BirGün gazetesi Yazı Kurulu Üyesi, Bavul dergisi yazıcılarından, Yedi Yetmiş adlı çocuk edebiyat ve kültür dergisinin yönetmeni Barış İnce’nin; “Gezi’nin yıldönümünde müjde!” denilerek geçtiğimiz hafta içinde satışa sunulan Çelişki adlı kitabı dört günde tükenmiş ve kitabın yeni baskısı yapılmış.
Kitapla ilgili olarak kaleme alınan bazı değerlendirme yazıları ve yazarın verdiği mülakatlardaki yoğun Gezi vurgusu sayesinde, kitabın bugünlerde yayımlanmasının tesadüf olmadığını ve Gezi’nin mensupları ve orada oluşan, oluştuğu düşünülen politik kültürün savunucularınca sahiplenilmesinin amaçlandığını açıkça görüyoruz.
Cumhuriyet röportajında, Barış İnce’yle söyleşen kişi, kitabın baştan sona Gezi koktuğunu söylemiş örneğin. Bu algıyı bizzat yazarın kendisi ve hık deyicileri yaratmaya çalışıyor. Satış pazarlamanın solculuk sosuyla yapılmasına alışığız; ama bunda muvaffak olunmasını sindiremiyoruz.
Barış İnce, 2007’de BirGün’de editör olarak çalışmaya başladı. 2009’da Selami İnce, koltuğunu ona devretti ve iki yıllık deneyimi ile yayın yönetmeni oldu. Bilmeyenler için ekleyelim, o dönem solda, SİP geleneğinin öncülük etmesi ile bir gençleşme, gençleri öne çıkarma politikası vardı. Barış İnce bu bakımdan şanslı sayılır.
Gazetenin, onun yönetiminde ciddi bir başarısı, ivmesi olmadı, hatta okunmama nedeni ile ekonomik sorunlar baş gösterdi; imdada ise Gezi yetişti. İstanbul’da ve Türkiye’de, o günlerin coşkusunu takip edecek birkaç sol yayın vardı sadece. BirGün ve diğerleri, bu sayede ömürlerini biraz daha uzatmayı başardılar.
Yazar, kendisini var edenin ve sevdirenin, tam da o günlerdeki manşetler olduğunu söylüyor. İddiası şu yönde; bugüne kadar grilikten kurtulamayan sol teori, o günlerde sokakla buluşuyor, yeni bir dil yaratılıyor; o da bunu çabucak kavrayıp kendini yeniliyor. Söylediğine göre, mizah ve siyaset Gezi’de iç içe geçiyor, bunu idrak etmek gerekiyor. Kurukahveci Mehmet Efendi’nin Askerleriyiz, gibi ucuz ve banal ve Mustafa Kemal’i her alanda referans alan insanların çok sevdiği bir slogana saygısızca yapılan bir atıfı mesela, çok önemsiyor.
Yedi liralık edebiyat dergilerini takip ediyor ve onlar yaparsa biz de yaparız diyerek, sokak ve edebiyatı buluşturma projesi olarak adlandırdığı Bavul dergisine de yoğun emek harcıyor.
Bavul, hani şu Turgut Uyar’ın dizelerini kapağa yanlış basıp sonra da otuz beş bin dergiyi geri toplatıp şov yapan, ciddi kâğıt israfına yol açan yöneticileri bulunan dergi, evet.
İnce, bu çizgideki yayınları eleştirenlere çok kızıyor, bu eylemi, yani popüler olana laf edenlerin maksadını, bu sayede okunmaya çalışmak olarak yorumluyor.
Bu dergiden altı yedi ay sonra, geçen yıl bu dönem, bu alandaki boşluğu fark edip bir çocuk edebiyat ve kültür dergisi çıkarmaya başlıyor. Sıra mı, eh tabii ki de Bavul’daki kanat alıştırmalarından sonra, roman yazmaya geliyor.
Herhalde bizim bilmediğimiz, roman yazmasam çıldıracaktım, diye bir kural var. Her kim ki ot çöp dergilerinde görünüyor, oradan piyasaya romancı, hikâyeci olarak dikey geçiş yapıyor.
