Yazar Paul Auster’in yeni roman Baumgartner Türkçe okuruyla buluşuyor. Sevilen bir yazarın yeni kitabıyla buluşmak her zaman güzeldir ancak bu seferki buruk bir sevinç. Bir süredir kanserle mücadele eden Paul Auster, Baumgartner için “Yazdığım son şey olabilir” diyor.
The Guardian‘dan Nicholas Wroe’nun sorularını yanıtlayan Paul Auster, Baumgartner’a, son yıllarda yaşadıklarına ve hastalığına dair konuştu.
76 yaşındaki yazar yeni kitabından şöyle bahsediyor: “Kısa bir hikâye yazmayı denemek istiyordum. Kariyerim boyunca neredeyse hiç yapmadığım bir şey. Her zaman mütevazı boyutlarda kitaplar yazdım ve sonra takoz gibi kalın 4321 ve Burning Boy‘u* yazdım. Gerçekten kasıtlı değildi. O kitapları düşürürseniz iki ayağınızı da kırabilirsiniz, bu yüzden daha kısa bir şey istedim ve bu yaşlı adam (Baumgartner kitabının kahramanını kastediyor) bana geldi, evinde oturuyor ve pencereden solucan toplayan kızılgerdanları izliyordu. Solucanlar adında bir öykü yazdım ama sonra onu bırakmak istemedim. Orada daha fazlası vardı ve bu yüzden tekrar başladım, neredeyse Buster Keaton tarzındaki bu açılışın altında daha karanlık bir şeyin gizlendiğini biliyordum.”
Yazar, yeni romanını bitirmek üzereyken ağır bir hastalığa yakalandı. İlginç olan şeylerden biri, bu romanın konusuyla kesişimleri olan bir deneyimi eşzamanlı yaşamasıydı.
Baumgartner‘in Konusu ve Paul Auster
Kitabın tanıtım bülteninden okuyalım:
Baumgartner, sevgili eşi Anna’nın ölümü sonrasında büyük üzüntü yaşayan yetmiş bir yaşındaki felsefe profesörü Baumgartner’ın emekliliğe ve dünyadan elini eteğini çekmeye hazırlanışını konu ediyor.
Roman, Baumgartner ile Anna’nın 1968’deki parasız öğrencilik yıllarında New York’ta bir yandan çalışarak diğer yandan yazarak geçirdikleri günlerin anılarıyla başlıyor, sonraki kırk yılı aşkın sürede yaşadıkları mutlu evliliklerini anlatıyor ve geriye dönüşlerle Baumgartner’ın Newark’taki ilkgençlik günlerini ve kökenlerini tanıtarak dolambaçlı bir şekilde hafıza ve anı sarmalları arasında ilerliyor.
Paul Auster’ın sıradan bir yaşamın en küçük, en geçici anlarındaki güzelliğe dair keskin bakışını yansıtan ve birçok yaşamı yakalayan Baumgartner, yazarın son başyapıtı.
Baumgartner’ın başlarında, romana adını veren başkarakteri, karısını korkunç bir yüzme kazasında kaybetmesinin hemen ardından bir yas danışmanıyla konuşuyor. “Her an başımıza her şey gelebilir,” diyor ona. “Bunu sen de biliyorsun, ben de biliyorum, herkes biliyor – ve eğer bilmiyorlarsa, eh, pek dikkat etmemişlerdir.”
Paul Auster, Baumgartner’ın kayıpla ve kederle süren on yıllık ilişkisinin karanlık malzemesini keşfederken çok belirgin olmasa da kasvetli bir mizah kitap boyunca devam ediyor. Sy, Anna’nın yerine geçebileceğini hayal ettiği bir kadınla, beceriksizce berbat edilmiş bir evlilik teklifiyle tamamlanan, nihayetinde gülünç bir ilişki yaşıyor; Anna’nın günlüklerini karıştırıyor; daha önce yayınlanmamış şiirlerini yayınlıyor ve tanıtıyor ve kendi çocukluğundan, hayatından ve aile geçmişinden olayları hatırlıyor ve bunlar, Auster’a özgü bir şekilde, Auster’ın kendi çocukluğu, hayatı ve aile geçmişindeki olaylarla bir şekilde örtüşüyor.
