KalemKahveKlavye’de geçmişin edebiyat yayınlarında karşımıza çıkan hoş detayları ara sıra paylaşmaya devam ediyoruz. Bu sefer karşımıza, 2004 yılının Mart sayısında Kaçak Yayın dergisinde yayımlanan bir Ercan Kesal röportajı çıktı.
O yıllarda henüz yayımlanmış bir kitabı yok Ercan Kesal’ın, 2002’de Nuri Bilge Ceylan’ın Uzak filminde kendisine rastlasak da bunun dışında bir sinema ürünü de yok henüz. Lakin ilginçtir, Hükümet Kadın filminde bir belediye başkanı olarak gördüğümüz Kesal, gerçek hayatta 2002’de Beyoğlu Belediye Başkanı aday adayı olmuş.
Ercan Kesal’ın Beyoğlu’yla ilişkisi sadece siyaset bazında değil ama. Mesleği hekimlik olan Kesal, bağımsız ve ücretsiz olarak sağlık taramaları yapıyor, Beyoğlu’nu sosyokültürel ve ekonomik olarak analiz ediyor, projeler geliştiriyor ve tüm bunları Beyoğlu Belediye Başkanı olarak hayata geçirmek istiyor. Lakin mümkün olamıyor.
Kaçak Yayın dergisinde dönemin Taksim’inde Adnan Özer ve Aslan Özdemir ile buluşan ve söz konusu projeleri anlatan Ercan Kesal’ın bu röportajı; yazarın geçmişine dair hoş bir anı olmakla birlikte dönemin Beyoğlu’suna dair nostaljik notlar getiriyor ve aynı zamanda “Başkanlık planı gerçekleşseymiş çok da güzel olabilirmiş,” dedirtiyor ister istemez. 13 yılda Beyoğlu’nun geldiği hali düşününce de bu röportajda bahsedilen sorunlardan çok daha fazlasına üzülmekten başka bir şey gelmiyor elden.
Geçtiğimiz günlerde başka bir konu için yazıştığımız Ercan Kesal’a bu röportajdan bahsettiğimde şunları söyledi, hani bir yandan da sevenlerine müjde vermiş olalım:
Röportajdan derlediğimiz sorular ve yanıtlar sizinle…
[su_divider]
“Bez afişte bir slogan: ‘Beyoğlu Doktorunu Arıyor’, altında da “Dr. Ercan Kesal, Beyoğlu Belediye Başkanlığı Aday Adayı” ibaresi var. Bu afişlerden her yerde gördük. Ama Doktor Ercan bizim Ercan, parasızların doktoru, parasız sanatçıların dostu, doktoru…
Ercan Kesal parti merkezinin resmi olarak kendisini aday göstermesini beklemiyor. Bölgesinde halk arasında yıllardır sosyalizasyon çalışması yapıyor. Gelir düzeyi düşük mahallerde yılda her aileden en az bir kişiye ücretsiz sağlık taraması yapmış. Sosyal, kültürel, sportif bir sürü dernek kurmuş. Mahalle çapında pek çok sosyal projeyi finanse etmiş. Çalışmalarını buraya sığdırmak olası değil.
O aday olmayı bekliyor. Biz içimizden birinin aday olmasını bekliyoruz. Kaçak Yayın’ın bu sayısı çıktığında adaylar açıklanmış olacak. Adaylığı gerçekleşir mi, gerçekleşirse seçilir mi, bilinmez. Ercan Kesal bizim için hep var olacak. 78 kuşağının kültürlü, cevval çocuğu ile yaptığımız sohbeti sunuyoruz.”
Katılımcı Demokraside Katakulli Olmazsa Beyoğlu Doktorunu Bulacak
Aday olur da seçilirsen Beyoğlu’nun hangi dertlerine derman olacaksın, ilaçların neler?
Hikâyeyi anlayamazsanız hastalığın tesbitini de yapamazsınız. Hastanın hikâyesini anlıyorsan, tedavinin % 60’ını yapmış oluyorsun; geriye kalan da % 40, yani hastanın güvenini kazanmak için yapılan şov. Şimdi Beyoğlu’nun iskeletine, hikâyesine girdiğimiz zaman, bizim bildiğimiz bir Beyoğlu olmaz bu… Şöyle bir benzetme yapılabilir, İstiklal Caddesi’nin ışıkları bizim gözlerimizi almış. Bir tarihi Beyoğlu var, bir de coğrafi olarak Kasımpaşa, Yenişehir, Piyale Paşa, Kaptan Paşa, Fetihtepe, Sütlüce diye adlandırılan bir başka Beyoğlu var ve onlar seçiyor Beyoğlu’nun yöneticilerini, Beyoğlu Belediye Başkanı’nı. O tarafa baktığınız zaman sıkıntı orada, buradakine bakacak olursak, felsefik sıkıntılara dayalı şeyler: tarihsel bir doku var, bir kere Beyoğlu’ndaki tarihi yapının envanteri çıkartılmış değil, yapıların bir kısmının da çökerek ölümlere sebebiyet verdiği ortada. Ama öbür tarafta Tarlabaşı’ndan aşağı indiğimiz zaman, Kalyoncu Kulluk’tan aşağı indiğimiz zaman, Piyale Paşa’sı, Fetihtepe’si, Kasımpaşa’sı, Hacı Hüsrev’i, hepsinde Sivas, Erzincan, Giresun gibi lokalize olmuş, yaşayan yerler…
Beyoğlu’nu bir hastaya benzetirsek, estetikten çok, iç hastalıklarına müdahale gerekiyor galiba, öyle mi?