Barış İnce’nin romanına ilişkin, kitabın çıktığı gün, bazı çok çok önemli isimler, kısa notlar düştüler; her üçü de ne tesadüf ki Bavul yazarı olan Ercan Kesal, Umay Umay, Necati Tosuner; eserin harikulade olduğunu zikrettiler.
Onlar beğendikten sonra bize pek laf düşmüyor; ama yine de hani 11,5 lira verip okuduk, herhalde birkaç cümle kurma hakkımız bulunuyor.
Çelişki adlı kitap, güzel bir konunun etrafında şekilleniyor; yazıcı, henüz ilk gençliğinde, on yedi yaşındaki bir bireyin, kişisel yaşantılar ve toplumsal süreçlerle birlikte var olan çelişkilerin onun kafasını nasıl karıştırdığı ve onun buna ne şekilde tepki verdiğini anlatıyor.
Bunu yaparken de hem kolay hem de zor bir yöntem seçiyor ve kişilik bölünmesi yaşayan bir karakter yaratıyor. Onun bir yarısı normal, sıradan bir yaşam sürdürme peşindeyken, diğeri sürekli sorular sorup bu normalliği yok ediyor.
Huzursuzluk yaratan karakterin isminin Savaş olduğu söyleniyor; buna göre beyaz tarafın, yani gerçekte var olanın adının da hem imgesel hem gerçek bağlamda Barış olması gerekiyor. Buradan yola çıkarak yazıcının kitabını gerçek yaşantıları ile desteklediği görülüyor. Zaten bunu kendisi de zikrediyor.
İnce’nin zihnindeki öteki ile var ettiği ve adı konulmayan Barış, bu öteki’yi kendi içinde tutmayı beceremiyor, yanında gezdiriyor; girdiği her ortamda sürekli Savaş’tan bahsetmesi ve biz diye konuşması, adını deliye çıkarıyor. Zaten yazarca karaktere sıfat değil gerçek bir hastalık olarak da delilik ekleniyor. Kitabın sonunda da tedavi gördürülüyor.
Bu delilik mevzuu, bazı teorilerce, toplumsal koşullara bir isyan olarak ele alındığından, Barış İnce, bu basit ve vasat metafordan yola çıkıp epey mesafe kat ediyor. Kendisi söylediğinde takipçilerinin bir bölümünün hoşuna gitmeyeceğini bildiği şeyleri deli bir oğlana söyletiyor.
Barış, on yedi yaşında, bilinçli, uysal, hırçınlıkla değil sükûnetle yaşamak isteyen, devrimci mücadelenin içinde fiilen bulunan, kendi halinde, özlemleri hayalleri olan bir genç; Savaş ise, zihninde hapsolduğu Barış tarafından mecburen dâhil edildiği bu hayata razı değil. Örneğin; Barış, kısa boylu, zayıf, esmer, Kıvırcık Ali dinleyen bir kızdan hoşlanabilirken; Savaş, sarışın, uzun, geveze, Metallica seven kızlara meylediyor.
Her solcu gencin, dünya görüşü ve yaşam tarzı ve ekonomik-sosyal konumu arasında yaşadığı ve aşılması zaman alan bu basit çelişki, bu denli iddialı bir kitapta işlenmeyecek kadar sıradan bir şey olsa da İnce bunu gözümüze sokmadan edemiyor.
Solcu erkeklerin küçük burjuva diye tabir edilen kızlardan hoşlanması, kurduğum cümledeki bu basitlikle dile getirilmiş oluyor. Oysaki bu konu Demir Özlü’nün, “Bir Uzun Sonbahar” adlı eserinde ne kadar da güzel ele alınıyor. Tabii önce bilmek ve okumak gerekiyor.
Elbette mesele sadece kız meselesi değil; İnce’nin asıl söyleyecekleri ve içsel çelişkileri, sol siyasete dair oluyor. Cumhuriyet röportajında da bunu açıyor: “Toplumsal muhalefetle, solla ilgili çelişkilerim var. Toplumsal muhalefete katılmak, solcu devrimci olmak neden zorlaştırılıyor? Dünyayı sıradan insanlar değiştirecek. Neden dilimizi çok zorlaştırıyoruz?”
