Ahmet Ümit’in 2010 yılında Doğan Kitap’tan ayrılarak geçtiği Everest Yayınları süreci geçtiğimiz aylarda sonlanmış; yazar, yeni yayıncısının Yapı Kredi Yayınları olduğunu duyurmuştu. İşte Aşkımız Eski Bir Roman kitabı bu yeni dönemin ilk ürünü olarak karşımıza çıkıyor. Ne var ki hem polisiye okuru hem de Ahmet Ümit okuru olarak yenilik adına bu transfer sürecinden başka bir şey görememenin üzüntüsü içindeyim.
Bu, bir yanıyla yeni yayınevine geçişin getirdiği bir aceleden ama bir yanıyla da Ahmet Ümit’in son birkaç kitabında gittikçe daha görünür olan tekdüzeleşme sorunundan kaynaklanıyor kanımca. Konuşalım…
Kurbanı Öldüren Kendi Tutkusudur Bazen?
Aşkımız Eski Bir Roman henüz yayımlanmadan önce paylaşılan reklam görsellerinde ve yayımlandıktan sonra da kapağında şöyle bir manşetle karşılaştık: “Kurbanı Öldüren Kendi Tutkusudur Bazen”
Öyküyü okuyup bağlamını görünce ve Ahmet Ümit‘i tanıyınca o kadar sakıncalı gelmeyebilir bu ifade ama herkesin Ahmet Ümit’i tanıdığını veya kitabı okuyacağını varsaymak da çok doğru olmasa gerek. Bağlamından koparılmış bir şekilde sıkça karşımıza çıkarılan bu ifadeyi yadsımış olmam, benim hassasiyetimden mi bilmem. Ama birçoğu “aşk” ve “namus” adına işlenen kadın cinayetlerinin, genel anlamda cinayetlerin bu kadar fazlalaştığı, bu kadar can yaktığı bir zamanda ve ülkede, “öldürülenlerin bazen kendi tutkularının kurbanı olduğu” gibi bir mesaja işaret eden, tersten bakınca katili bir parça haklı çıkaran bu sloganı hadi diyelim Ahmet Ümit fark etmedi; peki editörler bu sırada neye dikkat kesilmişti, anlamaya çalışıyorum.
Ahmet Ümit’in meşhur karakteri Başkomser Nevzat’ın kahramanı olduğu üç ayrı polisiye öykü okuyoruz Aşkımız Eski Bir Roman kitabında. Bunlardan ilki, kitaba adını veren ve doksan sayfalık uzunluğuyla kitabın ağırlıklı kısmını taşıyan öykü. Ardından Overlokçu Kız ve Sergey Nikolayeviç Jerkovski’ye Ne Oldu? adlı görece kısa öyküler geliyor toplamı 224 sayfa olan kitapta.
Ne var ki Ahmet Ümit’in İstanbul Hatırası, Bir Ses Böler Geceyi, Sis ve Gece, Kukla gibi geçmiş dönem eserlerinde gördüğümüz derinliği, çatışmaları, zekâ oyunlarını son birkaç kitabında olduğu gibi bu kitapta da göremiyoruz. Bireysel hikâyelerinde gözle görülür bir ilerleme olmayan Başkomser Nevzat’ın, Ali’nin, Zeynep’in, Evgenia’nın zaten Ahmet Ümit okurunca tanınıyor olmasının verdiği rahatlık var; ama bu rahatlık, yan karakterleri derinleştirme gibi bir eğilimle çıkmıyor karşımıza. Psikoseksüel sorunlarını edebiyat tutkusunun filtresinden geçirerek roman kahramanları kılığına soktuğu eskortlarla gidermeye çalışan bir maktul fikri zekice; ama işlenme kısmı son derece aceleye getirilmiş. Diğer öykülerde ele alınan töre cinayeti, kenar mahalle yaşamı, politika, ilaç sektörü, göç gibi konularda da gerek fikir gerek işleniş açısından bir parlaklık göremiyoruz.
Aşkımız Eski Bir Roman · Kurgu ve Dil Arasında Bir Ahmet Ümit
Öte yandan, Ahmet Ümit’in polisiye kurguyu sağlamlaştırmak ile edebi dil oluşturmak arasında kalışları maalesef Aşkımız Eski Bir Roman kitabında devam ediyor. Bu arada kalış, daha çok okuru yakalama amacına değilse bile Ahmet Ümit’in yazı serüveninde bir durağanlığa işaret ediyor ister istemez. Ki ben ilkinin de geçerli olduğunu düşünüyorum.
