“Polisiye edebiyatta bilindik suçların dışına çıkılabilir mi?” sorusunu irdeleyen, aynı zamanda polisiye yazarları ve yazar adaylarına fikir ve ilham veren, Av. Oğuzhan Aslan’ın kaleme aldığı “Yerli Polisiyede Alternatif Suç Tipleri” yazı dizisinin yayınlanmış tüm bölümlerine BURADAN ulaşabilirsiniz.
[su_button url=”https://kalemkahveklavye.com/2019/04/7-bolum-polisiye-edebiyatta-mali-suc-denemesi-kalpazanlik.html” target=”blank” background=”#d43839″ size=”6″ icon=”icon: eye”]7.BÖLÜMÜ OKUMAK İÇİN TIKLAYIN |Polisiye Edebiyatta Mali Suç Denemesi: Kalpazanlık[/su_button]
Yazının başlığını okuduğunuzda kafanız karışmış olabilir. Ancak yazı dizimizin bu son bölümünde kaleme alacaklarımızdan sonra dedektiflik faaliyetine bakış açınızın değişeceğini ve polisiye romanların olmazsa olmaz kahramanları dedektiflerimize çok daha farklı bir gözle bakacağınızı düşünüyoruz.
Esasen dedektif, suçları soruşturmak ve suçluları yakalamakla görevli polislere denir[1]. Yani dedektif, devletin resmî kolluk görevlilerine denilir. Her ülkede kolluk teşkilatının yapısı ve kolluk görevlilerine verilen isimler farklıdır ve bazı ülkelerde bu resmî görevliler dedektif olarak da sıfatlandırılmaktadır. Ancak polisiye edebiyatta karşımıza daha çok devlet görevlisi olmayan özel dedektifler çıkmaktadır.
Polisiye bir romanda karşımıza çıkan ilk dedektif, Edgar Allan Poe’nun Morg Sokağı Cinayeti romanındaki Auguste Dupin’dir. Arthur Conan Doyle’un Sherlock Holmes’u, Agatha Christie’nin Hercule Poirot’su ve Miss Marple’ı, G. K. Chesterton’un Peder Brown’u kült polisiye eserlerin kabul görmüş özel dedektifleridir.
Türk polisiye edebiyatı da özel dedektiflerden fazlasıyla nasibini almıştır. Algan Sezgintüredi’nin Vedat ve Tefo’su, Armağan Tunaboylu’nun Metin Çakır’ı ilk akla gelen örnekler. Ancak Türk polisiye edebiyatı, Avrupa’daki örneklerine benzer şekilde, resmî sıfatı haiz dedektiflere de fazlasıyla yer vermiştir. Ahmet Ümit’in Başkomiser Nevzat’ı akla gelen ilk örnek şüphesiz ki. Tahmin ediyoruz ki bunda 19. yüzyılın sonlarında, özellikle Batılı ülkelerdeki polis teşkilatının, bir önceki yüzyılda olduğundan farklı olarak daha da güçlenmesi ve özellikle devletlerin iç güvenlik politikalarının çoğunlukla Emniyet teşkilatlarının mensuplarına endekslenmesinin etkisi büyük.
İlk özel dedektiflik faaliyeti 1830’lu yıllarda Fransa’da başlamıştır. Ancak çağdaş örneklerinden farklı olarak bu dönemde kurulan dedektiflik ofisi, iktisadi, ticari ve sınai konularda bilgi toplamak ve şirketlerin kâr ve yatırım hedeflerine katkı sunmak için hayata geçirilmiştir[2]. Bu sebeple dedektiflik kavramı ilk etapta bizlere aksiyonu bol bir suç hikâyesinin aktörü gibi görünse de kuruluş amacının dışında bir misyon edindiği ortada.
İyi ama yazının başlığında bir tuhaflık yok mu bu durumda?
İlk etapta böyle düşünmeniz hayli normal. Çünkü gerek gerçek hayattaki örnekleri ve gerekse polisiye edebiyatın olmazsa olmaz kahramanları karşısında dedektiflik faaliyetinin suç oluşturduğunu düşünmek pek de akıllıca sayılmaz. Üstelik varlık sebebi suçluları yakalamak ve suçları aydınlatmak olan kişilerin suç işlediğini iddia etmek de olası görünmüyor olabilir. Ancak bizim ülkemizde işler biraz farklılık arz ediyor. Bunun en büyük sebebi ise mevcut mevzuatımız.
