlik...
Yapı Kredi Yayınları ‘ndan Şeyda Öztürk çevirisiyle çıkan Philip Roth romanı “Öfke” üzerine bir Gezginci Erdem incelemesi. “Mide bulandırıcı ve iğrençti ama yapılması gerekiyordu.” Kitap bir Philip Roth yolu. Kitabın başındaki kapıdan içeri girdiğinizde hafif bir rüzgar vuruyor yüzünüze. Kelimelerin geldiği yöne doğru bakıyorsunuz elinizi gözlerinize siper ederek ve kitabın sonundaki küçük anlamları görüyorsunuz üçgenin...
Ayrılık kaçınılmaz ama nasıl söyleyeceksin? Söylemeyeceksin. Adileşeceksin. Kanın damarlarında donacak. Tavırların değişecek, suçlayacaksın. Aşkın yeşil cenneti, ilişkinin rögar kapağı açık unutulduğundan leş gibi kokuyor. Burnunu tıka ve son cümlelerinin içinde kesinlikle “aşk” olmasın. Aşık oldun. Klasiklerin sayfalarından taşarcasına coşkuyla dolusun. Gözleri aklında, saçları, dudakları belki de boynu. Algıların zayıf bu aralar. Bakışların dalgın. Aklın bir karış...
Kavafis’in “Şehir” şiiri sınırsız bir bilete benziyor. Nasıl Kafka’nın soğuk memleketine götürdüyse ve nasıl Isabel Allende’yi hatırlatıyorsa güneyden, dünyanın her yerine Akdeniz hüznüyle gitmemi sağlıyor. “Bu şehir arkandan gelecektir…” Hep bir gitme isteği içimde. Yol almak isteği damarlarımı zorluyor. Bu masa, bu sandalye, bu dolap, bu pencere… Uzar gider nesnelere bağlılık. Etrafımdaki her şey sanki beni itiyor....
“Dostlarım, şimdi ben size büyük bir şey söyleyeceğim. Sakın kıyametin kopmasını beklemeyin, o hergün kopmaktadır. “ Albert Camus Devşirme kültürünün son ürünüdür metrobüs. Bilmeyenler için tanımlamak gerekirse: Tren gibi kendine ait çizgisel bir yolu olan uzun otobüs. Şehrin bir ucundan diğer ucuna uzanan güzergahı ile de bulunmaz bir nimet! Yine de eksik kalan bir şeyler...
15
49.0138
8.38624
arrow
0
bullet
0
4000
1
0
horizontal
https://kalemkahveklavye.com
300
4000
1