Masallarda değişmez değerlerle, değişken değerlere rastlarız. Bu fantastik alemde nabız tutmak çok kolay değildir. Masal kişilerinin eylemleri ya da değerleri, onların değişmez bütünlüğü, belli başlı bir etik muhasebesi yaptırır bizlere… Evrensel, ortak bir vicdanın birlikteliği altında, rüzgar gibi kolayca ulaşır kulaktan kulağa dilden dile… Rossini’nin üzerine düşünüp işlemeye değer gördüğü bu masalın müzikal notaları bu yüzden rüzgara emanettir artık. . Bu rüzgarın Süreyya Operası’nda bir durağı var.
Yekta Kara’nın çağdaş rejisiyle birleşen Külkedisi operası pop art’ın kitlesel bilinciyle buluşmuştur. Sahnelemede hikayenin bir kısmı animasyonlarla desteklenmiştir. Bu durum, hikayenin çağdaş yorumunu kuvvetlendiren bir izlek olarak karşımıza çıkar. Animasyonda yakalanan dramaturjik keşifler oldukça ilgi çekicidir; özellikle klasik üslup harici müzikal armonilere yer verilmesi, kemikleşmiş opera algısını esnetmiştir. Müzikal dramaturji, alımlama biçimini özgürleştirici kılmıştır.
Sahneleme, masal karakterlerinin arketipik özelliklerini, çağımızın unutulmaz ikonlarının değerleriyle bütünleşip güncel bir hesaplaşma yaşamamızı sağlıyor.
Prens Elvis Presley, Külkedisi Audrey Hepburn’a dönüşüyor. Pop art, kitle kültürüne ait imgeleri ve onların değerleri üzerinden herkesin kolaylıkla kavrayabileceği sanat anlayışının peşindedir. Avrupalı ustaların formel ideali bu sanat akımıyla tamamen ters düze edilmiştir. Pop art’ın doğal yapısıyla birleşmiş bu sahneleme izleyiciye sorgulama alanı bırakmıştır. Külkedisi operası’nda pop art’a yer veriliyor olması, opera üzerinden ulvileştirilmiş algılama biçimlerinin kırılmasında büyük rol oynamıştır.
Bu yüzden dekor, iletiyle uyumu yakalamıştır. Pop art öğelerinin sahnedeki temsilleri, Roy Lichtenstein’in eserleriyle birleşmiştir. Bol ışıklı aydınlık bir sahnede yapılan temsil, realist izlekten seyricisini koparmamak için önemli olsa da yer yer ışık rejisinde birkaç değişiklik olabilirdi.
Sahne şiirselliği/estetiği açısından revize edilmesinde fayda olabilir.
Koro şefi, Gökçen Koray’ın ve oyuncuların disiplini temsilin her noktasında zirvedeydi…
Külkedisi Operasının Cinsel Politikası Üzerine
Çoğu erkek yazar ya da yönetmen bir kadın karakteri aktarma ya da yaratma evresinde “ kadınlığın” psikolojik ya da sosyolojik gerçekliğini aktarmakta biraz zorlanır diyebiliriz. Bu durumun olması aslına bakılırsa normaldir. Eril zihnin, yaşanan kurgulanan evrene, kadınlık deneyiminin içinden gelmiyor oluşuyla taraflı bir bakış açısı getirir. Kadın yönetmenler ve yazarların bakışıyla bu durum biraz değişiklik gösterir. Yekta Kara’nın yorumunda “Kadınlık” hallerinin deneyimlenmiş olması, sahnelenen eserin kadınlık sorunlarını tartışan bir izlek yarattığı görünür. Problemlerin görünür hale getirilmesi varolan hiyerarşilerin sorgulanmasında önemli rol oynar.
Külkedisi operasının sahnelemesini incelersek, açılışta karşımıza çıkan Corinda (Dilruba Bilgi) ve Tisbe ( Elif Tekışık)karakterlerinin ağda yaptığı ve hulahop çevirdiğini görürüz. Onlar ataerkinin istediği yarışa daha hikaye başlamadan girmişlerdir.
Juliet Mitchell’in saptaması bu sahnelemedeki kadınlar için geçerli görünür: “Kadınlar en iyi koca, en güzel ev, en başarılı aday olmak için yarışırlar. Düzen içinde ezilmişlikleri kadınlarda küçük insanlar olma eğilimi, adi ucuz kıskançlıklarını us dışı bir duygusallığı ve rastgele bir öfkeyi doğurur. Onları bağımlılığa, rekabetçi bir bencilliğe, tekelciliğe bir tür görüş sınırlılığına ve tutuculuğa yöneltir.”
Bu durumun sahnede traji-komik bir dille yansıtılıyor olması var olan baskıyı görünür kılar. Kardeşlerin birbirlerine dahi tahammülleri yokken Angelica’nın mağrur tavrını yarış dışı sayıp ilgilenmezler, üzerine kötü davranırlar.
Düzenin yarattığı yarışa girmeyen, “öteki” muhtemelen annesinden aldığı öğretinin aktarıcısı olma eğilimini taşır. Düzenin istediği akıl ve ona direnen aklın ikiliği, sahneleme dilinde altı çizilen bir unsur olmuştur.
Kralın bildirisi okunduğunda kadın oyuncular bu gerilimi histerik bir biçimde aktarmaya özen göstermişlerdir. Baba karakteri, Don Magnifico (A.İhsan Onat) rüyadan uyanmasıyla kızlarına şu cümleleri aktarır: “Rüyamda bir çan kulesinin tepesindeydim, çanlar evimin neşesi, tüyler sizdiniz, geriye eşek kalıyor,
o da benim. Size bakan biri eşeğin kim oluğunu görür. İçinizden biri kraliçe olacak ve ben bir sürü torun sahibi olacağım ve zafer benim olacak…” gibi cümlelerle kızlarının elinde kalan son “mülk”olduğu açık bir dille aktarır.