Yazarların hangi itkiyle, hangi amaçlarla eserini yazacağına karışacak değiliz; muhtemelen Ahmet Ümit de okuru aradan çıkararak yazdığını söyleyecektir sorulsa. Ama bir yanda da dönemlerin gündemlerine, moda deyimle “trend”lerine işaret eden eserler var: Mevlana’nın gündem olduğu dönemde Bab-ı Esrar, Osmanlı’nın farklı dönemlerinin gündem olduğu dönemlerde Sultanı Öldürmek veya Elveda Güzel Vatanım, mülteci ve çocuk/kadın cinayetlerinin gündem olduğu dönemde Kırlangıç Çığlığı gibi eserlerin karşımıza çıkması rastlantı değil.
Bunu yadsımıyorum; elbette yazarlar, içinde bulundukları zamanı eserlerine yansıtacak, dolaylı olarak sorgulayacak ve sorgulatacak. Edebiyatın işlevi bu.
Ancak polisiye türünü yerli ve yabancı örnekleriyle derinlemesine okuyan, bilen, tanıyan okur kitlesine sıkışmak yerine ana akım okurunu da yakalamak için belli bir ölçüde dil ve üslup geliştirmek ve bir yandan da alametifarikası olan “polisiye yazarlığı”nı elden bırakmamak için uğraşan Ahmet Ümit’in yaşadığı bocalama her eserinde gitgide daha belirgin hale geliyor.
Dahası, yayınevlerinin talepleri de eklenince bu sorunlar katmerleniyor. Anlıyorum; yeni bir yayınevine geçildi, bunu bir kitapla lanse etmek çok önemli. Hemen ardından da TÜYAP İstanbul Uluslararası Kitap Fuarı yaklaştı ve yeni transfer edilen yazarı fuara eli boş götürmek olmayacağı için yeni eser şart oldu. Kaldı ki yazarın uzun zamandır bir Bergama romanı üzerine çalıştığı biliniyor, öte yanda da Merhaba Güzel Vatanım filminin yoğunluğu vardı. Bu yoğunlukta belki Ahmet Ümit de yazıp bir kenara ayırdığı üç öyküyü hızlıca gözden geçirip editöre teslim etti.
Bu son derece olağan bir süreç olmakla birlikte ortaya çıkacak işin niteliğini ne yönde etkileyeceği de göz önüne alınmalıydı diye düşünüyorum. Zira insanlar, sevdikleri yazar için para, zaman ve enerji harcayacaklar. “Nasılsa her yazdığı okunuyor,” rahatlığıyla böyle bir aceleye getirildiyse önce yazara, ama en çok da okura ayıp edilmiş oluyor. Kaldı ki bu acelecilik yüzünden kitabın editörlük kısmında da göze çarpan hatalar var ve bahsettiğimiz yayınevi Yapı Kredi Yayınları…
Dil sorunlarından kısaca bahsedelim.
Bir yandan, özellikle kara polisiyelerde katı gerçekliği vermek için seçilen karanlık, soğuk dil çabası çıkıyor karşımıza. Öykülerin ilk paragraflarındaki, Başkomser Nevzat’ın katillere ve cinayetlere dair ahkâmları bunlara örnek… Ama bir yandan da Nevzat bir gönül adamı. Dolayısıyla okura cinayetleri anlatırkenki soğuk tavrı, arkadaşlarına, sevdiklerine gelince sıcaklaşıyor ve bu ikircikli durum karakterin konuşmalarını yapaylaştırıyor.
Kurgu ve aksiyon güçlendirilmek isteniyor ama bu sırada diyaloglar, cümle yapıları, sözdizimleri gitgide tekdüzeleşiyor. Ahmet Ümit yılların tecrübesine rağmen neredeyse bütün karakterlerini tek bir kişiymiş gibi konuşturmaya devam ediyor örneğin. Bir süre sonra bu durum o kadar sıklaşıyor ki karakterlerin diriliği, gerçekliği geri çekiliyor, satırların arasından yazar görünmeye başlıyor. Overlokçu Kız‘daki Satı Kadın, Doğu ağzıyla yardımımıza koşsa da diğer karakterlerin tektipliğini tek başına kurtaramıyor.
Bu dil tekdüzeleşmesine sadece bir çeşit örnek vereceğim uzatmamak için. Laf kalabalığı olmaması ve ipucu vermemek için örnekleri çeşitlendirmedim. Tümevarımsal olarak okunduğunda zaten göze çarpmaya başlayacaktır.