Kitapta olduğu iddia edilmesine rağmen olmayan Gezi kokusu, röportaj ve söylemlerle sağlanacak, anlaşılıyor. Ancak, üstünden dört yıl geçmesine rağmen, Gezi, henüz bu ülkenin solcularınca idrak edilememiş bulunuyor.
Gezi, iktidarı almayı hedefleyen, teorisi, hattı, programı, örgütü, uzun vadeli siyaseti olan bir eylemlilik süreci değildi; geçmişten bu yana süregelen düşük yoğunluklu sol muhalefetin damla damla doldurduğu bardağı taşıran bir şeydi. Bedel ödeyen, mücadele eden, yorulsa da bıkmayan insanların o ana kadar yaptıkları her şeyi görmezden gelip Gezi’de mucize keşfetmek, solculuğa değil idealizme denk düşüyor.
Gezi’de evet, bir ruh vardı, geldi ve gitti; yazarın da içinde bulunduğu kitle, şimdi o ruhu çağırmakla meşgul; ancak o gelmeyecek. Bunu anlamak neden bu kadar zor oluyor?
Barış İnce, romanının bir yerinde, “Birilerinin kendi çıkarını pekiştirmek için koyduğu kaidelere uymamak delilik oluyordu. Eşitlik isterken otoriterleşen kimi düzenlerde de aynı sorun göze çarpıyordu.” diyor.
Güzel; adı Çelişki konulan kitapta, Sovyet Rusya ve diğer sosyalist ülkelere eleştiri getirilmeden olmaz tabii; sanırsınız, bu satırları Barış İnce değil de Gündüz Vassaf yazıyor.
Devam ediliyor: “Apolitik, liberal, kapitalist, şu bu doğuştan olunuyor ama devrimci olmak nedense sınav istiyordu… Oysa bu denli zor olmamalıydı, hayatı değiştirecek olanlar ‘sıradan ve sahici’ insanlar olmalıydı. Dünyayı değiştirmek için bir araya gelmesi gerekenlerin böyle bir zorluk yaratarak içine kapanması… Çelişki…”
Şahane, şimdi de sahneye Ece Temelkuran çıkıyor; Temelkuran’ın “Dünyayı büyük sözler değil küçük insanlar değiştirecek.” cümlesi, bir dönem yol arkadaşlığı edilmesinin etkisiyle herhalde, İnce’nin bilinçaltından bizlere ulaşıyor.
Yazar, devrimci yapıları elden geçirip geleneksel sol anlayışla hareket edenlere ayar verdikten sonra, sıra başka çelişkilere geliyor. Doksanların sonunda İzmir’in sahili güzel, yazlık ilçelerinde dolaşan karakter, bize sosyo-ekonomik bir tablo çiziyor, “Ege sahillerinin bir hiyerarşisi vardı: Yazlıkçılar büyüktür kampçılar, kampçılar büyüktür günübirlikçiler. Tabii bunların tümü de büyüktür Kürtler.” diyor.
Kürt meselesine değinmemek olmaz tabii, olur mu, sonra herkes Barış İnce’nin solculuğundan şüphe eder. O yüzden yukarıdaki söylem yetmez, olayı ete kemiğe bürümek, iki Kürt yurttaşı romana sokmak gerekiyor. İnce, Siverekli, Bucak aşiretinden iki defineciyi, Barış/Savaş’la rastlaştırıyor; manasız ancak işlevsel bir öykü anlatan Siverekli, sahneyi şöyle kapatıyor: “Bizim aradığımız sadece bir define değil aslanım… Dilimizi arıyoruz, dilimizi…”
Kürt sorununa mademki girildi, o zaman çelişkinin diğer tarafına da bakılması gerekiyor; hemen bir şehit ailesinin dramı da kitaba ekleniveriyor. Zaten İnce’nin mensubu olduğu siyasal çizgi, geçmişten bu yana, hiçbir konuda net söylem üretememesi, üçüncü yol diyerek risk almaktan kaçması ile biliniyor. Vaktiyle, Ergenekon adlı Cumhuriyet tarihinin en büyük siyasal komplosu bile, BirGün’de “Yiyin Birbirinizi!” aymazlığıyla ele alınıyor.
