Adı geçtiğinde akla ilk önce müziği gelse de yazar kimliğiyle Türkçede ilk olarak “Çoluk Çocuk” ile karşımıza çıkan Patti Smith, hem içerik, hem yetenek olarak çıtası yüksek bir eser ortaya koymuştu. Tabii, onun kitaplarını popüler söylemler ve nitelemelerle ifade etmek okurun algısında onu sıradanlaştıracaksa, bundan imtina ederim. Çünkü karşımızda sadece bir Rock şarkıcısı ve onun sırf yazmak için yazmış olduğu kitapları yok.
Patti Smith’in gözlemleri, hafızasını yoklayış ve onu yazıya döküş biçimleri, kendi hayatını bir belgesel gibi belgelerle, dokümanlarla yaşayıp zamanı gelince onları ortaya çıkarışı, üstelik bu belgeleri salt birer hatıra veya efemera parçası olarak değil, nesneler ve mekanlarla duygusal bağlar kurarak biriktirmesi ve tüm bunları özgün ve müthiş bir anlatım işçiliğiyle okuyucuya aktarması, onu kuşağı olmayan bir yazar olarak geçmiş ile bugün arasında tutuyor. Patti Smith’in yazdıklarını kronolojik olarak, örneğin bir Beat kuşağı içerisinde okusaydık sırıtmazdı; aynı şekilde, nostaljik bakış açısı ve üslubu sayesinde bugün de zorlama bir andırışa girmeden, kelimelerle adeta sepya bir manzara oluşturması da rahatsız etmiyor.
2010’da yine Domingo Yayınları etiketiyle Türkçeye kazandırılan “Çoluk Çocuk (Just Kids)“, hem müziğini, hem kendisini, hem de kitap severleri heyecanlandırmıştı. Aradan geçen zamanda Güldünya Yayınları’ndan çıkan Michael Stripes imzalı “İki Kere Intro:Patti Smith” isimli anı kitabını ve Domingo’nun yayımladığı, Patti Smith’in çocukluğunu anlattığı “Hayalperest (Woolgathering)” kitaplarını okuduk Patti Smith’e dair. Ve işte 2015’i geride bırakırken de M Treni ile karşı karşıyayız.
Her ne kadar M Treni’ni Çocuk Çocuk’un devamı niteliğinde bilsek de kronolojik bir akış söz konusu değil. Bir zamandan bir zamana atlayan bir tren imgesinin söz konusu olduğu kitabın adındaki “M” harfi, anılar arasındaki zikzakları temsil eder nitelikte.
Çoluk Çocuk, Robert Mapplethorpe’un anısına yazıldığı gibi ağırlıklı olarak Patti ile Robert’in ilişkilerini, Patti’nin evinden ayrılıp hayallerinin peşine düştüğü gençlik dönemini, dönemin önemli isimleri, ortamları ve olayları içeriğinde anlatıyordu. Devam kitabı gibi açıp Robert’in ardından olanları okuma beklentisine kapılsak da M Treni, bizi Patti’nin bugünkü yaşından geriye dönüşleriyle karşılıyor.
İlk kitabı okurken Patti’nin bitmek bilmez üretme, yaratma heyecanı, Robert ile bir anlamda “çer çöpü” değerlendirme yetenekleri gözüme özellikle çarpmıştı. Patti, yaşını almış, bir evlilik geçirmiş, çok sevdiği eşini aniden kaybetmiş, iki çocuk annesi olmuş haliyle yine bir şeyler topluyor; fakat bu sefer çer çöpten değil anılardan, rüyalardan, hayallerden, çoğu ölmüş sanatçılardan eşyalar, notlar, sözler, seyahatler derliyor ve ortaya hüznü yoğun bir kitap çıkıyor.
Çoluk Çocuk’ta da mevcut olan ve satır aralarına sinen o hüzün duygusu, belki de genç ve hareketli zamanları anlattığı için heyecan ile dengelenmiş gibiydi. Robert ile ilgili her şeye rağmen… Oysa M Treni, baştan aşağı hüzün dolu. Kış mevsimini, yağmurlu havaları, gri günleri sevenlerin hoşuna gidecek türden bir hüzün.
