“Düşün azizim, cam kırılıyor bir de etrafına bakıyorsun ki kırılan cam yok… Bu ne demek?”
Sevim Burak-Sahibinin Sesi
Kendisini bir oyun yazarı olarak görmeyen ve tanımlamayan bir yazardır Sevim Burak. Fakat üslubunu beğenelim ya da beğenmeyelim, oyunlarında yarattığı kadınlar bahsedilmeye değer karakterlerdir. Bu yüzden de ölümünün 35. yılı vesilesiyle, bundan tam sekiz sene önce yazdığım bu yazı güncelliğini koruduğu için sizlerle paylaşmak isterim. Her ne kadar güncelliğini koruyor oluşu korkutucu olsa da… İyi okumalar…
Yazar, İşte Baş İşte Gövde İşte Kanatlar oyununda hayatları çalınmış üç kadını anlatır… Küçük yaşta hizmetçi olarak çalıştıkları evlerde tacize uğramış, evlenme vaadiyle kandırılmış, gebe bırakılmış, tüm insani hakları ellerinden alınmış, sömürülmüş kadınlardır bunlar. Evini çekip çevirmekten başka yapabileceği bir işi olamayan, noksan bırakılmış, yüreğimize dokunan kadınlar… Alt kattaki dairede, yan masamızda, bir üst sınıfımızdaki kadınlar. Karşısında duracağı şeyi bilen ama içinde bulunduğu durumun altında ezilip, karşı duramayan kadınların hikâyesi. Zembul, Melek ve Nıvart’ın meselesi bizim de meselemiz olmaktan çıkamıyor. Alt kattaki dairede, yan masamızda, bir üst sınıfımızdaki kadınlara yapılanlara sorumlu hisseden bizler için kapanması güç kapılar açıyor Sevim Burak.
Sevim Burak’ın oyunlarındaki kadın karakterler mütemadiyen “öteki” karakterler olarak işlenmiştir. Yazınsal alanda verdiği tüm ürünlerde ölüm temasını içten içe mutlaka işlerken, oyunlarındaki kadın karakterlere, bir erkek üzerinden kendisini tanımlayan yapılar kurgulamıştır. Döneminin furyasına örnek olarak, karakterlerini iç çatışmalar üzerinden işlemeyi tercih eder ve her zaman savaşan, mücadele eden kadın figürünü kullanmayı yeğler. Karakterlerine öyle denklemler kurar ki metni okurken ya da oyunu izlerken alımlayıcıya bambaşka duygular yaşatır. Örneğin Adalet Ağaoğlu’nun Çatıdaki Çatlak adlı oyunundaki Fatma Kadın’ın ezilmişliği yoktur Burak’ın kadınlarında. Burak’ın kadınları yenilmiş ama mağrurdurlar. Oyunlarında kadının toplumdaki yerini usanmadan işaret ederken ne Adalet Ağaoğlu gibi gerçeği göbeğinden yakalar ne de Cahit Atay gibi cahil bırakılmış kadını en yalın haliyle gösterir bize. Çıkış arayan, kendi iç çatışmaları içinde dibe doğru gitgide batan ve köşeye sıkışmış kadınlardır Sevim Burak kadınları. Politik tartışmalara direkt olarak girmemekle birlikte kadın karakterlerine çok fazla şey söyletir aslında. İşte tam da bu yüzden güncelliğini hiç kaybetmeyecek bir yazardır Sevim Burak.