Tabii, bu vazgeçilmez…
Sosyal hastalıklar ile fiziki hastalıklar arasında bir paralellik var mı?
Elbette. Hastalık, yoksulluk. Fakirin hastalığı katlanılmaz.
Her sağlık taramasından sonra bunu nasıl fark edememişiz falan diyoruz; bir sokağın hastalığıyla öteki sokağın hastalığı bile farklı. Cemaatin hastalığıyla Cem Evi’ndeki taramada gördüğüm hastalık ve muhafazakâr kesimlerde gördüğüm hastalık birbirinden farklı. Birinin çiğ et, sucuk yeme alışkanlığı çıkıyor ve burada inanılmaz bir parazit görülüyor, öbüründe kapalı, içe dönük kirli bir hastalık, enfeksiyonla ilgili hastalıklar, orada da onu görüyorum. Yani yaşadığın dünyayla bire bir uzantısı var yaşadığın hastalığın.
Sokak sokak bunları tespit edip istatistiki olarak renklendirdin mi?
Kendimce; bununla ilgili İstanbul Valiliği hakkımda sen nasıl ücretsiz hasta bakarsın diye soruşturma açacaktı neredeyse. Yasak dediler, çünkü rekabetçi koşulları bozuyormuş.
Peki İstiklal Caddesi’ne ne diyorlar, orayı nasıl tanımlıyorlar?
Birçoğu günlerdir aylardır buraya gelmemiştir; benim bir temizlik personelim var, gelmemiştir. 100 hastanın 50’siyle tercüman vasıtasıyla konuşuyoruz, Türkçe konuşmayı bilmiyorlar. Beyoğlu Emniyeti’nin arkası, orada 250-300 hasta baktık, yine tercümanla baktık.
Burası uzak bir düş, bir hayal ülkesi; bazen akşamları gelip gördükleri, hayal ettikleri, kıskandıkları bir yer… Bir taramada 57 yaşında bir kadın, Türkçeyi iyi konuşamayınca, yeni mi geldin dedim, hayır dedi, 12 yaşında geldim. 40 yıl burada Bademlik’te yaşayıp hâlâ Türkçeyi konuşamamanın manası ne sizce? Benim Kağıthane’deki dispanserimde temizlikçi kadın Fatma, film çektirmek gerekti, hasta vardı, başka bir poliklinike göndermek istedim, Çağlayan’a. Ben hayatımd oraya hiç gitmedim, neresi, dedi. 5 dakikalık yol; ben eminim 3, 5, 10 yıl hiç denizi görmeden yaşayan insanlar var orada. Bence on yıldır Beşiktaş’a inmemiştir.
Sinemaya gitmemiştir.
Öyle bir şey yok hayatında, hayatında hiç gitmemiş olabilir.
İstanbul’a köy diyorlar ya, başka bir şey herhalde.
Evet köy başka bir şey, köyde bir şey yok ki; İstanbul köy değil, hastalıklı bir şey. Bir ucube şehir de değil, köy de değil.
Beyoğlu için kültürel projelerin var mı, ekibinle belirlediğin, senin gönlünden geçen, imkanlarım olsa bunu yaparım diyebileceğin bir şey var mı?
Her iki tarafı birbirinden ayırt etmeden konuşmalıyım; tarihçiler anlatır, 2100 adet Nişantaşı varmış, yani rekor taşı; Nişantaşı’nın adı da oradan geliyor… Yani atıyorum, 1622 yılında Okçuzade Mehmet Efendi yayı öyle bir gerdi ki oku attığı yere bir taş dikiliyor…. Bunlar da 7 tane taş… yedi hamleli, bu merkezlerden atılımla kültürel bir projeyi başlatacağım. Tarihe uygunluk, kültüre uygunluk, bugünkü uygarlığa uygunluğu getirecek. Senkronize edeceğim. Çok Amaçlı Kent Evleri kuracağım, o çocuklarla, gençlerle… Ayrıca İstiklal Caddesi’nde kaç tane bina var, kaçı yıkılmaya yakın, kaçı mimari özellikte bunları bulmak lazım, kaçı sağlıksız…
Çok amaçlı kent evleri aslında çağdaş halk evleri projesi, çünkü oona halen ihtiyacımız var, kentte, Beyoğlu’nda yaşayıp Sivaslı, Giresunlu olmuş olabilir, o zaman onun, o yörenin kültürünü, oyunlarını, kente ait bir şekilde geliştirebileceği hobi merkezlerini de kurmalıyız. Kültür evlerini oluşturacağız.