İlk öyküden Feride Hanım konuşuyor:
“(…) Edip’le de ‘Kadın Roman Kahramanlarının Hayatımızdaki Yeri’ adlı bir seminerde karşılaşmışlar zaten. Evet, Edip onu Aşk-ı Memnu’nun Bihter’ine benzetmişti. (…)”
Yine ilk öyküden Başkomser Nevzat konuşuyor:
“(…) Bu bir cep telefonu sesiydi. Üçümüz de sesin geldiği yeri kestirmeye çalıştık. Evet, sonunda buldu Ali.”
İlk öyküden devam ediyoruz, Zihni konuşuyor:
“(…) Üstelik adamdan nefret ediyordu… Evet, bütün o domestik, sevecen kadın görüntüsünün altında, onu terk eden adama duyduğu derin nefret yatıyordu.”
İkinci öyküye geçiyoruz, fabrika sahibi Hasan konuşuyor:
“(…) Araya girmesem kızın ağzını burnunu dağıtacaktı. Evet, tam burada işte, atölyenin ortasında, (…)”
Aynı öyküden Bayram adlı, bir kenar mahalle genci konuşuyor:
“(…) Ablasıyla birlikte kiralık ev bakıyorlardı Merter’den. Evet, Satı Kadın’ın dilinden kurtulmak için birlikte ayrılacaklardı.”
Son öyküden, çevirmen Sibel konuşuyor:
“(..) adam sakat kalınca hapse atmışlar, içeriden kanunsuz bir adam olarak çıkmış. Evet, aynen böyle açıkça da anlattı.”
Yine son öyküden son bir örnek, Şahende Hanım:
” ‘(…) Dün geldi Ragıp Bey, evet geldi. Ben parkta otururken… Evet, hep onunla oturduğumuz banktayken.’ Zeynep’e döndü. ‘O bankta evlenme teklif etmişti bana. O zaman çok gençtik tabii. Evet, artık genç değiliz ama Ragıp Bey yine geldi. (…)”
Yazarın üslubu, karakterin üslubunun başladığı yerde geri çekilmeli diye düşünüyorum. Büyük yazarların güçlü eserlerinde karakterleri derinleştiren, gerçek kılan unsurların başında diyalog tarzlarının geldiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Üstelik karakterizasyonun da altın kurallarından birisidir bu: Her karakterin kendi iç alemince, eğitim, kültür, çevre vs. dinamiklerince bir konuşma algoritması vardır. Oysa Ahmet Ümit, gerçek hayatta bile, sorulmadıkça veya bir sayıklama halinde olmadıkça kendi kendine söylenmeyen “Evet,…” pekiştirmesini hemen her karakterinde, üstelik her biri birbirinden son derece farklı olan karakterlerde dahi arka arkaya kullanıyor.
Bunun haricinde editörlerin dahi gözünden kaçmış olan çift tırnak içinde çift tırnak kullanımları, “ne… ne…” bağlacının bir olumlu bir olumsuz fiillerle gelişigüzel kullanımı gibi lise dilbilgisi seviyesindeki hatalarına hiç girmiyorum. Yazar eserini yazarken kendi editörlüğünü bir yere kadar yapmak zorunda değil ama ülkenin en büyük yayınevlerinden biri, en çok satan yazarlarından birinin kitabında böyle yapacaksa bazı şeyleri gözden geçirmek gerek diye düşünüyorum.
Polisiye ile Diğer Türler Arasında Bir Ahmet Ümit
Ahmet Ümit kitapları ile ilgili bu sorunların birkaç kitaptır devam ettiğini söylemiştim, yani sadece Aşkımız Eski Bir Roman‘dan bahsetmiyorum. Çok eski bir Ahmet Ümit okuru olmama rağmen son kitaplarını hep aynı düş kırıklığıyla okuyorum, geçmiş eserlerinin verdiği itkiyle ilerliyorum sonuna dek.
Elveda Güzel Vatanım‘ın tarihi arka planı çok verimliydi. Ama bu verimi polisiye yönünde kullanmak varken ağırlıklı olarak aşk ve gurbet olarak nitelendirebileceğimiz temalar yönünde kullanmıştı yazar. Kahraman Şehsuvar Sami’nin duygu âlemi ve ona eşlik eden tarihi arka plan o kadar romantik bir hale gelmişti ki roman polisiye olmaktan çıkmış, tarihi roman haline gelmişti. Tıpkı yazarın tarihi unsurları yerleştirmek isterken aynı yanlışa düştüğü, tarihi roman ile polisiye arasında kaldığı diğer benzer romanları gibi. Burada elbette yukarıda bahsettiğim “daha çok okur” amacının etkisi yadsınamaz.