Sahnelemede bu niyetin altı çizilip, baba karakterinin şevkâtsiz tavırlarıyla iletilmiştir. “Kızlarım, sevgili çocuklarım… sarayımın yarısı çökmekte. Kendinize özen gösterin…”
Anne ölmüş, baba yalnız kalmıştır. Bildiği tek varoluş biçimi olarak efendi rolünü, kızları olmadan sürdüremez hale gelmiştir. Zayıftır, korkaktır sahte bir “erk “sahte bir varoluş içindedir. Diğer kızlar kendi gibi olmaktan vazgeçirilerek babanın varlığını korumaktadır. Biri hariç, kendi gibi davranan ve yarışmayan kızı Angelina, varlığına tehtiddir. Julia Kristeva’nın “…Kadınlar için sosyo-sembolik sözleşme bir fedakarlık sözleşmesidir,” tespiti Corinda ve Tisbe’nin özgürlüğünden, yaşamından fedakarlık etmesi olarak anlam bulur. Angelina bu yüzden sivrilen bir baştır. Nesrin Gönüldağ’ın canlandırdığı Angelina karakterinin mağrur tavırları, bu sivrilmenin barışçıl bir yönden yapıldığını gösterir. Yönetmen Yekta Kara’nın iletmek istediği barışçıl mesajı görünür kılar.
Prens (Ahmet Baykara) karakterinin evlilik törenini kendi isteğiyle seçmemesi, babasının isteğiyle seçmiş olması, erkekliğin trajedisinin başladığı noktadır.
Prensin bu durumdan şikayetçi olması erk iktidarında erkeğe seçme hakkını tanınmadığını gözler önüne serer. Babasının yasalarına itaat etmek zorunda kalan bir erkektir o. Sahnelemede yapılan Elvis Presley ikonolojisi prens karakterine şüphesiz ki yeni bir ruh katmıştır. Erk’e itaat eder, ama kalbindeki seçimin peşinden gidecektir “delikanlılık” ya da “gönlünde yatan krala -kraliçeye doğru ilerleyen bir erkek tipolojisi çizmiştir. Prens karakteri aldığı bu yeni yorumla kitlesel belleğe seslenip, onun özgürlükçü doğasını alımcıya yansıtmıştır
Masaldaki ayakkabı formu yerini bileziğe bırakmıştır. Tüm kadınların aynı kalıba girme ideali metinde kaldırılmıştır. Metnin 1817’de revize edilmiş yorumunda, bilezik ön plandadır. İletinin bu noktada ilerici olduğunu görüyoruz, aranan idealin şekli değişmiştir. Belli bir kalıba sokulmaktan ziyade, özde olan güzelliği arayan fark eden bir dünya görüşünün kıymetli olduğu fikri aktarılır. Sahnelemede bu hususun Elvis ikonuyla birleşmesi, bu iletinin altını çizmektedir. Erkekler korosunun sahnelemeye olan etkisi dişil dünyayı destekler niteliktedir. Koreografileriyle bu durumu belli etmişlerdir. Giyimleri çağdaştır. Şapka, takım elbise, kimi yerde pasta ve şemsiye ile dramatik akışla metnin amacına hizmet etmişlerdir. iletiyle tamamen birdir.
Commedia Dell’Arte geleneğinin ve çağımızın tipik hallerinin parodileştirip harmanlandığı bir yorum olmuştur. Sahne üzerindeki “komiği” yaratan unsurlar çoğunlukla bunlardır. Prensin Angelica’nın ailesi için düşündüğü cezalar eril zihnin bilinçaltıdır. Angelica bunun önüne geçer, barış ve affın yüceltiği bir dünyayı kutsar. Prens durumu kabullenir. Eril zihniyette değişim olur, sahneleme bu feminist iletiyle bağını koparmamıştır. Farkındalık algısı olan bir kadın deneyimiyle sahnelenmiş olması, meselelerin üzerine yaratıcılıkla gidebilme cesaretini göstermiştir.
Prens ve prenses’in birbirini bulmasıyla eski okültistlerin bahsettiği bir Venüs sınavı verilmiştir. Bu gezegen gerilediğinde yaşanan olaylar ders niteliğindedir. Değerde azalma, kıymette noksanlık ve değer bilip bilmeme unsuru tüm insanlığın bir sınavıdır. Gezegenin ileri hareketiyle cesareti olan, değeri olan herşey bu özgün akışla artık yücelir ve Venüs ileri hareketine devam eder… Ülkece, değerlerimizin gerilediği bu zorlu dönemimizde kıymetli olan herşeye sahip çıkmak hepimizin sınavıdır; ne mutlu küçük sahnemizde yaşattığımız temsillere… Transit, ileri!
[su_button url=”https://secure.dobgm.gov.tr/opera2013/devopera.aspx” target=”blank” background=”#d43839″ size=”5″ icon=”icon: hand-o-right”]Oyuna Dair Detaylar İçin Tıklayın[/su_button]
1991 yılında doğdu…
Gözlerini ovuşturmaya lise yıllarında tanıştığı Sartre’ın “Varoluş özden önce gelir” sözüyle başladı.
Dionysos sevdası onu İ.Ü Tiyatro Eleştirisi ve Dramaturji bölümüne yuvarladı. Biricik tanrısının Baccha korosuna katılmak için İ.Ü Devlet Konservatuar’nda Opera okumaya karar verdi.Andante dergisinde kısa bir süre çalıştı.Rüya görmeyi yıldızları okumayı ve vahşi kadınları seviyor.