Basını Beyoğlu’na çekmeyi düşünmez misin? Basın o kadar merkezden dışarıda yaşıyor ki… Ama burası canlı bir yer, basının bir kısmı burada olsa daha iyi olmaz mı?
Tabii bu benim elimde değil, ama daha iyi olur. Buradaki dokuya dair bizim Kentsel Proje diye bir projemiz var, onun içinde eski binaları temizleyip basını özendirebiliriz. Siz eğer binayı iyi temizlerseniz ya da kenti iyi temizlerseniz, artıklarını atarsanız zaten o kendini gösteriyor, benim bu temizlik ve yenileme projesinden kastım da o. Mutlaka düzgün bir şekilde dizayn edeceksiniz. 24 saat yaşayabilmeli bu şehir, hani konuşmuştuk ya, gece kitap alacağın yerler var açık olan. CD alabiliyorsunuz, burası turistik yaya trafiğine kapalı olan yerler, el işlerinin ortaya çıkarıldığı bir alan haline getirilmeli. Galata’daki avizecileri kaldırın, bu mekanlarda daha adam gibi işler yapılmasını sağlarsınız. En önemlisi şu, mimar arkadaşlarımız insanı görmüyorlar, ada, parsel, proje görüyorlar, halbuki insan içinvardır bütün bilimler, bilgiler, bunlar insanın işine yaramıyorsa bana ne. Galata’daki insanların işlerini daha iyi yapmaları için olanak sağlanmalı. İnsanın öne çıktığı bir şeyler yapılmalı.
Eskiden Beyoğlu Spor Kulübü vardı.
Hasköy Spor 1923’te kuruldu, kurucularından biri dünya tatlısı bir adam. Galata Spor yine öyle, Tophane yine; renkleri aynıdır, mavi beyaz. Rumlara onlara saygılarından renklerini değiştirmemişler. Spor için kapalı alan, tesis şart. Beyoğlu sadece özellikle Firüzağa, Cihangir, bu bölgede birtakım entelektüellerimizin yazar, şair takımının taş evlerde oturup çok önemsiyorum ama işin öyle olması gerektiğini de düşünmüyorum.
Bu entelektüel barlarda fiyatlar çok pahalı, valla bir çay anasının nikâhı, ticarete de karışılmaz ama…
Ben karışırım; Beyoğlu’nun işsiz sayısını çıkardım… Bu işsizlikte asıl sıkıntının nedeninin mesleksizlik olduğunu da biliyorum. Şimdi önce kalifiye bir eğitim, önce mesleklendirip daha sonra bu mesleklendirdiğin kesimi kendi elindeki işyeri datasına göre raştırmayı düşünüyorum; bana gelen restorant işiyle ilgilinen bir vatandaşı çalıştırmak zorunluluğu var… Ahçı var iki tane gönderiyorum, istediğini işe başlatabilirsin. Onlar Beyoğlu’nda ve işsizler. Otopark var ki vicdan var… peşkeş çekersin ya da işsiz 5 kişiyi eğitirsin, böylece 1200 aileyi ekmek sahibi yaparsın.
Edebiyat çevresinin çoğu Beyoğlu’nda takılıyor. Bohemlik de artık avara kasnak gibi bir şey, üretilmiyor. Aralarında gereksiz kent çatışmaları var. Ne yapılabilir?
Tabii ki bu noktada hocamız sensin, (Adnan Özer’e söylüyor) ben senin öngörülü biri olduğunu bilirim, sen yıllar önce söylemişsindir, bugün karşımıza çıktı.
İstanbul denince Beyoğlu, Galata akla gelir ama bir Güngören akla gelmez. Burası gelir, bu anlamda değerli ticaret ve turizm merkezi olmasının yanı sıra kültür merkezi de. Bina olarak, kurum olarak bir kültür merkezi yapmalıyız.
Lüks kaçsa bile yapmalıyız artık?
Lüks değildir, o lüks gibi yaşatıldığı için bize lüks geliyor yoksa hiç de lüks değil.
1987, Ankara.
Türk Dili ve Edebiyatı lisansı, Yeni Türk Edebiyatı yüksek lisansı…
KalemKahveKlavye’nin kurucusu.
Evli ve iki kedi babası…
Bazı kitaplar yazdı: Kadran Kadraj (2015), Kaosun Kalbi (2020), Yeraltı Kütüphanesi (2020), Gecenin Kıyısından Gelen Suratsız ve Yaşlı Kuzgun: Edgar Allan Poe (2020)