Patti artık çoğunlukla yalnız. Ona fincanlarca kahve, saplantılı şekilde bağlı olduğu kafeler ve masaları, kedileri, seyahatleri ve dedektif dizileri eşlik ediyor. Tüm bunlar, ilk kitaptaki uzak zamanın aksine bugünde geçiyor ve belki de bu yüzden daha derinden etkiliyor okuyucuyu.
Anılarındaki yakınlarının, sevdiklerinin, özellikle ölen eşi Fred (Sonic) Smith’in eşlik ettiği hikayelere, Patti Smith’in iflah olmayan sanat aşkı da bir o kadar eşlik ediyor. Hikayeye Camus’den Kubrick’e, Burroughs’dan Murakami’ye, Jean Genet’den Sylvia Plath’e bir sürü isim dahil oluyor; fakat bu sefer ilk kitaptaki isimler gibi kanlı canlı değil. Hatıraları, eserleri, Patti’nin zihninde ve hayatında bıraktıkları ne varsa onlarla…Birçoğu ölmüş olan bu isimlerle, canlı haliyle bağlantı kuruyor üstelik yazar. Jean Genet’nin bir eserinde kutsal bir mekan olarak bahsettiği fakat orada bulunamadığı Saint-Lauren hapishanesinin taşlarını, onun mezarına ulaştırıyor sözgelimi…
Kitabı edebi kılan unsurların başında Patti Smith’in, gördüğü/duyduğu/bildiği her şeye anlam yükleyerek yaklaşması. Çoğunlukla bir seyahat halinde okuduğumuz yazar, bir bakıma karşımıza bir seyahatname çıkarıyor; gelgelelim, şehirleri veya ülkeleri değil, anlattığı her şeyin, yazarının zihnindeki çağrışımlarında seyahat ediyoruz. Bu çağrışımlar bazen hayali bir kurgu olarak geliyor karşımıza, bazen de birer bilgi kırıntısı gibi.
Patti Smith, sıkı bir gözlemci ve gözlediği her şeyi hayal gücünün süzgecinden geçirip duru bir cümle olarak sunuyor bize:
“Ağır perdeler açılır ve küçük yemek salonuna sabah ışığı dolarken, hiç şüphesiz, diye geçirdim içimden, bazen gerçeklikle kendi düşlerimizin üzerine gölge düşürürüz.” (s.43)
Kitapla ilgili birincil anahtar kelimeler arasına “dedektif dizileri”ni koyabiliriz. Baştan sonra birkaç sayfada bir, başta The Killing olmak üzere güncel polisiye dizilerini ve yorumlarını okuyoruz. Kitabın başlarında “huysuzlukları ve saplantılı tabiatları benimkinin bir yansıması olan dedektifler” (s.61) diyerek aslında onları neden bu kadar sevdiğini anlatıyor. Ve oradaki karakterler ile de duygusal bağlar kuruyor.
Tüm bu sebeplerden ötürü bir “çağrışımlar seyahatnamesi” olarak nitelendirdiğim M Treni, edebi gücü açısından da diğer kitapların üzerinde. Belki de içeriğinden ötürü daha “toy” bir şekilde kaleme alınan Çoluk Çocuk’un aksine M Treni, demlenmiş ve kıvamı yerinde bir eser. Özellikle sonlara doğru imgesel anlatımın daha öne çıkması, bölümlerin sıralı bir şekilde değilse de dil ve atmosfer bakımından birbirleriyle bağları sebebiyle gerçekten de bir M harfi gibi zigzaglar çizerek okumamıza rağmen bundan müthiş haz aldığımız bir kitap bu.
Eğer söz sahibi olsaydım, literatür anlamında “yazar” Patti Smith’i bu dönemin veya kuşağın içine dahil etmez, ruhu güçlü ve heyecanı yüksek geçmiş zamanlardan birine dahil ederdim.
Yayınevinin baskı, dizgi, imla ve çeviri kalitesini de göz ardı edemeyeceğimi söylemek isterim.
1987, Ankara.
Türk Dili ve Edebiyatı lisansı, Yeni Türk Edebiyatı yüksek lisansı…
KalemKahveKlavye’nin kurucusu.
Evli ve iki kedi babası…
Bazı kitaplar yazdı: Kadran Kadraj (2015), Kaosun Kalbi (2020), Yeraltı Kütüphanesi (2020), Gecenin Kıyısından Gelen Suratsız ve Yaşlı Kuzgun: Edgar Allan Poe (2020)