Bu konudaki referansımız 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu…
Kanun’a göre “asayişi amme, şahıs, tasarruf emniyetini ve mesken masuniyetini korumak, halkın ırz, can ve malını muhafaza ve ammenin istirahatini temin etmek, işlenmiş olan bir suç hakkında Ceza Muhakemeleri Kanunu ile diğer kanunlarda yazılı görevleri yapmak, kamu düzeni ve kamu güvenliğini sağlamak” kolluk görevlilerinden olan polisin görevidir.
2803 sayılı Jandarma Teşkilat, Görev ve Yetkileri Kanunu’na göre ise “Türkiye Cumhuriyeti Jandarması, emniyet ve asayiş ile kamu düzeninin korunmasını sağlayan ve diğer kanunların ve Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin verdiği görevleri yerine getiren silahlı genel kolluk kuvvetidir.”
Söz konusu kanun maddeleri bize, ayrıksı durumlar saklı kalmak kaydıyla, emniyet ve asayişin sağlanması ve suç ve suçluların ortaya çıkarılıp derdest edilmesinden sorumlu olan yegâne kişilerin polis ve jandarma olduğunu ifade etmektedir. Anlaşılacağı üzere kanunlarımız, resmî sıfatı haiz bir dedektif olduğunu ifade etmediği gibi özel dedektiflerin suç soruşturma ve kovuşturmalarında da görev almasına cevaz vermemektedir.
Geçmiş yıllarda özel dedektiflik kurumuna yasal statü kazandırılmak istenmişse de bu girişim askıda kalmıştır. 1994 tarihli ve 3963 sayılı Özel Dedektiflik Kanunu, TBMM tarafından kabul edilip yasalaşmasına rağmen, dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel tarafından veto edilmiş ve yeniden görüşülmek üzere genel kurula gönderilmiştir. Tasarı halinde kalan özel dedektiflik yasası hâlâ TBMM arşivinde beklemektedir. O günden sonra ise özel dedektiflik kanunu hususunda herhangi bir çalışma yapılmamıştır.
Hâl böyle olmakla birlikte bugün Türkiye’de 1.000’i aşkın özel dedektiflik ofisi bulunmaktadır. Yasal statüleri olmayan bu özel dedektiflik büroları ise çoğunlukla emekli polisler tarafından açılmakta ve çeşitli konularda hizmet verilmektedir.
Bu yazı dizisini hazırlarken Türkiye’de faaliyet veren dedektiflik bürolarından birinin internet sitesinde, verilen hizmetlerin bazılarının ve özellikle suç teşkil edenlerin şu şekilde tasnif edilmiş olduğunu gördüm:
- Evli bay / bayanlar için sonuç garantili aldatma ve ihanet tespiti
- Şahıs takip, araştırma ve soruşturma
- Adres ve telefon tespiti
- Tazminat davaları için delil ve bilgi toplama
Gelin, hizmet verilen bu konuların neden suç oluşturduğunu, Türk Ceza Kanunu’nun ilgili maddelerini sıralayarak tahlil edelim:
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Özel Hayatın Gizliliği” başlıklı 134. maddesine göre “Kişilerin özel hayatının gizliliğini ihlal eden kimse, 1 yıldan 3 yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Gizliliğin görüntü veya seslerin kayda alınması suretiyle ihlal edilmesi halinde, verilecek ceza bir kat artırılır. Kişilerin özel hayatına ilişkin görüntü veya sesleri hukuka aykırı olarak ifşa eden kimse 2 yıldan 5 yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. İfşa edilen bu verilerin basın ve yayın yoluyla yayımlanması halinde de aynı cezaya hükmolunur.
Görüldüğü üzere, yapılan şey kişisel ve toplumsal değerlerle bağdaşmasa da (aldatma gibi) özel hayat kapsamındadır ve özel hayat kanunun koruması altında olup ihlali suç teşkil etmektedir. Bu durumda “bay / bayanlar için sonuç garantili ihanet tespiti” suç teşkil etmektedir. Bu durum, verilen hizmetin adını özel dedektiflik koysak bile sonucu değiştirmez. Nitekim daha evvel yargılama makamları önünde konu olan bir olayda Yargıtay dedektiflik hizmeti verdiğini iddia eden ve eşini aldattığı iddia edilen kadının tüm yaşantısını kayıt altına alan kişilerin özel hayatın gizliliğini ihlal suçundan cezalandırılmalarına karar verilmesi gerektiğini ifade etmiştir[3].