Karakter, İzmir kıyılarında, kovalanmadığı halde kaçmaya devam ediyor, bu kurgusu ile roman; Tahsin Yücel’in Peygamberin Son Beş Günü adlı eserinin kötü bir fotokopisini andırıyor.
Barış İnce, kişiliği bölünmüş, zor durumdaki karakterinin kafasındaki çelişkilere; vicdan solcularını, dönekleri, işkencede çözülenlerin durumlarını da ekliyor.
Savaş ve Barış, hemen her konuda kavgaya devam ediyor; fakat yazar, burada yöntemsel bir hata yapıyor. Karakterinin benliğinin iki tarafını birbiriyle açıklamalar yaptırarak tartıştırıyor. Bu iki kimse, Savaş ve Barış, bir arada bulundukları ve birbirlerini çok iyi tanıdıkları halde, sanki birbirlerini ilk kez görüyormuşçasına, sen böyle demiştin, ben öyle yapmamıştım, gibi diyaloglara giriyor.
Yazar, ben anlatıcı kullandığı için, bu iş mecburen böyle oluyor. Ancak olmaması gerekiyor. Olmaması içinse, bu kişilik bölünmesi, benlik çatışması konularına Fight Club izleyerek değil, Freud ve Lacan çalışmaları karıştırarak, hiç olmazsa, Dostoyevski’nin Öteki romanını okuyarak hazırlanmak gerekiyor.
Barış İnce’nin kitabında, bu ana çelişkiyi aratmayacak daha pek çok çelişki bulunuyor. Bu çelişkilerden başlıcasını zaman sorunu teşkil ediyor. Şöyle ki:
Bir; kitap bugün kaleme alınıyor, olaylar geçmişe dönülerek anlatılıyor. Olay zamanının, kitabın bir yerinde yirmi yıl öncesi olduğu söyleniyor. Başka bir yerinde ise “on sekiz yıldır aynı rüyanın görüldüğüne” dair bir cümle yer alıyor.
İki; bugünü, 2017 veya 2016 olarak düşünürsek, olayların geçtiği yılın, 2017’ye göre hesaplanırsa 1997 veya 1999, 2016’ya bakılırsa 1996 veya 1998 olması gerekiyor.
Üç; olayların yılının ne olduğuna dair en net bilgi, kitabın bir yerinde, “O günlerde silahlı militanların lideri daha yakalanmamış, ülke ülke dolaşıyordu.” denilerek verilmiş oluyor. Öcalan’ın Suriye’den çıkışı ve ülke ülke dolaşmaya başlaması, 1998 yılında gerçekleşiyor.
Dört; Öcalan’ın sığınma turları, o yılın Ekim ayında başlıyor, sonbahar ve kışa denk geliyor; kitaptaki olaylarsa yazın yaşanıyor.
Beş; bir yerde, yazıcı karakterin futbolseverliğine değiniyor ve ona, daha yeni TSYD Kupasını aldık, bu yıl takım iyi olacak, dedirtiyor. (Üstteki maddeye ek: TSYD Kupası maçları, şu an yok, doksanlı yıllarda Temmuz ayının son haftasında oynanıyor.) Yazarın Beşiktaşlı olduğu biliniyor, kitapta da Beşiktaşlı futbolcularla ilgili bir bahis açılarak, karakterin de bu takımı desteklediği hissettiriliyor. Beşiktaş ise, bu kupayı en son 1996’da alıyor. 1997, 1998 ve 1999’da TSYD turnuvasını üst üste Galatasaray kazanıyor.
Görüldüğü gibi, bu kadar çelişkinin içinden çıkılıp da daha kitap ne zaman yazıldı ve hangi yılı anlattı, sorusu bile cevaplanamıyor.