Kırlangıç Çığlığı‘nda ise düş kırıklığım o kadar büyüktü ki kitapla ilgili hiçbir şey yazmak gelmemişti içimden. Mültecilik ve kadın/çocuk cinayetlerinden bahsetmek isterken yine polisiyeyi paranteze alıp kalemi drama kayan yazar, bütün romanda doğru düzgün görmediğimiz bir karakteri katil yaparak sürprizli son hazırlamak istemişti. Haddime değil belki ama Ahmet Ümit de gayet iyi bilir ki polisiyede sürpriz, bütün kitap boyunca gizlenen yerden değil gayet göz önünde olan yerden gelince “iyi polisiye iyi edebiyat” olur. Tabii ki bu esnetilemez bir kural değil ama yazarla birlikte kurgunun ve aksiyonun içinde gezinip çıkarımlar yaparken bir kez karşımıza çıkan birisi katil çıkınca bir hileye kurban gidilmiş hissine kapılmak işten bile olmuyor.
Bu tür sürprizleri ana akım edebiyat okuru elbette beğenebilir, takdir edebilir ama benim bildiğim Ahmet Ümit edebiyatında da polisiye edebiyatta da böyle şeyler yapılmazdı. Bu yüzden karşımda polisiye ile ana akım türler ve iki tarafın okuru arasında sıkışıp kalmış, yüz binlerce okura ulaşmak gibi bir başarıyı sağlarken polisiyenin kodlarını yanlış yönde kurcalamış bir Ahmet Ümit görüyorum maalesef.
Geçtiğimiz haftalarda Türkiye Polisiye Yazarları Birliği’nin ilk kez verdiği Kristal Kelepçe Ödülleri gecesinde kendisine “Büyük Usta” ödülü verilen Ahmet Ümit’i içimden gelerek ve gıptayla alkışladıktan birkaç dakika sonra, yerli polisiyeyi övmek gibi haklı bir çaba için haksız bir ifade kullanmış ve “Kuzey polisiyeleri tırt,” demişti espriyle.
Kuzey polisiyelerinin tırt olduğunu düşünmüyorum, kaldı ki Ahmet Ümit gibi gerçekten yerli polisiyeye her zaman destek veren bir ustanın başka edebiyatlar üzerinden değil de “polisiye edebiyatın temel dinamikleri” ve bu dinamiklerin yerli okurdaki karşılığı üzerinden bakmasını isterdim mevzuya.
Ahmet Ümit, ülkenin çok satan, çok okunan yazarlarından biri oluşunu dram, aşk, tarihi roman gibi türlerle polisiye arasında bu kadar yoğun bir biçimde kalışına borçlu olmaya devam edecekse bundan uzun vadede polisiyenin değil kendisinin zarar göreceğini düşünüyorum. Bu eleştiriyi yapıcı niyetlerle yapıyorum zira bu yazıda bahsettiğim eleştirileri birkaç kitaptır yazarın polisiye okuru olmayan okurlarından da duyuyorum, görüyorum.
Her şeye rağmen bir polisiye sever olarak ülkemin çok satanlarında bir polisiye yazarını görmek beni her zaman çok gururlandırmıştır. Sığ kişisel gelişimlerin, mutluluk/huzur reçetelerinin, light edebiyatın arasında ana akımın yıllarca görmezden geldiği türleri görmek her zaman gururlandırmaya devam edecek. Umarım önümüzdeki yıllarda Ahmet Ümit’e yerli polisiyemizin henüz kısıtlı bir kitleye ulaşabilmiş ama polisiyenin şahsına münhasır dinamiklerini elden bırakmamış diğer sıkı yazarları da çok satarak, çok okura ulaşarak eşlik eder de bu sayede hem Ahmet Ümit’in hem de polisiyemizin üzerindeki yük eşit paylaşılmış olur.
Aşkımız Eski Bir Roman Özet & Arka Kapak
1987, Ankara.
Türk Dili ve Edebiyatı lisansı, Yeni Türk Edebiyatı yüksek lisansı…
KalemKahveKlavye’nin kurucusu.
Evli ve iki kedi babası…
Bazı kitaplar yazdı: Kadran Kadraj (2015), Kaosun Kalbi (2020), Yeraltı Kütüphanesi (2020), Gecenin Kıyısından Gelen Suratsız ve Yaşlı Kuzgun: Edgar Allan Poe (2020)
[…] tüm karakterleri kendi gibi konuşturan yazarlar vardır. Bunun bir örneğini görmek isteyenler Ahmet Ümit’in Aşkımız Eski Bir Roman kitabına yazdığım eleştiriyi […]