Yazar, karakterlerini gündelik olandan seçerken aynı zamanda biçimsel olarak tercih ettiği üslubuyla, bizi karakterlerle özdeşleşmekten uzaklaştırır. Oyunlarındaki kişilerin sade hikâyelerine baktığımızda hepsi gündelik yaşamda karşımıza çıkan, bizden birileridir. Fakat gerçeküstü bir anlatım tercih ettiği için bizi dışarıdan izleyen bir göz konumuna sokar. Belki de yazar, toplumsal cinsiyet kalıp yargılarını okuyucularına/izleyicilerine bu biçimde göstererek bu denli kalıcı olmuştur. Zira bir kadın, yaşamı boyunca bazı kalıplara girer; eş, anne, arkadaş, iş kadını… ama bunların yanı sıra kadının sokulduğu kalıplar da göz önünde bulundurulmalıdır. Yazarın bize işaret ettiği nokta da kadının sokulduğu kalıplardır. Yaşadığımız toplumu temel aldığımızda, bu bahsi geçen kalıpların yanına bir de alınıp satılabilen mal, evde bir işçi, soyun devamı için bir araç gibi kalıpları da eklememiz gerekiyor. Sevim Burak’ın bize söylediklerine kulak kabartmakta yarar var diye düşünüyorum…
Yazar Sahibinin Sesi adlı oyununda da en az İşte Baş İşte Gövde İşte Kanatlar oyununda olduğu gibi çarpıcı bir hikâyeyi konu almıştır. Burak’ın bu iki oyunu, henüz küçük yaşta evinden ve yurdundan koparılmış kadınların hikâyesidir. İşte Baş İşte Gövde İşte Kanatlar oyununda Nıvart ve Melek yaşadıkları evlerde çalıştırılan, sömürülen iki kadındır. Oyunda bu iki kadının iç hesaplaşmalarını, incinmelerini, kullanılmalarını çarpıcı şekilde görüyoruz ama yazarın üslubu nedeniyle bu iki kadına acıyamıyoruz. Gerçekçi bir oyunla kurduğumuz bağdan oldukça farklı bir noktaya savruluyoruz aslında. Karakterlerle, durumla kurduğumuz ilişki baştanbaşa değişiyor. Bu gerçeküstü tavır bizi daha çok biçimsel kaygıya itiyor ve oyunun özünü tartışmaktan önce biçimini kavrayıp, oturtma ihtiyacı hissettiriyor. Yazar, Sahibinin Sesi oyununda ise yine gerçeküstü biçimi göz önüne sererken, burada da erkek üzerinden tanımlanan kadın formunu işaret ederek anlatıyor hikâyesini. Erkeğin hizmetine adanan, ötekileştirilen, önemsenmeyen Zembul, erkeğine muhtaç halde evinde çocuğunu doğurmakta, evini çekip çevirmekteyken öte yandan kocası Bilal, sürekli olarak Zembul’ü aldatmaktadır. Bilal, mühim bir adam olduğunu kanıtlama çabasındadır oyun boyunca. Okuyucuya verdiği raporlar ile bu çabayı gösterirken gereksiz ayrıntılar içinde boğulur. Bu raporlardan anlaşılır ki Bilal, lümpen bir yaşam sürmektedir. Yaşamı boyunca emek vermekten, savaşmaktan kaçmış olan bu karakter oyun boyunca korkuları içinde boğulacaktır. Bir türlü nikâhına almadığı eşi Zembul’ün karnındaki çocuğun başkasına ait olduğunu söyleyecek kadar da umarsızdır. (Farkında mısınız Burak’ın iki oyununda da yenilmiş adamlar ve savaşan kadınlar görüyoruz?) Kaçarak Fransa’ya gidip öğrendiği yabancı dili ile ders veren ve elinden bundan başka bir iş gelmeyen, beceriksiz bir adamdır. Tüm çareleri tüketmiş olan Zembul, mutsuz ve umutsuzca çocuğunu doğuracaktır ama savaşmaktan vazgeçmemiştir, Bilal ile evlenmek için hâlâ hamleler yapmaktadır. Bilal’i ise amansız bir hastalık gibi paranoya sarıp sarmalamıştır. Bilal’in paranoyasını vücudunun içinde gezen bir iğne ile metaforlaştıran yazar, bize Bilal’in korkularını anlatmak için etkili bir yol seçmiştir. Derisinin altında ilerleyen iğnenin ne zaman canını yakacağını bilemediğinden yakınırken, iğne hareket ettiğinde acıyla kıvranmaktadır. Bu iğne bence Bilal’in kirli zihninin metaforik halidir…
Bu kadınların hikâyeleri aslında bizim hikâyelerimiz; üst komşumuzun hikâyesi, annemizin hikâyesi, bir çay içmek için oturduğumuz bir kafede yan masamızda oturan kadının hikâyesi… Hepsi biziz… Bu yüzden bu toplumda yaşayan hiç kimseye uzak hikâyeler değil Burak kadınlarının anlattıkları… Yaşadığımız toplumda kadının sesi yükseltilmesi en zor ses maalesef… Sokakta tacize uğrayan, psikolojik ya da fiziksel şiddet gören kadınlar, zorla evlendirilen, aşağılanan, ötekileştirilen, iş yerinde psikolojik şiddete maruz kalan, bedeninin kaldıramayacağı ağırlıktaki işlerin altına sokulan ve daha bir sürü sorun… Sorularla dolu sorunlar… Bitmeyen sorular…
Herkesin kendi hikâyesine sahip çıktığı bir dünya umudu ile…
2012 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi Dramatik Yazarlık bölümünden mezun oldu. Çeşitli yerlerde öykü atölyeleri ve drama atölyeleri düzenledi. Dramaturg olarak Tiyatro 4’te yer aldı. Çeşitli mecralarda öyküler ve incelemeler yayımladı. Şimdi senarist olarak yazınsal yaşamına devam etmektedir.