İnce, yukarıdakilerin dışında daha pek çok başlıkta, kişiselleştirdiği çelişkilerini tartışmaya devam ediyor; mübadele mağdurları, solun silahlı mücadelesi, şeriatçılık vb. doksanların ve aslında bugünlerin bile tartışılmaya devam edilen konulara kendi perspektifiyle yanıt arıyor. Kitabın bu yönüyle de yine bir büyük çelişki beliriyor; bunların, lirik ve mızmız bir üslupla ve edebiyatın işe alet edilmesi ile değil, politik alanlarda ve teorik bütünlükle ele alınması gerekiyor.
Kitap 110 sayfa, kısa olmasına rağmen, yukarıdaki siyasal, tarihsel, düşünsel ve roman bağlamındaki teknik çelişkiler; zihni fazlasıyla yoruyor. Okuyacakların bunu göze alması gerekiyor.
Şimdi, biraz da, kitabın okura sunulduğu gün, gizil reklam olarak yayımlanan, “üç bilirkişi”nin yorumlarına bir bakmak gerekiyor.
Bir Yayıncılık ve Dergicilik Eleştirisi: Okur Olmak ya da Müşteri Olmak
Ercan Kesal, Çelişki’ye dair, “İçimde Cemal Süreya’nın kuşları. Havalı, esrik, fırlama ve canımı yakan bir dille yazmış Barış.” diyor. Bu dil nasıl bir dil ki, “Kraker filan aldık.”, “12 Eylül öncesi üniversitede solculara karışmış.”, “Derler Allah derler.”, gibi tuhaf cümleler bile ona halel getirmiyor. Cemal Süreya’nın o pırıl pırıl dili, yazım yanlışlarından, kelime tekrarlarından geçilmeyen bu kitabın yazıcısınınkine, nasıl olduğunu anlamak güç, benzetiliyor.
Necati Tosuner, kitap için “İzmir yöresinde yazlıkçılığın özlenen ve imrenilen günleri. Yaşanılmışlıktan gelen kişisel tanıklıkla beslenmekte.” diyor. “Yaşanılmışlık” denilen şeyin nasıl olduğunu gördük, hiçbir gerçek zaman hiçbir gerçek olaya uymuyor.
Ve Umay Umay, arkadaşını, “Yazı yazmak başka bir şey edebiyat bambaşka… Barış İnce çoktan edebiyat tarafında. ÇELİŞKİ, tıpkı gazeteciliği gibi ŞAŞIRTICI.” diyerek selamlıyor. Dayanışmak güzledir elbet; ancak yazı yazma öğrenilmeden edebiyata nasıl geçiliyor, bu sorunun cevabı havada kalıyor.
Barış İnce, hesapta bizden biri, karşımızda yer almıyor; ama edebiyatımızı ele geçiren vasatlığı yok etmeye uğraşmak yerine, bunu sol’dan tahkim etmek, bizsek eğer, bize yakışmıyor.
Sokakla edebiyatı buluşturuyoruz, demek; yedi liralık dergilerden romancılığa sıçramak, güzel, havalı elbette; ancak edebiyatın sokağa düşürülmesi ile de mücadele etmek gerekiyor. Aksi halde ve görüldüğü üzere, çelişkileri deşifre edeceğim, derken; insanların önüne yeni ve daha büyük bir çelişki koymaktan öteye gidilemiyor.
Görseller BirGun.net’ten alınmıştır.
1985, İstanbul doğumlu. Isparta Milli Piyango Anadolu Lisesi’nden 2003’te, KTÜ, Türkçe Öğretmenliği bölümünden 2008’de mezun oldu. AÜ, AÖF, Felsefe ve SDÜ, İF, Radyo Tv ve Sinema bölümlerinde öğrenmeye devam ediyor. 2006’dan bu yana, çeşitli gazete, dergi ve sitelerde makaleler kaleme alıyor. Türkmen, Galatasaraylı, Komünist.
çelişki’yi okuduktan sonra ki düşüncelerimle , bu yazıyı okuduktan sonraki düşüncelerim gerçekten çok farklı 🙂 yazınız ve inceleme şeklini gerçekten çok güzel, farklı bir açıdan görmemi sağladı. zira eleştirinin iyiside zor bulunuyor..
Çelişki’yi okumamış tımar bugün tesadüfen bir yerde karşıma çıktı ve bu yazıdan sonra okumama kararı aldım …