Yine TKC’nın 135/I hükmü uyarınca “Hukuka aykırı olarak kişisel verileri kaydeden kimseye 1 yıldan 3 yıla kadar hapis cezası verilir.” Aynı Kanun’un 136. maddesi uyarınca da “Kişisel verileri, hukuka aykırı olarak bir başkasına veren, yayan veya ele geçiren kişi, 2 yıldan 4 yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” Söz konusu maddeler karşısında dedektif olduğunu iddia eden ve yasal karşılığı olmayan kişilerin “adres ve telefon tespiti” yapmaları ya da çeşitli davalarda delil toplamaları da olanaklı değildir. Aksi durum elde edilen delilleri hukuka aykırı hale getireceği gibi delil toplayan dedektiflerimizin de suç işlemesiyle birlikte cezalandırılmasına sebebiyet verecektir.
Haberleşmenin gizliliğinin ihlal edilmesi (TCK madde 132) ve kişiler arasındaki konuşmaların dinlenmesi ve kayda alınması (TCK madde 133) da birer suç olarak düzenlenmiştir ki dedektif olduğu iddiasında olan birtakım şahısların geçmiş yıllarda yargı organlarının önüne gelen olaylarda bu suçları işledikleri ve kendilerini aklamak için dedektif olduklarını iddia ettikleri de bilinmektedir.
Elbette dedektif olduğu iddiasında olan özel müteşebbislerin tüm faaliyetlerinin suç teşkil ettiği iddia edilemez. Örneğin; yapılan ticaretle alakalı olarak söz konusu malların gümrük kaçağı olup olmadığını araştırmak isteyen bir kişinin, ilgili resmî kurumlardan bilgi toplaması için vekaletname vermek suretiyle bir dedektif görevlendirmesi kanunlarca yasaklanmamıştır. Ancak bu çeşit bir dedektiflik faaliyeti de ülkemizde yaygın değildir ve bu tip araştırmalar daha çok müşavirler veya avukatlar eliyle yapılmaktadır.
Görüldüğü gibi özel dedektiflik faaliyetlerinin büyük çoğunluğu suç teşkil etmektedir. Polisiye edebiyatına gönül verenleri bu yazıyla birlikte hüsrana uğrattıysak affola. Ancak mevcut yasalarımızda karşılığı olmayan bir kurumu salt polisiye edebiyatı yüceltmek adına koruma altına almak bu yazı dizisinin hayata geçmesinin temel amacına aykırı olurdu.
Ancak sizi sevindirmeye yetip yetmeyeceğini bilmediğimiz bir husus var ki Türkiye’de dedektiflik kurumuna benzer çeşitli faaliyetler vardır. Bu faaliyeti icra edenlerin asli görevleri arasında suç soruşturması yürütmek, delil toplamak, suç işleyenleri açığa çıkarmak vardır. Bunlar içinde akla ilk gelen grup Sayıştay denetçileri, vergi müfettişleri ve ilgili bakanlıkların müfettişleri veya görevlendirdikleri muhakkikleridir. Bu kişiler tıpkı birer dedektif gibi, araştırdıkları konuyla ilgili delil toplamak, şahısların ifadelerine başvurmak, tanıklarla konuşmak, elde ettikleri delilleri ve aldığı ifadeleri tahlil ederek rapora bağlamak ve ilgili mercilere bildirmek yükümlülüğü altındadır.