Paul Auster ve “Kanser Ülkesi”
Paul Auster son iki yılda iki ayrı travmatik olay yaşadı. Medyada da geniş yer bulduğu üzere, ilk önce oğlunun gözetimindeyken bebek yaştaki torununun ölümüyle sarsıldı. Öykü yazarı Lydia Davis ile olan ilk evliliğinden olan oğlu daha sonra aşırı dozda uyuşturucudan öldü.
Ve sonrasında, bu yılın mart ayında yazarın şimdiki eşi yazar Siri Hustvedt, Instagram’daki paylaşımıyla Auster’ın “kemoterapi ve immünoterapi bombardımanı” altında olduğunu ve çiftin artık “Kanser Ülkesi” olarak adlandırdıkları yerde yaşadıklarını duyurdu.
Bu gönderiyi Instagram’da gör
Geçen yılın sonlarına doğru, Auster Baumgartner’ı bitirmek üzereyken, “öğleden sonra vuran gizemli ateşler” ile karşılaşmaya başladı. Önce zatürre teşhisi kondu, ardından Covid ile ilgili bazı “çıkmaz sokaklara” girdi ve sonunda kanser teşhisi kondu. “Ve o zamandan beri tedavi amansızdı ve ben gerçekten yazamadım. Mucizeler ve aynı zamanda büyük zorluklar yaratan zorlu süreçlerden geçtim.”
“Kanser Ülkesi”ne gelince, oranın bir haritası olmadığını ve pasaportunuzun çıkış için geçerli olup olmadığını bilmediğini söylüyor. “Bununla birlikte, başlangıçta iletişime geçen bir rehber var. İsmi doğru söyleyip söylemediğini kontrol ettikten sonra ‘Ben kanser polisindenim. Beni takip etmek zorundasınız’ diyor. Peki siz ne yapıyorsunuz? “Tamam” diyorsunuz. Bu konuda gerçek bir seçeneğiniz yok, çünkü takip etmeyi reddederseniz sizi öldüreceğini söylüyor. Ben ‘Yaşamayı tercih ederim’ dedim. Beni istediğin yere götür.’ dedim. Ve o zamandan beri o yolu takip ediyorum.”
Auster tedavisinin ve iyileşmesinin ötesine pek bakmıyor, ancak Baumgartner’a gelen ilk tepkiler onu memnun etmiş. “İşleri çok eski moda bir şekilde yapıyorum,” diyor. “Romanlarımı daktiloda yazıyorum ve yayıncıya göndermek için asistanımın bilgisayara geçirmesi gerekiyor. Yaklaşık 15 yıldır benimle birlikte çalışıyor ve el yazmaları hakkında ‘iyi iş’ gibi yavan bir şeyin ötesinde pek bir şey söylemedi. Ama bu sefer bana ‘devam et’ dedi çünkü bir sonraki bölümü okumak için sabırsızlanıyordu. 40 yılı aşkın süredir ilk okuyucum olan Siri’nin de ‘devam et’ dışında bir yorumu olmadı. Yine nadiren yorum yapan 40 yıllık menajerim bile çok cesaretlendiriciydi.”
Auster bu kitabın nereden çıktığını hâlâ tam olarak açıklayamadığını söylüyor. “İçimde büyüyen ve kitap ilerledikçe daha anlaşılır hale gelen bir adam vardı. Bu tepkiler karşısında sadece gülümsüyor ve teşekkürlerimi sunuyorum. Sağlığımın bunun yazdığım son şey olmasına yetecek kadar tehlikeli olduğunu hissediyorum. Ve eğer bu bir sonsa, o zaman samimi arkadaş çevremde bir yazar olarak beni çevreleyen bu tür insani nezaketle dışarı çıkmak, şimdiden buna değer.”
Baumgartner Can Yayınları‘ndan Seçkin Selvi çevirisiyle yayımlandı.
*