Sözgelimi; rüşvetle suçlanan bir memur hakkında ilgili müfettişler araştırma yaparken, bir dedektif titizliği ile çalışır ve gerek ilgili memur ve gerekse onunla temasa geçen kişilerin ifadelerine başvurur, rüşveti açığa çıkarabilmek adına bankalardan bilgi toplar, kurumlarla yazışır. Yahut bir vergi müfettişi, sahte fatura kullanarak vergi kaçırdığı tespit edilen mükellefin mahkeme önüne çıkması için gerekli tüm vergisel delilleri toplayarak rapora bağlar ve savcılık makamına sunarak yargılanmasını sağlar. Anlaşılıyor ki devlet, adı dedektif olmasa da kendi dedektiflerini hemen her kurumda vazifelendirmiş ve onlara yeteri kadar, hatta polisiye edebiyatta alışık olduğumuzdan çok daha fazla yetki vererek suç dünyasının soruşturmacıları haline getirmiştir.
O halde polisiye edebiyatımız için kalem oynatanlar, yasal zemini olan dedektifler yaratırken polislerden, istihbaratçılardan, askerlerden farklı bir model ihtiyacı hissettikleri takdirde neden müfettişlerimiz, denetmenlerimiz içinden yeni kahramanlar yaratmasın? Bu her hâl ve şartta polisiye edebiyata yeni renkler katmak adına elzemdir.
Yazı dizimizi burada noktalamadan evvel sizlerle dertleşmeyi arzu ediyorum:
Bu yazı dizisine başlamadan evvel sevgili dostum Koray Sarıdoğan’a fikirlerimi ve heyecanımı aktardığımda aynı heyecanı o da benimle paylaştı ve hiç vakit kaybetmeden kolları sıvadık. Başından beridir savunduğumuz yegâne husus polisiye edebiyatın “başkomiserler” ve “cinayet öyküleri” sarmalından kurtulması gerekliliğidir. Çağdaş örnekleri karşısında her geçen gün kan kaybeden ve hatta yayınevleri tarafından gözden çıkarılan polisiye edebiyatın hızla kan tazelemesi, kendisini tekrar etmekten kurtulması, yeni heyecanlar yaratması adına alternatif suç tiplerine yönelmesi gerekmektedir. Türk polisiye okurunun cinayet öyküleri okuma heveslisi olduğu zannından yola çıkarak piyasa şartlarına uygun edebiyat yapılması bu noktaya gelmemizdeki en büyük hatalardan biri olsa gerek. Umarım burada kaleme aldıklarımız gelecek yıllarda yazarlarımız ve okurlarımız adına yeni hedefler ve yeni talepler doğurur ve Türk polisiye edebiyatı hak ettiği ilgiyi görür.
Hoşçakalın… Şimdilik…
[su_divider]
[1] http://www.wikizero.biz/index.php?q=aHR0cHM6Ly90ci53aWtpcGVkaWEub3JnL3dpa2kvRGVkZWt0aWY, Erişim: 21.04.2019, Saat: 14.30
[2] http://web.archive.org/web/20141228015434/http://www.arastirma.com.tr:80/dedektifligin-tarihcesi, Erişim: 23.04.2019, Saat: 20.07
[3] Yargıtay 12. Ceza Dairesi’nin 02.02.2016 tarih, E: 2015/3910 ve K: 2016/1129 sayılı kararı
Av. Oğuzhan ASLAN
1989 yılında Oltu’da doğdu. Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdikten sonra İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi’nde Vergi Hukuku ve Vergi Hukuku Uygulamaları bölümünde yüksek lisans eğitimini tamamladı.
2015 senesinde Kıyamet Günlüğü & Kayıp Hanedan isimli ilk polisiye romanı yayınlandı. 2018 yılında Çınar Yayınları’ndan çıkan Kanlakarışık adlı polisiye öykü derlemesinde bir öykü ile yer aldı. Ayrıca 221B adlı derginin 2 ve 12. sayılarında birer öyküsü yayınlandı.
2017 yılında gerçekleştirilen ve Cüneyt ÜLSEVER ile Suphi VARIM’ın konuşmacı olarak katıldığı “Polisiye Yazarlarının Gözünden Suçun Toplumsallaşması ve Adalet” adlı panelde moderatör olarak yer aldı.
Türkiye Polisiye Yazarları Birliği’nin kurucu üyeleri arasında yer alan ASLAN’ın çeşitli mali hukuk dergilerinde yayınlanmış hakemli ve hakemsiz makaleleri yanında vergi hukuku alanında çıkardığı iki kitabı daha bulunmaktadır.
Hâlâ İzmir Barosu’na bağlı olarak serbest avukatlık yapmaktadır.